Güncelleme Tarihi:
RÖPORTAJ NAZAN ORTAÇ nortac@hurriyet.com.tr
İlhamını 20. yüzyılın en önemli akımlarından biri olan dekonstrüktivizmden alan iki tasarımcı, post-modernist bir anlayışla cesur ve iddialı çanta tasarımlarına imza atmaya devam ediyor. Markaları Atelier Mélange, incelikli el işçiliğinin biricikliğini sunan çantalarını, tıpkı mimaride olduğu gibi yeniden yapılandırıyor, formlarıyla oynuyor ve başka bir gerçeklikle tekrar ele alıyor. Kendilerini“bazen kusurları güzelleştiren, bazen de o kusurların mükemmelliğini ortaya çıkaran” bir marka olarak tanımlayan Seda Hancıoğlu ve Ayça Pelvanlar Bay, “Şükran” koleksiyonu ile atalarımızdan başlayan görsel bir geleneği günümüze taşımayı amaç ediniyor. “Çeyizlik bu yorganlara sahip olmak için gelin olmaya bile gerek yok, bu her genç kızın kendine yaptığı yatırım” diyen tasarım ikilisiyle bir araya geldik ve serüvenlerini dinledik…
Ben Ayça Pelvanlar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar mezunuyum. Seda Hancıoğlu ise FIT (Fashion Institute of Technologic) ve Parsons School of Design da eğitimini tamamladı. İkimiz de 1988 doğumluyuz. Biz birbirimize, “küçükken kaybettiğimiz ikizimiz” diyoruz aslında. Beraber çalıştığımız tasarım stüdyosunda tanıştık. Biz daha arkadaş bile olmamışken bizi beraber gören herkes, “ikiz misiniz” diye sormaya başladı. Arkasından hızla gelişen arkadaşlığımız, dostluğumuz ortaklığa dönüştü. Yaklaşık 8 yıllık arkadaşlığımıza 6 yıllık ortaklığımızı sığdırdık. Önceki iş yerimizin ve müşteri talepleri, ilk başta bizi couture kıyafete sürükledi, arkasından onu takip eden bir kıyafet markası ve en sonunda Atelier Mélange’ın doğmasına sebep oldu. Ortaklığımızın en güzel yanı birimiz daha geleneksel bir eğitim almışken, diğerimiz tamamen modern bir eğitim sitemi ile eğitim hayatını tamamlamış. Bu da bir tasarıma farklı açılardan bakabilmemizi sağlıyor. Birbirimizi uyumlu bir şekilde tamamladığımıza inanıyoruz.
Atelier Mélange olarak neler yapıyorsunuz? Tasarım anlayışınızı anlatır mısınız?
Markamızın ismi Atelier Mélange. Frank Herbert’in “Dune” serisinden geliyor. Mélange, yalnızca çölde bulunan, kişiye canlılık ve daha fazla farkındalık sağlayan bir baharatın adı. Tasarım anlayışımız ise 20. yüzyılın en önemli akımlarından biri olan dekonstrüktivizmden geliyor. Farklı doku ve formların birleşimini gözeterek ürünler ortaya koymaya çalışıyoruz. Post-modernist bir anlayışla cesur ve iddialı çanta tasarımları üretmeye çaba gösteriyoruz. İstanbul’dan dünyaya seslenen geleneksel ve futuristik dokunuşları işlevsel bir moda anlayışıyla birleştiren marka olarak anılmak en büyük hedefimiz.
İlginç bir fikirle ortaya çıktınız; ninelerimizin kullandığı yorganlardan çantalar yapıyorsunuz… Bu fikir nasıl aklınıza geldi?
Bundan 1.5 yıl önce Seda’nın babaannesi ile otururken bir anda Şükran Nine’nin çeyiz sandığı açıldı ve önümüze el emeği rengarenk yorganları serildi. Burgaz Adası’ndan Mersin’e giden bir gelinin hikayesiydi aslında bize ilham olan. O an birbirimize bakıp ne istediğimizi saniyesinde karar vermiştik. Araştırmaya başladık yorgan nedir, ne zamanlardan beri bugüne gelmiştir. Hepimiz ne kadar çabuk unutmuştuk bu ağır yorganlar altında hareket bile edemeden uyuduğumuzu. Yorgan ustasının atölyesine gidip ayakkabılarımızı çıkartıp önüne bağdaş kurunca her şey daha da maneviyat kazanmaya başladı. Unutulmaya yüz tutmuş bu geleneğin nerede başladığına şahit olduk. Rengarenk kumaşlar arasında teknolojinin pedallı makinadan ötesine geçemediği, el emeği göz nuru dediğimiz noktadaydık. Ninelerimizin olduğuna inandığımız yorganların asıl sahipleriyle tanışmıştık. Elden ele aktarılan bir kültürle.
Üretim aşamasını nasıl yapıyorsunuz? Artık yorgan ustası bulmak da zor…
Aslında bu tasarımcı olmanın en zorlu noktası. Siz bir hayal kuruyorsunuz, daha elle tutulur bir obje olmadan dahi hayalinizde gerçeğe döküp heyecandan çıldırıyorsunuz. Fakat tam o noktada gerçek hayat vuruyor yüzünüze. Şimdi tasarımcılığı bir kenara bırakıp; bu hayalin üretim süreci oryantasyonunu çözümleyip, fiyat performansı olarak da müşterilerinizi mutlu etmesi gereken iş kadınları olma zamanı. Bu hayali kurduk ve usta arayışına geçtik, hiç abartmıyoruz yaklaşık 10 yorgan ustasıyla konuştuk. Ya çok yüksek fiyatlar verdiler yapmamak için ya da direkt “Yapamam” dediler. Göründüğünden daha zor bir zanaat aslında. Bizim istediğimiz de biraz alışılageldiğinin dışında bir istek. Büyük ebatlardaki yorgan desenini birebir küçültüp yastık boyutuna ve hatta daha da küçük boyutlara indirmesini istedik. Zor olan işçiliği biraz daha zorlaştırdık. Bunu ancak nakış makinası yapabilir diye düşünmeye başladık ki bu zanaatın gelişmesine en büyük engel de gelişen teknoloji. Fakat en sonunda bu işe gerçekten gönül vermiş olan bir usta bulduk, bizi anladı ve çıtayı daha üst noktaya taşıyıp en zor desenleri denemeye başladı. Şimdi çok güzel bir ekip olduk, umarız bu zanaatın ustadan çırağa aktarılmasına sebep oluruz. Ve oluşan bu yoğun talebi daha da ileriye taşıyıp, hakkıyla karşılayabiliriz.
Koleksiyonunuzun adı neden “Şükran”? Anadolu’ya bir teşekkür mü?
Gerçeğe dönüştürmeye çalıştığımız bu hayalle gittiğimiz yolda, sürecin zamanımıza göre ne kadar daha yavaş ilerlediğini, yeni dünya düzeninde yaşadığımız bu telaşın bize neler kaybettirdiğini gördük. Koleksiyonumuzun adını da ninemizden bize gelen bir hediye olarak Şükran koymak istedik. Şükran; iyilik bilme, gönül borcu, minnettarlık demektir. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi Anadolu’ya ve tüm ninelere bir teşekkür.
Yorgan kullanımı, moda dünyasında tartışmalara da konu oldu. Bu tartışmalara ne diyorsunuz?
Yorgan kültürü asırlık bir kültür. Bu kültürün modaya geçişini sağlamak bizce gerçek başarı. Kullanılan figürler de yüz yıllık figürler. Hangi tasarımcı bunu nasıl materyallere ekleyebiliyorsa, o derece başarılı olacağını düşünüyoruz. Yorgan bu toprakların eseri ve görgüsüdür. Biz de bu topraklardan çıkmış tasarımcılar olarak ne kadar çok popüler kılabilirsek, kültürümüzü yaşatmaya katkı olacağı düşüncesindeyiz. İlk değiliz, umarız son da olmayız.
Unutulmaya yüz tutan Anadolu el sanatları, tasarımcılar sayesinden yeniden yükselişte. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu yükselişi?
Öncesinde bahsettiğimiz gibi gelişen teknoloji ve hızla değişen moda, trend akımları, bizi biz yapan kültürümüz ve geleneklerimizden uzaklaştırmaya başladı. Fakat kaybetmek istemediğimiz bir sanatçı ruhumuz da var. Bizce bu noktada sanatçı ruhunuz özüne dönmenize sebep oluyor. Biraz belki bohemleşiyorsunuz; tarih, kültür, doğa gibi özünüzde olanı uyandırma ve besleme ihtiyacı doğuruyor ve severek yapmayı hedeflediğiniz işe bir bağlılık sebebi daha veriyorsunuz. Bu yükselişin sürmesi; hem kültürümüzü hem de bu el sanatlarını yapan zanaatkarları yaşatır. Umarız bizden sonra gelen nesillerde bunu devam ettirebilmeyi başarabilir ve değerlerimizi kaybetmememize öncülük ederler.
Markanız için yurt dışı hedefleriniz var mı?
Online satışımız ilk günden beri sitemizden devam etmekte. Markamız üçüncü yılını bitirmek üzere. Bugüne kadar birçok farklı ülkeden sipariş aldık, almaya da devam etmekteyiz. Kuveyt ve Amsterdam’da bulunan concept store’larda yer almaktayız. “Şükran”, tüm dünyanın bir şekilde kulak aşinalığının olduğu bir kelime. Bizi bu süreçte yurt dışında da doğru lanse edebileceğine inanıyoruz. Şu anda üç farklı global moda internet satışı yapan pazar yeri web siteleriyle görüşmelerimiz devam etmekte. “Şükran” koleksiyonunu çok yakında daha fazla kitleye sunmuş olacağız.
Kimin, tasarımlarınızı kullanmasını isterdiniz? Bununla ilgili bir pazarlama strateji geliştirdiniz mi?
Yurtiçinde “Şükran” koleksiyonunu ilk Gülşen taşıdı. Sonrasında kullanacak her kişinin ayrı bir anı ve zarafetle taşıyacağına inanıyoruz. Spesifik bir isim vermek sınır koymak gibi geliyor bize. Gönül ister ki bir Türk geleneği olarak başlayan çeyiz yorganları nesilden nesle çok özel bir parça olarak Mélange çantaları ile sürdürülsün. Çeyizlik bu yorganlara sahip olmak için gelin olmaya bile gerek yoktu düşününce, her genç kızın kendine yaptığı yatırımdı. Pazarlama stratejimiz de bu yönde ilerliyor zaman bizim dostumuz geçmiş de, gelecek de... Adım adım “Şükran” koleksiyonunun doğru yerlere ulaşacağına inanıyoruz.
Gelecek planlarınız neler, yeni koleksiyonda neler olacak?
Bir Türk markası ve bu markayı sıfırdan kuran iki iş kadını olarak daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedefliyoruz. El sanatlarından ilham aldığımız koleksiyonları elimizden geldiğince devam ettirmek istiyor, sezonluk olarak bakmıyoruz. Fikirleri tüketmek değil yaşatmak için kullanıyoruz. Şükran koleksiyonunun yanına daha yazı anımsatan yine bir geleneksel Türk sanatı olan iğne oyasına doyuracak bir koleksiyon tasarlıyoruz. Çalışmalarımız şimdiden başladı, sık sık Manisa Soma ve Gönen el sanatları yapan kadınlarla görüşüyoruz. Bize bu konuda öncülük ediyorlar. İsteğimiz, göz nuru bu serilerimizin çeşitliliğini arttırarak devam ettirmek.