Güncelleme Tarihi:
◊ Öncelikle Selin Kutucular kimdir?
- Selin Kutucular sahiplendiği işleri özveriyle yapmaya çalışan, başlangıç enerjisi yüksek ve paylaşmaktan keyif alan bir annedir. Biraz daha detaya inersek, 5 jenerasyondur Büyükadalı bir ailenin bireyi olarak şanslı bir çocukluk geçirdim. Mutlu bir aile ortamı, upuzun masalar ve birlikte olma duygusu... Bundan çok şey öğrendim.
◊ Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunusunuz, neden mesleğinizi bıraktınız?
- 1990’dan beri çalışıyorum. İlk işyerim Arthur Andersen’di. Temmuz 2010’da ise Societe Generale’den emekli oldum. Emekliliğe hak kazanmama yakın TRT yapımcısı Demet Haselçin aradı ve bana bir televizyon programı projesi sundu. İki işin bir arada gitmesi mümkün değildi. Benim için zor bir karardı ama 2004’te dedemin anısına çıkarmış olduğum kitabımın söyleyeceği birkaç söz daha vardı sanki... Bu duygu “Evet” dememe yol açtı. Bankaya ve yıllarca rol model aldığım profesyonel hayattaki kadınlara veda hiç de kolay olmadı ama...
◊ Şimdilerde sizi sosyal sorumluluk projeleriyle eş zamanlı yürütülen işlerde görüyoruz. Diğer mesleğinizle birlikte yürütemez miydiniz bunları?
- Pek tabii yürütülürdü... Ama benim hikayemde beni ekrana çeken ve daha geniş kitlelere duygumu aktarmaya yönelten bir çağrı vardı. 2014’te Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı (GETEM) için kitaplarımı okumaya başladım. GETEM’in direktörü Engin Yılmaz “Selin Hanım, bu okuduklarınız çok güzel ama soğanı pembeleştirin deyince biz orada takılıyoruz işte” dedi. “Sizde o enerjiyi var, biz görme engellilere özel bir kitap çıkarmayı düşünmez misiniz” diye de ekledi. Boğaziçi Üniversitesi hayatta farkındalık yaratmak adına o an bir yol daha çizmiş oldu bana.
BÜYÜKADA’DA YAZDIĞIM KİTAP KUALA LUMPUR’DA ÖDÜL ALDI
◊ Ne zamandır mutfağa merakınız var?
- Çok küçük yaşlarımdan beri evimizde kurulan, aileyle ve dostlarla şenlenen sofraların yakın izleyicisiydim ama gerçek anlamda merak evlendiğim gün başladı. Çalışan bir mutfak ve özenle kurulmuş bir sofra, mutlu bir evliliğin ön koşulu gibiydi benim için. İnsan anne ve babasından ne gördüyse kendisi için de onu kurguluyor.
◊ “Büyükada Yemekleri-Dedemin Sofrası” kitabınız 2005’te “en iyi yerel mutfak” ödülü almış. Özel bir hikayesi var mı bu kitabın?
- Dedem Sabahattin Bilgütay, Büyükada aşığı, hukuk fakültesi mezunu emekli bir kaymakamdı. Ailesi 1913 yılında Selanik’ten Büyükada’ya yerleşmiş. Örnek alınacak bir hayat hikayesi ve duruşu vardır dedemin. Hele sofranın başında ne kadar da etkileyici olurdu. Tüm aile istekle otururdu o sofraya, kabul görmüş sessiz kurallar, emek dolu lezzetler ve paha biçilmez anılar... Dedemi 2003 yılında kaybettim ve onu yeni nesle aktarmanın en güzel yolunun sofrasını anlatmak olduğuna karar verdim. Büyükada’da eski bir Rum evinde yaşayan kendi halinde bir Türk ailesinin yemeklerinin kitabı, Kuala Lumpur’da dünya birincisi olarak ödül aldı. Bu küreselleşen dünya için çok şaşırtıcı bir örnek değil mi?
◊ Kitap, Kültür Bakanlığı desteğiyle önce Almanca daha sonra İngilizceye çevrilmiş. İlk kitap deneyiminizde bu kadar büyük başarı elde edeceğinizi düşünmüş müydünüz?
- Tabii ki düşünmüyordum. Hiç plansız, tamamen naif ve içten duygularla yazdım kitabımı. Hep söylediğim gibi gerçek hikayeleri ve samimiyeti okuyucu mutlaka anlıyor. Dedemi çocuklarıma aktarma isteğimi ne güzel sahiplendiler. Büyükada Yemekleri “çok satanlar” listesine girdiğinde, kendi yayınıyla bu listeye giren ilk kitap olarak Hürriyet haber yapmıştı. Hâlâ saklarım o kupürü.
ŞİMDİ SIRADA MİNİKLER VAR
◊ Gelecek planlarınızdan da söz eder misiniz? Başka bir sosyal sorumluluk projesi var mı ufukta?
- Görme engelli ünlü ikizler Kerim-Selim Altınok “Karanlığın Rengi Beyaz” adlı kitaplarında “Bir misyon yüklendiğiniz zaman, üşenmeye ya da yakınmaya hakkınız yoktur” diyor. Ülkemin yemeklerini ve bizi biz yapan geleneklerini yeni nesle aktarmak ve herkesin “Ben yemek yapabiliyorum” diyebilmesi için elimden geleni yapmaya devam edeceğim. Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği’nde de miniklerle mutfakta denemeler yapmak istiyoruz. Amaç, engelli çocuklara tek başına başarabilme duygusunu her alanda ve en erken yaşta yaşatabilmek.