Güncelleme Tarihi:
* Hayatımıza 1996’da Murat Başoğlu ile sunduğunuz “Sabah Şekerleri” programı ile girdiniz. O günden bugüne şebnem’in yaşadığı en büyük değişiklik ne oldu?
- O kadar uzun zaman geçti ki, 18 yıldan bahsediyorsunuz. Çok sert koşulların hüküm sürdüğü bir ormanda yolumu aramakla meşguldüm ve pusulayı kalbim yaparak içtenlikle arayışımı sürdürdüm. Etiketler, yargılar, onaylanmamalar dünyasında yani show business içinde, başka bir ifadeyle “egonun krallığında” hakikati bulma ısrarıyla yürümeye devam ettim. Herkesin gittiği yolun tam tersine yürümek pek kolay değil, bilakis delilikti ama sanırım ömrüm boyunca yaptığım en anlamlı şey de bu oldu. 17 Mayıs’ta 40 yaşına girerken kendimi o soğuk, karanlık ve türlü tehlikelerle, acımasızlıklarla dolu ormandan çıkmış; güneşin tepede pırıl pırıl parladığı, suyundan içilebilen muhteşem bir nehrin kenarına gelmiş gibi hissediyorum. Kalbimde yanan ateş yolumu aydınlatıyor ve tek gerçek de buymuş; sevgi. Karşılıksız kalpten içtenlikle sevmek. Bugün bu sevginin gücüyle ve kırılganlığıyla yoluma devam ediyorum. Artık kim olduğumu biliyorum. Değişimin gerçekleşmesi uzun sürdü ama içten yaşanan her değişim gibi hakiki ve dönüştürücü oldu. Çok şükür Allah’a...
* Peki, bu sonucu yaratan değişimin pratik hayattaki karşılığı nedir?
- Yoga ve meditasyon... Elimden geldiğince süreklilik içinde uygulamaya çalışıyorum. Bu disiplinler yaşamımı değiştirdi, dönüştürdü. Direksiyonda ego değil sevgi olsun istiyorsan müthiş yöntemler bunlar. Hâlâ tatsızlıklar oluyor, bazen sinirleniyorum, bazen çaresiz hissediyorum ama eskiden haftalar süren depresyondan artık en fazla bir günde çıkabiliyorum.
* Kariyerinizin en büyük şansı neydi?
- Kariyer diye bir şeyin varlığına inanmıyorum. İnanırsan vardır. Zaten geçmişe bakınca, süreklilik gösteremediğim yıllara da kariyer denemez bence. Şimdi korkusuzca değerlendirdiğimde görüyorum ki dikkatim hep o kariyer denilen olgunun dışındaydı. Şimdi de öyle... Özgürlüğü kovalıyordum, başarılı olmayı değil. Üç yıl çalıştım, beş yıl oturdum, bir yıl çalıştım, üç yıl hiçbir şey yapmadım. Kariyer dediğin zaten böyle olmaz. İnsanların çok çok büyük çoğunluğunun yaptığı şey bir kariyere sahip olmak için hayatlarını çöpe atmak. Yapmaktan zerre kadar zevk almadıkları bir işte, zenginlerin daha da zengin olmasında katkı sağlıyor ve tüketime hizmet eden bu düzenin bir parçası olarak yaşlanıp ölüyorlar. Ben böyle yaşamak istemedim hiç. Bu kariyer denen olgunun içine sıkışıp kalamayacak kadar özgürlüğüme düşkünüm.Röportaj:
BENiM iÇiN AŞKIN ANLAMi DEĞİŞTİ
* Yaş aldıkça zırhlarınız da çoğaldı mı yoksa daha mı duygusal ve hassas bir yapıya büründünüz?
- No zırh, yes aşk!
* Çocukluğunuzdan beri vazgeçemediğiniz alışkanlıklarınız arasında neler var?
- Kahvaltı, kahvaltı, kahvaltı. Gülmeye bayılıyorum, uyumaya bayılıyorum, tabiata bayılıyorum, ağaçlara bayılıyorum ve dans etmeye tapıyorum. Hepsini alışkanlık haline getirdim.
* Size baktığımda istediğini elde etmek için engel tanımayacak bir kadın görüyorum. Yanılıyor muyum?
- Valla doğruya doğru, öyle ama istediğimi elde edemeyince bunu kabullenmeyi de öğrendim. Bir de önce insan sonra kadınım.
* Peki, aşk uğruna da her şeyi göze alan kadın mısınız?
- Aşkın anlamı çok değişti benim için. Karşı cins ya da aynı cins ne ise işte, o başka bir insana duyulan, içinde cinsel arzunun da olduğu hâl, çok sıkışık bir kutunun içinde olmak gibi geliyor. Her şeye, önce kendime, tabiata ve tüm canlılara derin bir aşkla bağlıyım. O zaman bu bize öğretilen, dayatılan turbo kapitalist sistemin parçası haline getirilmiş aşk kavramı çok küçük ve yetersiz kalıyor. Sevmeyi bilmiyoruz. Yanlış kodlanmışız sevgi konusunda. Mesela kıskançlığın sevgiye dâhil olduğu öğretiliyor. Seven insan kıskanır. Hayır, seven insan kıskanmaz. Eğer kıskanıyorsa; insanlık hali olabilir, bu onun şahsi problemidir, yarasıdır. O yaradan akan cerahati sevdiğimize bulaştırmaya hakkımız yok. Sevmek karşılıksız olmalı. Sevmek; sevdiğinin her nasıl olursa olsun mutlu olmasını canı gönülden istemektir. Zor değil mi? Bence de zor ama başka türlüsüne razı gelmemeyi öğrenmeliyiz. Ve evet acıtır. Tehlikelidir. Taahhüt edilemez, garantisi yok çünkü... Ama canlıdır, yaşam doludur ve hakiki olan budur. Bize öğretilen aşkın, çoğu insanın yalnız kalmamak için yaşadığı aşkın içinde korku var, güvensizlik var, ne veriyorsan onun karşılığını ticaret yapar gibi beklemek var. Çok küçük, küçücük, sıkışık ve dar bir kutu... Hâlbuki aşk sonsuz bir şey... Bu yanlışlıktan, bu doğamıza aykırı yaşamdan hep beraber çıkacağız inşallah.
* Peki, kalbinizi ne ya da neler daha hızlı çarptırır?
- Özgürlük, tabiat, aşk, sanat.
HAYRAN OLDUĞUM TEK DİŞİ; TABİAT ANA
* Hayran olduğunuz ya da kendinize rol model seçtiğiniz kadınlar kimler?
- Hayran olduğum ve rol model olarak seçtiğim tek bir dişi var; tabiat ana.
* Her yeni rolünüzle bir öncekileri unutturup sizi en baştan tanımamıza neden oluyorsunuz. Nedir bunun altında yatan sır?
- Öncekileri ben unuttuğum için siz de unutuyorsunuz demek ki. Güzel!
* Uzun bir sükûnetin ardından geçen yıl “Kuzey Güney”, bu sezon “Medcezir”le karşımızdasınız. Diziye dahil olma hikâyeniz nedir?
- Kariyer diye bir şeyin benim için söz konusu olmadığını kabul ettiğim anda “Medcezir” geldi. Ama hep öyle olmaz mı? Bağımlılıkları kopardığın anda istediklerin gerçekleşmeye başlıyor. Bir projede yer alma arzumdan ve ihtirasımdan özgürleştiğim anda gerçekleşiverdi işte.
* Sizi en çok heyecanlandıran ve teklifi kabul etmenize neden olan neydi?
- Doğrusu önce pek ilgimi çekmedi. Hatta ilk görüşmeye “hayır” demek için gittim. Ay Yapım, büyük konuşmayayım ama galiba çalışabileceğim tek şirket. Dizi sektöründeki koşullar çok ağır. Benim gibi ilk önceliği para olmayan bir insan için çok cezbedici değil açıkçası. Ama dediğim gibi “Kuzey Güney” deneyiminden yola çıkarak, Ay Yapım’la ve projenin yazarı Ece Yörenç’le aramızda oluşan dil sayesinde yavaş yavaş ikna olmaya başladım. İyi ki de olmuşum. Sert koşullar insanı diri tutuyor ve ilerlemesini sağlıyor.