Güncelleme Tarihi:
Nasılsınız? Nasıl gidiyor?
Çok iyiyim, hiç olmadığım kadar iyiyim.
Bu dönemlerde mi iyisiniz? Bu hayatınızda var olan güzelliklerden mi kaynaklanıyor?
Hem ondan dolayı hem de daha özgürleşebildiğimiz bir dönem. Psikolojik olarak kendimi çok daha iyi hissettim. Ama tabii ki maske, mesafe ve hijyen kurallarına önem veriyoruz. Sanki bir nebze özgürleştiğimi hissediyorum.
Birçok farklı alana girmiş, oralarda başarı sağlamış, bunun karşılığını görmüş, bütün bunları kitaba dökmüş ve aslında bir şeyler anlatma derdi olan birisiniz. Peki, anlatabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Bence bugün itibarıyla değil; hayatımın her döneminde. 39 yaşındayım, bir kitap yazdım, yolun ortasından sesleniyorum dedim. Daha yaşayacağım güzellikler de olacak. Aslında birçok insanın derdi bu; kendimizi anlatmak, karşı tarafa aksettirme halindeyiz. Ama bu kitap, benim için çok özel ve önemli bir şey. Zaten kitapta da yer verdim; bir sürü meslek grubu ile uğraştım. Tuvaletçilik, hamburgerci, emlakçılık, garsonluk, cast direktörlüğü, oyunculuk, sunuculuk… Şimdi bir de kitap yazdım. Ama şunu bütün samimiyetimle söylüyorum ki bir yazar değilim. Ben ilk “Yemekteyiz” programına başladığım zaman da ben sunucu değilim derdim. Ama 2 yıl “Yemekteyiz”, “Çarkıfelek”, “Gelinim Mutfakta” gibi programlardan sonra mutfakta piştikçe o sıfatı daha bir yakıştırmaya başladım. O yüzden bu da bunun gibi bir şey.
İnsanlara dokunma ya da onların hayatlarına bir şekilde kendi hikayenizden paça verip ilham vermeyi mi hedefliyorsunuz? Hayatta böyle bir amacınız mı var? Varsa hep mi vardı?
Aslında benim bir misyonum var. Bu küçüklüğümden itibaren olan bir şey. Tabii ki birilerine bir şey anlatma derdi herkeste var. Ben cast direktörlüğü yaparken de böyleydi. Genç bir kardeşimle tanışıyorum, “Onur Bey, bana iş bul. Ben okulda okudum, İstanbul’da 1 ay yetecek param var.” diyor. Ben, ona anlatıyorum. Oyunculuk böyle bir şey değil; bunun için çabalaman gerekiyor, gerekirse garsonluk yapmalısın, ekstra para kazanman lazım. Ben ünlü olmak istiyorum gibi bir şey değil. Tabii ki kitabın içerisinde benim oyunculuk evresinde yaşadığım sancılar var. Birden benim hayatıma birden “Kiralık Aşk” veya “Yemekteyiz” girmedi. Ben birden popüler bir oyuncu olmadım. Her şeyin yeri ve zamanı var. Bunları az da olsa misyon edindim kendime.
Onur Büyüktopçu, kitapta oyuncu olmak istediğini ve bunun bir tutku olarak küçüklükten geldiğini anlatıyor. Neden oyuncu olmak istediniz? İkna edebilmek mi, inandırmak mı, kendinizi izlemekten haz mı alıyorsunuz?
Bunu ilk defa söyleyeceğim; ekranda kendimi izleyemiyorum. Ben 420 bölüm “Yemekteyiz” çektim. Özellikle geceleri zap yaparken bir bakıyordum ben varım; baygın ve artık sinirleri bozulmuş bir adam. Hemen çeviriyorum. O yüzden ekranda kendimi izlemek veya ekranda olmalıyım hazzım yok. Ben de işimi iyi yapma hazzı var. İşim bittikten sonra eve geldiğim zaman ‘bugün de güzel bir şey çıkardım’ hazzı var. Hala en güzelini, en iyisini yapmaya devam etme halindeyim. Yoksa “Kiralık Aşk” diye bir dizi başlamış, orada popüler olmuşum, 69 bölüm boyunca “Koriş” diye bir karakteri canlandırmışım. Şimdi ben oldum mu? Hayır. Hayatım boyunca en iyiye ulaşana kadar içimde doyumsuzluk olacak.
“Kiralık Aşk” projesi belki de sizin hayatınızda bir domino taşı. Meseleye oyunculuktan bakılıyorsa bir mafya rolü geldiği zaman onu oynayabileceğinizi kendinizde görüyor musunuz?
Evet, “Kiralık Aşk” hayatımda bir dönüm noktası oldu. Ben ilk defa komedi oynadım hayatımda. Ben, tiyatroda daha dram ağırlıklı oyunlarda oynadım. Bir oyun oynadım, 4 yıl sürdü. “Suç ve Ceza” gibi ağır bir oyunun getirisi de vardı. Birden kendimi “Kiralık Aşk” projesinde duygudan duyguya geçen, hezeyanları olan bir adam oldum. İnsanlar onu çok sevdi. Aradaki 6 aylık boşluktan hemen sonra “Yemekteyiz” programına başladım. İnsanlar şeyi algılayamamış; “Bu Koriş’ti, bu adam kim peki?”. “Koriş” rolünü canlandırırken yüksek yüksek biriyken “Yemekteyiz” programında yargı dağıtan, lütfen yemeğinizle oynamayın, lütfen kötü bir şey söylemeyin, lütfen adaletli olun diyen bir adama dönüştüm. Tabii ki o benim. “Yemekteyiz” programındaki Onur, gerçek Onur.
Bu, “Koriş” karakterindeki başarı mı oluyor?
Bu aslında bir başarı değil; bu oyunculuk. Ben acaba “Koriş” karakterinin üstüne çıkabilir miyim endişesi de var. Ben, yıllarca dram oynadım. Mafya babasını da, köy ağasını da, hapisten çıkmış manyak birini de oynadım. Koriş’ten sonra bunu oynayamaz gibi bir durum var. Ama beni dram yönüm, komedimden çok daha iyi. Ezgi Mola’ya bakın, Binnur Kaya’ya bakın. Yapımcılar çok ters köşe bir rol edinip orada bizleri ağlatıp düşündürüyor. Binnur Kaya, “Şahika” gibi bir rolden psikolog hanımefendiye geçti. Ben bile izlerken şok oluyorum. Ezgi Mola, Demet Akbağ… Neden Koriş’ten bir drama yönelmeyeyim? Tamam, ben jön değilim, karın kaslarım yok, baklavalarım yok.
Olmalı mı?
Hayır, her oyuncunun baklavası olacak diye bir şey yok. Benim oyuncu olan kilolu arkadaşlarım var. İş gelmiyor diye üzülüyor. Niye üzülüyorsun iş gelir diyorum ama başrol değil bu.
Başrol olmayacak mı?
Bence olmayacak. Ben de cast işi yaptığım için söylüyorum. Bir sürü yönetmenle çalıştım, yapımcıyla tanıştım. Bir gün hiç unutmam, popüler olmayan bir oyuncu; hafif balık etli, yüzü o kadar güzel ki, ekran ışığı var. Onu, başrol kıza koymak istedim. Yönetmen ve yapımcı ile oturuyoruz, kabul etmediler. Bir şans verin onunla konuşayım diyete girsin, dedim. Oyuncu arkadaşın menajerini aradım, anlattım. İnsülin sorunu olduğundan dolayı diyet yapamazmış. Baktığın zaman Türkiye için de yurt dışı için de geçerli bu. Güzellik algısı her daim var. Hollywood’a bakın; bütün adamlar yakışıklı, bütün kadınlar güzel. Bizde de şişman bir adam veya kadın başrol oynayamaz. Ben de o taraflarda değilim. “Kiralık Aşk” projesinde ben, Nergis Kumbasar ve daha pek çok kişi yan cast idik. Benim için yan cast, başrollerden daha önemlidir. Mutfaktakiler, avludakiler, dedikodu yapanlar…
Yan karakterlerin baskın olduğu dönemlerde senaryo değiştirip başrolleri parlatma ya da başroller üzerinden hikaye kurgulama gibi durumlar oluyor. Bunu fark ediyor musunuz? Bugün “Aşk-ı Memnu” projesinin Beşir’ini halen konuşuyoruz.
Bir iş başlıyor ve başroller çok güzel. Afişte sadece onların fotoğrafı var. Dizi başladığı zaman yan cast güzel olursa sahneleri artıyor. Hatta şu anda da yayında olan birçok dizinin yan cast’ı başrolün önüne geçti. Bizim de “Kiralık Aşk” projesinde çok öne geçtiğimiz bölümlerimiz vardı. Evet, Elçin Sangu ve Barış Arduç her zaman başroldü. Hatta “Kiralık Aşk” projesinden sonra çok kopyamız yapıldı. Bunu herkes biliyor. “Koriş” karakteri için de aynı şey geçerli. Her işte bir “Koriş” koymaya çalıştılar. Koriş bir taneydi, Elçin de bir taneydi, Barış da… Herkesin ekranda her uyumu yakalama şansı olmayabilir.
“Kiralık Aşk” projesinin kastını yapıyorsunuz. Orada size teklif geliyor ve bazı nedenlerden ötürü hayır diyorsunuz. Orada bir kaygı var. Sonra kabul ettikten sonra ikinci kaygınız başlıyor. Siz de kaygı anlamında problem mi var?
Çok var ve hala devam ediyor. Çok ciddi anksiyete bozukluğum var. Önce bir panikatakla başladı. Çok şükür panikatağım geçti ama anksiyete kaldı.
Bununla nasıl mücadele ediyorsunuz?
Mücadele ediyorum ama yoruluyorum. Terapi alıyorum. Ben bir programa başladığım zaman saat 10’dan önce uyanıyorum, kahve içiyorum ve kalbim ağzımda. “Yemekteyiz” programı 420 bölüm çekilmiş, program tutmuş, reyting rekorları kırıyor, birçok diziden daha fazla reyting alıyor. Ama sabah kalbim ağzımda uyanıyorum acaba bugün reyting düştü mü diye. Bu kadar tutmuş bir işten sonra yeni bir programa başladım, tutmadı. Onunla yüzleştim o an. Geçmiş olsun artık bakmana gerek yok dedim kendime. Bir de artık neyin tutup neyin tutmayacağını bilen bir insanım. Hem kamera önünde hem arkasında çalıştığım için iki tarafı da çok iyi algılayan bir adamım. Bu işin ehli oldum da diyebilirim.
En son en çok istediğiniz şey neydi?
Bir arkadaşımın evine gittim ve çok güzel bir teras katı vardı. Böyle bir evde oturmayı çok isterim dedim. En çok istediğim şey öyle bir evde oturmaktı.
En son en çok hüzünlendiğiniz anı paylaşabilir misiniz?
Genelde hayvanlarla ilgili oluyor. Sosyal medyada bir tane engelli bir köpek vardı. Onun sevgisi bitmiyordu ve engelli olmasına rağmen sevgisini nasıl veriyor diye düşündüm. En son hüzünlendiğim o idi.
Bütün defterlerinizi kapatır mısınız?
Hayır, kapatmam. Hep bir köprü vardır insanlarla. Özel hayatımda da iş hayatımda da.
Ona aslında öyle olmadığını anlatır mısınız?
Yıllar öncesinden çok güzel başlayan bir ilişkinin sonunda karşı tarafı bıraktım. Bıraktım ama daha gençtim sıkıldım herhalde. Fakat karşı tarafın bana inanılmaz bir sevgisi ve saygısı vardı. Şöyle bir şey söyleyebilirim gerçekten beni sevmiş. Şu yaşımda da hala geçerli.
Onu nasıl sevdiğinizi tarif edebilir misiniz?
Bir kere sevdim, 19 yaşındaydım. Gerçek sevgi de oydu bence. Benim, birine karşı şeydi.
Aşk mıydı sevgi miydi?
Her ikisi de olabilir. Sevgi dolu bir insanımdır ama sahte sevgiye gelemem. 19 yaşındaki birine karşı duyduğum sevgiyi ben hayatımda bir daha yaşayamadım.
Size ne hissettirmişti?
Bu sevgiden haberi yoktu.
Sonradan haberi oldu mu?
Hayır, olmadı.
Pişman değil misiniz?
Asla değilim. O kadar güzel sevmişim ki bir daha kimseyi öyle sevemedim. Tabii ki özel hayatımda ilişkilerim oldu, sevgi beslediğim dostlarım oldu.
Takip ediyor musunuz?
Hayır, etmiyorum. O evlendi, çoluk çocuğu oldu. Bunu da ben yıllar önce öğrendim.
Ne kadar sürdü?
1 yıl sürdü. Sonra kendi kendine bitti. Çünkü karşı tarafın haberi yok, bir şey söylemedim, bir işaret almadım.
Dilediğiniz kişiye, dilediğiniz bir soruyu 83 milyonun izlediği bir programda sorulma imkanı verildi. Bu kim olurdu ve ona ne sorardınız?
Hiç tanışmadım ama çok hayranıyımdır. Sezen Aksu’a sorarım. Bu kadar ne yaşadınız da bunu kaleme döktünüz? Hayatını da az çok biliyorum. Nerede okudu, ne yaptı, nasıl bir ailede büyüdü… Bir gün tanışma fırsatım olsaydı Sezen Aksu ile ona bu soruyu sormak isterdim. Hangi duyguyla, kağıda nasıl döktünüz bunu?