Güncelleme Tarihi:
“Yol” kitabı ile tanıştığım Metin Hara’ya ikinci kitabı “Dem” ile devam ediyorum. Hayat onu öyle güzel demlemiş ki... Öyle doyumsuz bir tadı ve rengi var ki... Gözlerindeki hüzün dolu yılların yerine yaşama sevincini ve tefekkürü öyle güzel yerleştirmiş ki... Uzun yıllar kanser tedavisi görmüş bir anne ve ağır bir trafik kazası ile yatağa bağlanan baba ile geçen çocukluk yıllarının üzerine şimdi ateşlere basa basa yürüyor. Öğrendiklerini bize aktarma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Adriana Lima anlamış mesela onun değerini. Sağlam markaların üst düzey yöneticilerinden, her birimden çalışanlarına kadar konuşmalar yapıyor, yaşam dersleri veriyor. Heidi’nin masal bahçesi gibi bir yeri var. Adı “İnsana Güven”. Çağımız hastalığının şifası bir ismin tabelası bile iyi geliyor bana. Güvenmek... Saygı ve sevgi... Kahve içince kendimi daha iyi hissetme duygumun özünü bana anlatıp, beni ikna eden bu genç adamın ülkemiz sınırlarını aşıp, dünyanın başka yerlerindeki okunurluğunu şimdiden alkışlayanlardanım...
* Bağımlılıklar günümüzün en önemli sorunlarından biri. İnsanlar neden bağımlı olmaya ihtiyaç duyuyor?
- Öncelikle bağımlılığın fizyolojisini anlamak lazım. Bağımlı kişilerin bağlandıkları kişiler, olaylar, rütbeler veya kimyasal ajanları üreten tükettikleri şeyler, aslında en temele indirgediğimizde belirli hormon gruplarına ayrılıyor. Ve bunların çoğu haz veya mutluluk hormonları diyebileceğimiz şeyler. Örneğin aşırı tatlı düşkünlüğü ya da sigara ve kafein bağımlılığı. Bütün bunların içerdiği maddeler belirli bir haz salgılıyor. Mutsuz oldukça bir maddeye, kişiye veya mertebeye bağımlılığı güçlendiriyoruz. Temelde yeterince mutluluk hormonun varsa, demek ki yeterince korku beyin dalgasında değilsin. O zaman içinde bulunduğun ilişkiyi ‘Acaba arkasını döner mi, beni terk eder mi’ üzerine kurmak yerine onun gözüne bakıp basit temel bir bağ kuruyorsun. Çoğu zaman insan aşkı veya seviyorum kelimesini biraz haksızca kullanıyor.
* Nasıl?
- Anksiyetesi çok yüksek insanlar bana aşktan bahsettiğinde biraz şüpheyle dinliyorum. Çünkü bulundukları beyin dalgaları tamamen korku. Bağı da bunun üzerinden kuruyorlar. Bunun üzerinden kurulan bir bağın, korkudan yeşeren bir çiçeğin sevgi ve mutluluk meyvesi verme şansı yok. 12 sene evvel Ankara’ya gittim. Bir arkadaş ortamına girdim. İçlerinden biri “Erkek arkadaşım beni deli gibi kıskanıyor. Arada şiddet de uyguluyor ama beni çok seviyor” dedi. Ben de dedim ki “Erkek ve dişi ırkının hiçbirinin birine üstünlüğünü kabul etmem. İkisinin zıtlığının büyük bir uyum sağladığını düşünüyorum”. Kitabımda bir yerde diyorum ki “Feminizm erkeklerle savaşarak değil kadınla barışarak yol almalı”. Bütün değişim ve reform hareketleri öfkeden, hınçtan değil farkındalıktan çıkmalı. Sonra o kıza “Erkek arkadaşının seninle ilgili hissi sevgi değil korku. Senin başka biriyle olmandan ve kontrolünü yitirmekten korkuyor” dedim. Kontrolcü bir erkek tiplemesi var ve aslında o kontrolcülüğün beslendiği şey korku. Doğada niye bir hayvan etrafı kontrol etmek istiyor? Oranın ardında bir kaplan var mı, çocuğuma saldırır mı, bu duvarın ardında bir kartal var mı gibi her şeyi kontrol etmeye çalışıyor.
* Bu anlatımına hayvani bir güdü diyebilir miyiz?
- Tabii ki. Ama korkunun da bize hizmet ettiğini söylemek istiyorum. Fakat doğru yerde. Mesela bir tehlike varken. Ama az önceki bahsettiğim olayda adam kız arkadaşını dövüyor. Bu bir insanlık ayıbı. Bugün bir insanın şiddet uygulaması insani bir suçtur. Hiçbir şekilde kabulü söz konusu olamaz. Diyorlar ki ‘Aşık oldum, acı çektim’. Benim haddim değil gönülü savunmak ama bir noktada da biraz hadsizlik ediliyor. Çünkü bütün hissettiğimiz iyi hisler ilham, aşk, sevgi tamamen gönül ürünü. Hayatı sihirlendiren her şey gönül ürünü.
* Acı çekmek de sonuçta aşka dahil değil mi?
- Sufilerin muhteşem bir lafı vardır. “Aşk yolu kumar yoludur. Bu yolda bütün benliğini koymalı ve kaybetmeye hazır olmalısın”. Ben kendi hayatımda aşk kadar kutsal bir şeyi ve aşık kadar kutsal bir varlığı korkuma kurban etmemek için emek harcıyorum. Yüzlük bir alanda 5-6 korku olur. Hepimizin gönlünde karanlık noktalar var. Ama o yüzde 95’lik aşk içerisinde yutulur. Ama aşkı komple yok edip her şeyi korku üzerinden yaşadığımızda iş değişiyor. O yüzden burada bir mutlak aşk noktasından bahsedebilecek bir noktada değiliz. Vefat eden çok değerli bir sufi hocam vardı. Aşktan öldüğüm, deliler gibi ağladığım bir dönemde bana bir mesaj attı. “Bugün beşeri aşkın acısını çekenler yarın ilahi aşkın hamalı olurlar” dedi. Beşeri aşkın acısını çekmek ne, şimdi anlıyorum bazı şeyleri. Sadece acı çekmek ve melankoli yapmak değil. O acıyla evrimleşmek, o acıyla demlenmek.
KİTAPLARIMIN BU KADAR SATACAĞINI BEKLİYORDUM
* Üçüncü kitap çocuklar üzerine değil mi?
- Evet şu an yazıyorum. Yazarken bazı yerlerinde hüngür hüngür ağlıyorum. Bu da üçleme bir kitap olacak.
* Kitapların çok sattı. Bekliyor muydun böyle bir başarıyı?
- İnsanlar kibirli görmesin ama bekliyordum. Ama insanlar benim kitapla var olmadığımı unuttu. Kitaptan önce 14 sene boyunca 50-55 bin kişiye seminer verdim. Zaten her biri kitaba sahip çıktı ve çok sattı.
* Nasıl seminerler veriyorsun?
- Benim var olan tipik bir sistemim var. İllüzyonu aşmak, ilk kitabım “Yol”un eğitim sistemi. İç benle tanışma, “ben”in eğitim sistemi. Aşkın simyası da üçüncü seviyemiz. Bu da üçüncü kitabın eğitim sistemi. Bu üçleme var. Herkes bu eğitimlere katılabiliyor. Bunun dışında farklı yerlerde de mesela hapishanelere girip eğitimler veriyorum.
ÇOCUĞUNUZA PARA DEĞİL ZAMAN HARCAYIN
* İnsanlarda çok fazla bir para kaygısı var. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
- Hollywood yıldızlarıyla da çalışmaya başladım, Türkiye’de göz önünde olan insanlarla da. Hiçbir şeyi olmayan, eşinden şiddet gören insanlar da oldu. O gün anladım ki para kazanarak zihinsel bir güvensizlik çözülmüyor. Çünkü ona göre farklı kaygılar oluyor. O zaman anladım ki insanların korkuları manevi yoksunluklarından kaynaklanıyor. Ve manevi yoksunlukları doyurmak için maddi şeylere aşırı bir tüketim boyutunda ihtiyaç duyuluyor. Manevi tatminsizliğin maddi müsriflikle çözülebildiğini hiç görmedim. Ben de kendime bir söz verdim. Manevi anlamdaki yolculuğumu bırakmadım. Bence sevdiğin ve anlam koyduğun bir iş olduğunda maddi kazanç önemli olmuyor. Mesela öğretmenlerin aldığı paraları herkes çok iyi biliyor. Ama manevi tatminleri çok yüksek. O maaş dev bir fabrikatörün kazandığı milyon dolardan daha değerli. Ben, maddi kazanç kaygısı olmasın demiyorum. Bu kaygının yerli olduğu yerler var ya da yersiz olduğu yerler var. Anne-babaları eleştirdiğim bir nokta var. Maddi olarak her şeyi yapan ama çocuklarına zaman harcamayan anne babalar üzgünüm iyi bir ebevyn değiller. Çocukla zaman harcanmalı. Bunun telafisi yok.
BABAMIN ÇOCUK GiBi İLK ADIMLARINI GÖRDÜM
* Senin demlenme sürecin nasıl oldu? Çocukluğundan bu yana Metin Hara olmadan önce ne yaptın?
- Türkiye’de ilk 100’e girip Üsküdar Amerikan Koleji’ne gittim. Sonra fen bölümünü seçtim. Mühendis filan olmak için. Zaten o dönemde ağırlıklı olarak o seçiliyordu. Ben 17 yaşındayken babam trafik kazası geçirdi. Oradaki hastane süreci, sağlık çalışanları, doktorlar ve hasta bakıcıları gördükten, neyle uğraştıklarını anladıktan sonra fizik tedavi bölümünde okumaya karar verdim.
* Babanın kazasından sonra nasıl bir süreç geçirdin?
- Haftalarca evde uyumadığım bir dönem var. Yoğun bakımın kapısında uyuyorduk. Yaklaşık 1 sene sürdü babamın ayağa kalkması. Tekerlekli sandalye süreci de yaşadık. Çok basit bir kaza değildi. Doktorların insan canına dokunuşu beni çok etkiledi. Sonuçta birinin bir hareketiyle babanızın yaşayacak veya ölecek olması, o insanı çok farklı bir noktaya koymanızı sağlıyor.
* Hastane sürecinden sonra eve geldiğinizde nasıl bir tedavi süreci başladı?
- Babam benim ilk adımlarımı attığımı görmüştür ya, ben de babamın çocuk gibi ilk adımlarını gördüm. Annem hastalandıktan sonra da onun saçını okşadığımda, saçları elimde kalıyordu.
* Annenin nesi vardı?
- Annem 5 ayrı kanser geçirdi.
* Bunların hepsi senin öğrencilik yıllarında oluyor değil mi?
- 16 yaşımda babam ilk kazasını geçirdi. Motordan düştü. Akciğeri delindi ama ilk gittiği hastane fark etmedi. Babam kazadan sonra eve geldiğinde bir anda morarmaya başladı. Ben o sırada balkondan atlayıp yoldan geçen bir ambulansı durdurdum. İkinci kattan aşağı atladım. O işte gerçek bir beta beyin algısı. Bana hiçbir şey olmadı. Zaten olmazdı da. Babam gözümün önünde bilincini yitirdi. Hastaneye yetiştirdik. Kazadan sonraki kış babamın trafik kazası haberini aldık. Bütün bu süreçlerden sonra tam babam iyileşti derken annemin kanser haberini aldık. O süreçte tüm aile çok yıprandık. Sonrasında annemin tedavi süreci başladı. İyileşti dediğimizde hastalık tekrar nüksetti. Neredeyse son 10 senedir annemizin bu hastalık süreciyle yaşıyoruz.
* Bu süreçte sen kendi yolunu nasıl belirledin?
- İnsan ırkı gerçekten çok ağır durumlarla sınandığında yaşamda kalma güdüsüyle yeteneklerini geliştirmek zorunda kalıyor. 18 yaşında ilaç bulmak için ecza depolarına girmeye başladığımda, babamın işi battığında Bağkur sırasında bir şeyleri yapılandırmaya çalıştığımda ve evimizin elektriğini kesmeye geldiklerinde ölümüne çalışmam gerektiğini anladım. Başka bir şansım yoktu. Açıkçası bu benim seçimim değildi.
* Ne işler yaptın?
- Seminerler vermeye, oyunculuk yapmaya başladım. Garsonluk da yaptım. Neredeyse her alanda çalıştım.
* Seminerleri nasıl verebildin? Eğitimin var mıydı o dönemlerde de?
- 12 yaşında içsel yolculuğuma başladım. 15 yaşıma gelip biri tarafından keşfedildiğimde öğrenmeye ve emek harcamaya devam ettim. Üniversitede fizik tedavi bölümünde okumam, babamın fizik tedavi sürecinden sonra oldu. Babamı fizik tedaviciler ayağa kaldırdı. Ben onun borcunu insanlığa ödemek istedim. Öğrendiğim o içsel şeyler, tıbbi literatürle birleşmeye, bazen de çatışmaya başladı. Ben de sorgulamaya onların birleşip uyum içerisinde hem duygu hem bilimle nasıl ilerleyeceğini çözmeye çalıştım.
* En kıymetli hocan kimdi?
- Çok fazla var. Çapa’da, şu anda da milli takımla çalışan Bülent Bayraktar var. Bülent Hoca muhteşem bir adamdır. Babamla ilk kayıt yaptırmaya gittiğimizde babam koltuk değneğiyle zor yürüyordu. Onunla Göztepe’den Avcılar’a otobüsle gittik. Normalde Bülent Hoca’nın kayıt sırasında orada olması imkansızdı. Bülent hoca gönüllü olarak o gün gelmiş. Beni görmüş ve uzakta babamla diyaloglarımı izlemiş. Bana “Benim babamla böyle bir ilişkim hiç olmadı. Çok kıskandım sizi” dedi. Bülent Hoca anatomi dersimize giriyordu. Çalışmak zorunda olduğum için dersine giremediğim bir gün sınıfta beni sormuş.
Arkadaşlar da gelmediğimi söylemiş. Hoca “Bu derste de yok sayılırsa sınıfta kalacak” demiş. Sonra da yoklama kağıdını buruşturup çöpe atmış. “Bugün yoklama alınmadı, Metin’e selam söyleyin” demiş. Manisa’da Serpil adında can bir hocam var. Hocalık iddiası olan biri değil. Bana “Sen İstanbul çocuğu değilsin, Anadolu’nun çocuğusun. Ben senin gönlünü tanıyorum” der.
* Onun mesleği ne?
- Hiçbir mesleği yok. Bir yerde tanıştık ve bana destek olmak istedi. En zor zamanımda mesaj atar, dostluk gösterir. Bir şey yapıyor mu dersen yapmıyor ama aslında çok şey yapıyor. Ve şimdi bana “Ben senin ne olacağını görüyordum, sen gönül çocuğusun” diyor. Yine Manisa’da kör bir sufi hocası var. Çok az insanı görür bu adam. Beni çağırdı bir gün. Yanına gittiğimde bana “ Sen aşk çocuğusun, sizin nesliniz tükenmişti. Sen nereden çıktın. Kendini zeki zannediyorsun ama biraz kaskafalısın” dedi. Allah allah dedim. Sonra devam etti “Sen odunu suladığında ağaç olur mu zannediyorsun?
Odunları sulamaya zaman harcıyorsun. Ağacı sulayacaksın, odunu değil” dedi. Sersem gibi bir halde çıktım yanından. Hayatımda çok değerli minik hocalar da var. Mesela yeğenim Leo. Bir gün evde denize atlama oyunu oynamak istedi. Ben de yere atlamasın diye “Deniz soğuk” dedim. Leo bana döndü “Dayı, güneşi denize attım ısındı artık” dedi.
ADRIANA LIMA iLE TÜRKİYE’DE GÖRÜŞTÜK
* Adriana Lima Instagram’da senin kitabını ve birlikte çektirdiğiniz bir fotoğrafı paylaşmış. Nereden tanışıyorsunuz?
- Yaklaşık 2 senedir sürekli Los Angeles’a gidiyorum. Ne yapıyorum biliyor musun? Hollywood yıldızlarıyla çalışabilmek, bu kitapları İngilizceye çevirebilmek ve dünyaya yayabilmek için çabalıyorum. Mesela gidip bir karavanın önünde 4 buçuk saat sırt çantamla bekliyorum. Ola ki o yıldız beni kabul eder, onunla seans yapar, derdimi anlatabilirim diye. Bir tane menajer “Böyle binlerce teklif geliyor. Sen önce benim kuaförüme git” dedi. Ben kuaföre gittim. Kuaföre seans yaptım. Kuaför dedi ki “Ortağıma git”. Gittim ortağına seans yaptım. Ortağı annesine yolladı, ona da gittim. Benimle herkes dalga geçiyor. Bavul ticareti yapar gibi 40 tane kitabı bastırıyordum Türkiye’de. İngilizceye çevirip orada sokakta insanlara veriyordum. Sonra soruyordum “İngilizcesini beğendin mi? Anlamakta zorlandın mı” diye. Ve ne oldu biliyor musun? Üçüncü gidişimde Hollywood yıldızlarından birine ulaştım.
* Kime?
- İsmini vermeyeyim ama bir şovun hostu. Bir rapçi müzisyen de duydu. Sonra çok tanınan bir dizi oyuncusu. Şu anda genç neslin takip ettiği bir kadına...
* Adriana Lima ile nasıl tanıştınız?
- Adriana’ya da ulaşmaya çalışmıştık ama kolay değil böyle şeyler biliyorsun. Adriana’ya benden bahsetmişler. Geçenlerde bir iş için Türkiye’ye gelen Adriana “Metin İstanbul’da mı, onu görmek istiyorum” demiş.
* Peki, nasıl buldun?
- O kadar ilginç bir insan ki. Mesela lobiye inip beni karşıladı. Kitabımı imzalayıp verdim. Bana geçen hafta “Yıldızlardan gelen dostum nasılsın” diye mesaj attı. “Senin bütün dünyanın tanıması lazım ve bunun için ben arkandayım” dedi.
KENDİMİ KORUMUYORUM ÇÜNKÜ SALDIRAN DA BENİM
* Metin kendini et yemeyerek, kahve içmeyerek, yürüyüş yaparak, okuyarak, zamanını iyi kullanarak nasıl koruyor?
- Kendimi korumuyorum. Neden çünkü biliyor musun, saldıran da benim. Kimi kimden koruyacağım? İnsanlarla bazen fikir ayrılığına girdiğim nokta o. Onlar kendi hayatlarında olduklarından bile kendilerinin sorumlu olmadığını düşünüyor. Ben doğuda ölen bir çocuktan kendimi sorumlu hissediyorum. İyilik dediğimiz kavramın sınırları farklı. Bana “Çocuğun var mı” diye soruyorlar. Fizyolojik olarak olmadığını söylüyorum. “Ne demek” o diyorlar. “Yeğenin mi” sorusunu soruyorlar. “Sadece o değil, yeğenimin arkadaşları da benim çocuğum” diyorum. Kanımdan doğma değil diye ben o çocuğu korumayacak mıyım? Nasıl bir ırkçılık bu. Sonra bana diyorlar ki “Çocuğumu koşulsuz seviyorum”. “Peki, çocuğun için böbreğini verir miydin” diyorum. “Tabii ki verirdim” cevabını veriyorlar. “Çapa’da böbrek için yatan bir çocuk hasta var, onun için verir misin” diyorum. “Veremem” diye yanıt veriyor. Demek ki çocuğunu koşulsuz sevmiyorsun. Çocuğuna sevgin bile koşullu. Onun senin çocuğun olması bir koşul diyorum. Şimdi bana sorun koşulsuz seviyor musun diye sevemem. Gönül dağarcığım o kadar gelişmedi ama o yoldayız, varır mıyız bilmem.
SORUMLULUKLARIMIZDAN KAÇIYORUZ
* Antidepresan kullanan çok insan var. Ne söylersin?
- İnsanlar uyanmak için bir kimyasala, kafeine ihtiyaç duyuyor. Sevişmek için ilaca ihtiyaç duyuyor.
Gülümsemek, uyumak tuvalete gitmek için kimyasala başvuruyor. İnsan ırkının temel beş özelliği bu. Başka bir şey yapmıyor. Biraz sorumluluğumuzdan kaçtığımızı düşünüyorum. Bu arada belki beni aşan psikiyatrik bir durum vardır ve psikiyatrlar antidepresan kullanmak gerekir derler. Onu ayrı tutuyorum. Ama hasta, doktoru yalnız bırakıyor. Antidepresanı alıyor mesela, bana söylüyor. Yogaya başla veya spor yap diyorum. Serotonin salgını artır. Düzgün ye ve sigarayı azalt. Bir yandan antidepresan alıyor, bir yandan günde 3-4 kahve ve sigara içiyor. Doktorun elinde sihirli değnek yok ki. Antidepresan seni yavaşlatıyor.
Mutluluk hormonu salgılatıyor. Kafein stres hormonu yani karşıt hormon salgılatıyor. Sen antidepresanı tamamen yok ediyorsun.
BÜTÜN DÜNYA BİZİ KISKANIYOR DEMEYİ BIRAKALIM
* Türkiye’nin şu anki durumunda sence en çok yapmamız gereken şey ne?
- Türkiye’nin tanımadığı ırklara, insanlara öfke kusmayı bırakması lazım. Bana diyorlar ki niye bırakıp gitmiyorsun. Ben buranın toprağında yeşerdim. Bomba patladığında havaalanındaydım. Taksimetreleri 100 dolara açıyorlardı insanlar. Bizim ahlaki çöküntü yaşadığımız bir dönem. Biraz özeleştiri yapalım. Bırakalım ‘bütün dünya bizi kıskanıyor’ demeyi. O yüzden bizler önce bir ahlakı gönül eksenine alacağız. Bir örnek vereyim. Nusret çok eleştiriliyor. Ben, et yemeyen bir insanım ve et endüstrisini seven de biri değilim. Bir arkadaş ortamında çok fazla eleştirildi. Eve gittim hakkında arama yaptım. Hayat hikayesini okuyunca helal olsun dedim. Ama onun hayat hikayesini bilmeyen herkes eleştiriyor.
DENİZ’LE HAPİSHANEDE TANIŞTIK
* Deniz Seki tahliye olduktan sonra karşıladığımız gün sen de oradaydın. Deniz’le hapishanede tanıştığınız doğru mu?
- Evet. Deniz’in Bakırköy Kadın Cezaevi’nde görüşme yapacağım insanlar içinde olduğunu bilmiyordum. 10’ar dakika yaklaşık 30 kişiyle tek tek görüşmelerim oldu. Deniz de katıldı. Geldiğinde elinde kitabım vardı. Deniz’e “Dışarı çıktığında insanlara ne mesaj vereceksin” diye sordum. Deniz ağlamaya başladı. “Bunu düşüneceğim Metin” dedi. “Senin hayatının mesajı olacak” dedim. Mahatma Gandhi’nin çok güzel lafı vardır. “My life is my message” . Çok etik bir laftır. Konuştuğunu yaşamak. Ben çok feyz alırım bundan.
Millet tepeden konuşur ama yaşamına baktığında öyledir ya. Bizim de konuştuğumuzu biraz yaşayacak kadar samimi olmamız lazım. Ben Deniz’e o görüşmeden sonra bir şiir yazdım yolladım. O da bana bir şiirle yanıt verdi. Adalet Bakanlıığı damgalı bir mektup geldi. Elim titriyordu Deniz’in mektubunu açarken. O kadar güzel yazmış ki. Zaten o gönülden o çıkar. Tahliye olduğu gün beni de davet ettiler. Deniz’i orada ikinci kez gördüm.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR