Güncelleme Tarihi:
Oyuncular ve yakınları sürekli set saatlerinden yakınıyorlar ama aynen devam edip köklü değişim için pek de bir şey yapmıyorlar. Akla şu soru geliyor; “Set saatlerinden bu kadar şikayet ederken neden oynuyorlar?” Konsey bu soruyu masaya yatırdı...
Onur Baştürk: Oyuncular hep şikayet halinde dizi sürelerinden, ama ellerinden bir şey gelmiyor. Gidip kuzu kuzu oynuyorlar!
Bir ara toplu bir şekilde protesto etmişlerdi ama işe yaramadı. Onların durumu da Türkiye’deki birçok sektörün durumundan farksız işte: Şikayet et et, sonra yine git saatlerce çalış.
Oysa şikayet etmek bir yere kadar. Ya değiştirmek için bir şey yap ya da sistemi terk et, değil mi ama?
Hiç olmadı bari söylenip durma...
Ömür Gedik: Hangimiz şikayet ettiğimiz halde birçok şeyi yapmaya devam etmedik ki!
Para kazanıyor diye memnun olanlar vardır tabii ama çoğunluk şikayetçi. Ama o çoğunluktan birileri öne çıkıp, kendini ortaya attı diyelim, sonra sağına soluna arkasına bakıp yalnız olduğunu görebilir, aynı Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi.
Bir süper kahraman lazım. Oyunculardan süper kahramanı oynamak isteyen de yok sanırım
Cengiz Semercioğlu: Kimse yalandan ağlaşmasın... Sektörde tüm kanallar zarar ederken, yapımcıların kârları düşerken fiyatı sürekli yükselen tek bir grup var: Oyuncular...
Dizi sürelerinin sürekli uzamasının bir nedeni de, onların bu ‘anormal’ ücretlerinin karşılanamaması. Böyle bir reklam pastası yok...
Çünkü bölüm başı 800-900 binlik bir diziyi karşılamak için kanalın 130 dakikalık kaset yayınlaması lazım. Ancak bu sürenin içine açacağı reklamlarla maliyet karşılanıp, kara geçiyor.
Süreler uzun diye yıllardır ağlaşan oyunculara; “Dizi süreleri 70 dakikaya inecek ama siz da ücretinizin yarısını alacaksınız” desek ortalığı yıkarlar...
Oyuncular hem karnım doysun hem pastam dursun derdindeler...
Melike Karakartal: Sektör ayrımı yapmaksızın bizde ne yazık ki şöyle bir düşünce yapısı var: “Sen bu işi yapmak istemezsen veya şikayet edersen bu işi senden daha ucuza seve seve yapacak hatta bedavaya yapacak adam bulunur.”
Herkes bu baskının stresi altında eziliyor, öyle iş yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla insanlar zar zor buldukları işlerinin, ekmek paralarının ellerinden alınmasını istemiyor, çoğu zaman sessiz kalıyorlar.
Yan rollerde olan veya henüz çok büyük isim yapmamış oyuncular iş kaybetme korkusundan seslerini çıkarmayabiliyor.
Dizilerdeki çalışma saatleriyle ilgili tepkiyi Kenan Doğulu’dan ziyade Beren Saat’ten duymak isterim esasında.
Diğer önemli oyuncular da birleşip köklü değişikliklere sebep olacak bir hareket başlatmalı.
Yoksa bu işlerin düzeleceği yok. Ses çıkarmadıkça sömürü artar, bu her yerde böyledir.
Koca bir sektör sömürü üzerine dönüyor.
Dizi aşkları çaresizlikten mi
Onur: Setlerde başlayan aşklar biraz da seçeneksizlikten değil mi? Sabah akşam aynı insanı görüyorsun. E gördüğün insan da eli yüzü düzgün hani. Sivilceli komşu kızı/oğlu değil!
Belki karakteri sana çok uymuyor ama yapacak bir şey yok. Set dışında sosyal hayatın o kadar az ki! Haliyle sette gördüğüne önce kanın kaynıyor.
Hem işin “konuşulma” yanı da var. “Dizideki aşk gerçek oldu” haberi yapıldı mı, yapımcı dahil herkesin hoşuna gidiyor bu cilveli durum!
Cengiz: Sabahın körü, gecenin bir yarısı demeden haftanın 6 gününü 8-10 saat sette geçiren oyuncu ne yapsın? Ya oradaki yönetmen, ya rol arkadaşı, ya senarist biriyle aşk yaşayacak sonunda... Bir de üç aşağı beş yukarı her sektör için geçerli bu...
Devlet dairesinde çalışan memur kiminle aşk yaşıyor? Gidip golf hocasını bulacak hali yok. Modern dünyada herkesin karşı cinsi ilk bulacağı yer çalışma ortamı sonuçta...
Ömür: Vallahi set aşkları bence duygusal değil tamamen fiziksel bir durum. İlişkisi yoksa, kalbi boşsa, göz kimi görür, ten kime dokunursa ona aşık olur insan.
E bir de tabii bunların hepsi güzel kadınlar, yakışıklı erkekler. Libido denen bir şey var, öyle değil mi? Dizide oynarken ve hayatın sette geçerken dışarıdan biriyle ilişki başlatmak çok zor. İki seçenek var bu durumda; ya yalnız olacaksın ya da setten biriyle beraber. Ben de setten birini seçerdim herhalde.
Melike: Dizi aşklarının pek çoğunun gerçek olduğunu düşünüyorum, insanın gününün neredeyse tamamını geçirdiği bir yerde birine ilgi duyması kadar normal ne olabilir?
Kendi hayatımızda da bu böyle olmuyor mu? Kendi çevremizden, çalıştığımız yerden veya arkadaş çevremizden birini seçiyoruz, sokaktan adam çevirip “Pardon, sizi kendime çok uygun gördüm, birbirimizi tanıyalım isterim” demiyoruz!
Öte yandan “sınırlanmışlık” duygusu da etkili oluyordur. Günün çoğunu beraber bekleyerek geçiriyorlar, bir süre sonra bu tanışıklığın romantizme dönüşmesi kaçınılmaz.
Ne kadar çağdışı bir söylem
Kaya Çilingiroğlu, “Kadınlar trafikten men edilsin” dedi, ortalık karıştı. İşte Konsey’in bu konudaki görüşleri...
Onur: Kaya Çilingiroğlu böyle sansasyonel lafları sever, ama “Kadınlar trafikten men edilsin” cümlesi artık sansasyonel bile değil. Sıradan, seksist, vasat bir açıklama.Kimse kimseyi trafikten men edemez, burası Suudi Arabistan değil. Daha önemli problemlerimiz var. Trafik yoğunluğu gibi. Bunun yerine bence insanlar özel araçlarıyla trafiğe çıkmayı azaltmalı. Metroyu kullanmalı.
Ömür: Kaya çok tatlı, bayılıyorum ona. Böyle saçma, modası geçmiş lafları nereden buluyor acaba. İyi ki konuyu açtı; ben de fikrimi söyleyeyim; tam tersine, daha çok kadın araba kullanmalı. Yersiz sollamalar, emniyet şeridi ihlalleri, Bağdat caddesi araba yarışları, küfür, kavga azalırdı.
Melike: Bazı kadınların trafikten men edilmesi gerektiği doğru ancak trafikten men edilmesi gereken erkeklerin sayısı kadınlardan daha fazla! Fakat kadınlarda da “Ne yaparsam yapayım haklıyım” tavrı oluyor.
Ters yöne giriyor, o haklı. Yol istiyorsun, inattan vermiyor, bir de camı açıp bağırıyor, çünkü o haklı. Sol şeritte 20 km hızla ile gidiyor, arkasında 10 kilometre kuyruk olmuşuz... Uyardığın zaman bağırıyor, yine o haklı. Arkadan çarpıyor, yine o haklı. Kadın ve erkeklerin trafikte davranışları birbirinden çok farklı ama erkekler daha tehlikeli.
Cengiz: Bunların ne kadar çağdışı söylemler olduğunu hâlâ anlayamadık ki? Kimsenin kimseyi bir şeyden men etme hakkı yok.
Bana trafikten men edilecek tek bir isim söyle deseniz çok istememe rağmen Kaya’nın ismini bile veremem. Çünkü Kaya’nın kadınları trafikten men etme hakkı olmadığı gibi benim de yoktur...
Kadın ünlülerin kankası gay erkekler oluyor
Kate Hudson, arkadaşım dediği Nick Jonas ile aşk yaşadıkları yazılınca “Bir kadınla bir erkek arkadaş olamaz mı” diye isyan etti. Olabilir mi?.. Peki ya ünlü ve kamera önündelerse?
Onur: Kadınla erkek bal gibi arkadaş olur. Ama konu ünlüler olunca hemen yanlarındaki karşı cinsi “sevgilisi” sanıyoruz işte. Bizde kanka ünlüler var mı diye düşünüyorum.
Sinem Kobal-Kenan İmirzalıoğlu
Mesela Özcan Deniz’le Nurgül Yeşilçay... Bir de “çift” olarak kanka olanlar var. Mesela Özge Özpirinçci-Burak Yamantürk çiftiyle Sinem Kobal-Kenan İmirzalıoğlu çiftini yazın Çeşme’de beraber eğlenirken görmüştüm. Korkuyorlar galiba, sevgili etiketi yapıştırılmasından... O yüzden kadın ünlülerin kankası genelde gay erkekler oluyor.
Özge Özpirinçci-Burak Yamantürk
Cengiz: Bir taraftan birinin ilgisi varsa kankalık olamaz... Bakın Burcu Esmersoy’la Arda Turan olabildi mi? Çok kankaydılar, ne oldu?.. Ama bu ünlü kadınların her görüştükleri erkekle sevgili olacakları anlamına gelmez...
Ömür: En yakın arkadaşlarım hep erkekler oldu. Erkekler sır tutma, dert dinleme konusunda gayet güvenilirler. Ama kadın erkek kankalar göz önünde insanlar olunca iş “acaba sevgililer mi?”ye kadar geliyor.
Bunun sorumlusu biraz da beraber oldukları halde “sadece arkadaşız” diyen ve üç gün sonra el ele görüntülenen ünlülerimiz.
Melike: Kadın ve erkek elbette arkadaş olabilir. Tabii ünlülerin arkadaşlığında iş o kadar kolay değil, illa bir aşk dedikodusu yapılıyor, magazin malzemesi olmaktan kaçamıyorlar.
Kate Hudson
Bir de tabii Kate Hudson’un eski eşi Matt Bellamy ile olan arkadaşlığı tipi “eski koca arkadaşlığı” var. İşin içinden aşkı çıkardığında geriye iyi arkadaşlık kalıyor. Hülya Avşar ile Kaya Çilingiroğlu mesela. Levent Yüksel ve Sertab Erener.
Daha ne kadar Emek Sineması’yla yaşayacağız
SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) Ödül Töreni geçtiğimiz hafta yapıldı. Geceye Emek Sineması protestosu ve Cem Yılmaz’ın “Böyle bir gecesiyi neden hiçbir televizyon canlı yayınlanmıyor” eleştirisi damga vurdu...
Onur: Ödül töreni her zamanki gibi vasattı ama Emek protestosu şahaneydi. Sinema yazarlarının yeni Emek’e gitmeyeceklerini açıklaması da... Bakalım sözlerini tutacaklar mı? Cem Yılmaz da SİYAD sözcüsü gibi oldu. Onlardan daha çok SİYAD’ın haklarını savunuyor.
Törenin hiçbir kanalda yayınlanmamasını eleştirmesi şahaneydi. Ama bence bu törene bir sponsor lazım. Böylece TV kanalları da sponsorlu iş olduğu için yayınlamak için yarışa bile girebilir...
Ömür: SİYAD üyesi bir sinema yazarı olarak ödül törenlerimizin büyük özverilerle yapıldığına bizzat şahidim. Tüm imkansızlıklara rağmen iyi iş çıkarıldığını düşünüyorum. Her törende bizi yalnız bırakmayan Cem Yılmaz ve onlarca değerli oyuncumuz yeter. Özellikle Cem Yılmaz milyon dolarlar harcanan törenlerden daha fazla haberin çıkmasını sağlıyor sağ olsun. Neden bir televizyon kanalı yayınlamıyor konusunda yerden göğe haklı, çok şey kaçırıyorlar.
Melike: SİYAD gecesini hiçbir televizyon kanalının yayınlamamasını çok yadırgıyorum. Hadi canlı yayınlamayın, kaydedin, sonra banttan verin... Oscar’lar dünyada yılın en büyük TV olaylarından biri, SİYAD gecesi de Türkiye için böyle konumlandırılabilir, rengarenk yıldızlar geçidi izleriz.
Cengiz: Daha ne kadar Emek Sineması’yla yaşayacağız? Oldu, bitti, yıkıldı... Yerine yapılan binanın en üst katına taşındı; orijinaline sadık kalınarak, güzel de bir Emek Sineması yapıldı. Benim gönlüm de olduğu yerde korunmasından yanaydı ama olmadı... Bırakın artık Emek protestosu yapmayı da Atlas Sineması’na sahip çıkın... Allah uzun ömür versin Türker İnanoğlu’ndan sonra Atlas da yok olup gider...
MERYEM UZERLİ ( İNDİ )
◊ İndiğine katılmıyorum. Bu hafta Annemin Yarası vizyona giriyor, gidip oyunculuğunu izleyin... Dizisi ölü doğmuş bir işti... Sabah programı sunacak lafı da sosyal medya şakasıdır, yoksa siz inandınız mı? (Cengiz)
◊ İnşallah ters köşe yapıp filmde bizi şaşırtır. Sabah programına gelince; eğer teklif gerçekse ve kabul ederse yanlış yapmış olur. (Ömür)
◊ En son sabah programı yapacağını duydum, umarım doğru değildir. Dizisi battı, filminin de öyle çok ilgi göreceğini sanmam.
Meryem Uzerli markasını o kadar kötü yönetiyor ki, acilen silkinmesi lazım. Yoksa yakında sadece kozmetik markasıyla baş başa kalacak. (Onur)
◊ Severek takip ettiğim biri. Ne yazık ki içinde bulunduğu sektör, kariyerini doğru yönetemeyenleri çiğ çiğ çiğneyip yutmaya hazır bekliyor her zaman.
İyi yönlendirilmesi, doğru işler yapması lazım, yoksa tükenmişlik sendromundan daha yorucu sıkıntılarla uğraştırır insanı bu dünya. (Melike)
HAZAL KAYA ( ÇIKTI )
◊ Zayıflamış, giyim tarzı değişmiş. Bu yüzden katıldığı canlı yayında kimse tanıyamadı ve onu konuştu. Bu da bir marifet tabii. (Onur)
◊ Kilo vermek herkese iyi geliyor. Bakın kilo verip ‘magazin konseyi çıkanlar’ listesine bile girebiliyorsunuz! Hazal’ın askerleriyiz deyip diyete girmenin tam zamanı. Hazır havalar da ısınıyorken. (Ömür)
◊ Ünlüler ne yazık ki kilo alınca ölümcül bir hastalığa tutulmuşçasına eleştiriliyor. Bunun çok adaletli olduğunu düşünmüyorum. Şimdi gerçekten büyüleyici görünüyor. (Melike)
◊ Genç kızlığın tombalaklığı vardı üzerinde şimdi çok zarif bir kadın olmuş... Zayıflaması, tarzı, saçları ve yeni stiliyle Oscar gecesi Digiturk’te yorumcuydu, gönüllerin Oscar’ını aldı... (Cengiz)
SILA ( ÇIKTI )
◊ Afro saçlarıyla gösterişli bir şekilde arz-ı endam etmesi hoş. Ben sadece defileye özel bir şarkı yapılmasını beklerdim. Yeni bir şey. Ya da canlı söylemesini. Bu biraz tembel işi bir sürpriz şov olmuş. (Onur)
◊ Sıla iyi bir sanatçısı. Onu playback yapması hoşuma gitmiyor. Böyle bir defilede podyuma çıkacaksa, orkestrasıyla canlı da söylemeyeceğine göre, şarkı söylemeden bir iki yürüseydi daha iyi olurdu sanki. Mankenlere taş çıkartacak kadar güzel ne de olsa. (Ömür)
◊ Sıla’nın enteresan bir enerjisi var, girdiği her ortamın havasını değiştiriyor. Defilede de tam bu olmuş. (Melike)
◊ Sıla sadece bu haftanın değil son yılların çıkışta olan ismi... Defilede mankenleri gölgede bırakıp tüm gazetelerin manşetlerine çıkması da bunu gösteriyor. Ayrıca yeni saç modelini de çok sevdim... (Cengiz)
FUTBOLCU EŞLERİ ( İNDİ )
◊ Vallahi bana onların lüks otomobillerinden de rüküş kıyafetlerinden de gına geldi.
Hiçbir meziyeti olmayan bu insanlar haber olmaya bayılıyorlar. Ve bunun esiri oluyorlar. Bir süre sonra da “marka” filan olduklarını sanıyorlar. Tam şuursuzluk! (Onur)
◊ Bu konuya ne yazacağım derken Wesley Sneijder’ın eşi Yolanthe’nin kurduğu ‘Free a Girl’ adlı derneğinin son yedi yılda 3 bin 600 kızı fuhuş batağından kurtardığını okudum. Böylesi de oluyor demek ki!
Keşke hepsi şöhret, güç ve paralarını böyle değerli şeylerde kullansalar. (Ömür)
◊ Futbolcuların kültürü ne ki, eşlerinin ne olsun diyeceğim tüm futbol camiasına ayıp olacak... Ancak dünyada da böyledir, o kadar parayı ne yapacaklar, görgüsüzce harcamaktan başka... (Cengiz)
◊ Bana adını bilmediğim bir futbolcu eşinin Instagram hesabını gösterin size, üç saniyede şak diye “Hah, bu futbolcu eşi” derim. Önce karı koca paralarını nereye harcayacaklarını şaşırıyorlar, ilk yaptıkları iş kendilerini lüks arabalara, evlere ve gece hayatına vurmak oluyor.
Kadınlar 30’larını bile gelmeden güzellik meselelerine takıp estetiğe vuruyorlar kendilerini, ardından hayır işleri geliyor.
İhtiyaç sahipleri aracılığıyla kendi vicdanlarını rahatlatmak için yapıyorlar, işte bu rahatsız ediyor insanı. (Melike)
EMOJİLİ KONSEYE BUYRUN
Onur bunu sevdi
Bir söyleşisinde kadınlara, “Erkek çocuklara ağlamayı öğretin” diyen Ayşen Gruda’yı...
Cengiz buna üzüldü
İpek Açar’la yaptığım röportajdan sonra Beste Açar’ın yorumlarına... Sizin aranızdaki husumet beni ilgilendirmiyor Beste... Yeni albümü çıkmış bir sanatçı olarak İpek’le röportaj yaptım ben... İşim bu...
Melike buna bayıldı
“Gönül Örgüsü” kampanyamıza ünlü ünsüz herkesin gönülden desteğini görmek umut verici. Harikasınız!
Ömür bunu alkışladı
Zeki Demirkubuz’un Kocaeli Üniversitesi’ndeki söyleşide “halk anlayacak diye, toplumun düzeyi bu diye bir tür kendini inkar olan bir tutumla kendimi bir kenara koyup benim kim olduğumu değil de, benden ne beklendiği üzerine film inşa edilmesini utanç verici buluyorum” demesini...
Amerika’da bir restoranda yemek yerken cep telefonuna bakmayan çiftlere dondurma hediye edilmesini... Bizde de yapsınlar...
Melike buna çok güldü
Leonardo DiCaprio’nun Oscar almasına dair yapılan caps’leri.Özellikle “Leonardo bayramı” caps’ini...
INSTAGRAM KARE AS
Filizakink... Filiz Akın da artık sosyal medyada ve onca sahte hesabının arasında kendi hesabını tanıtmaya çalışıyor. Ben fotoğrafların yanında güzel söz paylaşımlarını da beğeniyorum. Özellikle “Tebessüm kana en hızlı karışan ilaçtır” cümlesine bayıldım. (Ömür)
Türkan Şoray’ın instagram paylaşımlarını takip ediyor ve beğeniyorum. İşte onlardan birinde Sezen Aksu ile bir fotoğrafını koyarak altına şöyle yazmış: “Sevgili Sezenciğimin acısını paylaşıyorum... Anne acısını bilirim”... (Onur)
Murat Boz annesinin doğum gününü Instagram’a koyduğu bir kare ile kutladı. Altına not olarak “Yaş yolun yarısı ama biz hep anasının kuzusu, canım annem, güzel annem” yazmış. Ne hisli, ne güzel bir jest. (Melike)
Şimdi bu kareyi bizim çocuklar çekse, biz gazeteye bassak ‘paparazzi’ oluruz... Özel hayat diye başlanır hemen... Ama Hande Subaşı, ‘pardon biraz erken oldu sanırım” diyerek bu kareyi paylaştı... Kuvvetle muhtemel bu seferki ‘paparazzi’ eşi Can Tursan olmalı... (Cengiz)
Türklerin yaşayabileceği ülkeleri seçtik
Konsey toplantısı için buluştuğumuzda hurriyet.com.tr’de yayınlanan “Türklerin yaşayabileceği en iyi 5 ülke” adlı yazı da dilimizdeydi. Bu konuda da görüş bildirmeden duramadık tabii...
Ömür: Benim tercihim Hollanda. Üniversite yıllarında altı ay kadar kaldığım ülkede herkesin İngilizce konuşuyor oluşu, iki eski sevgilimin orada olması, sarışın yakışıklıları, dümdüz topraklarda neredeyse hiç yokuş olmaması ve yeşil doğası son derece çekici.
Onur: Bence Arjantin/Buenos Aires! Bir kere gittim, aşık oldum. İstanbul’u andırıyor. Ama onun kadar çileli bir şehir değil. En önemlisi de insanları. Şahaneler, sıcakkanlılar, hem Latin hem de çok Avrupalılar.
Melike: İnsanların kanun, kural tanımadığı, her konuda uyanıklık etmeye meylettiği, trafiğin “kelle koltukta turizm” olduğu, herkesin birbiriyle kavgaya tutuştuğu kaotik her ülkede hayatta kalırız gibi geliyor bana. Mesela Hindistan. Orada gayet rahat yaşarız bence!
Cengiz: Hangi Türklerin? Yüzde 49’dan bahsediyorsak Endonezya ya da Malezya... Yüzde 51’den bahsediyorsak Amerika, İngiltere, Fransa’dan başlayarak İspanya, İtalya diye devam et... Ama genele vurduğumuzda Türkler, Endonezya kafasında rahat yaşar!