Güncelleme Tarihi:
Sunucu Deniz Bayramoğlu, kendisine sorulan "Dilediğiniz kişiye, dilediğiniz soruyu sorma imkanı verildi. Bu kim olurdu ve ne sorardınız?" sorusuna Mustafa Kemal Atatürk yanıtını verirken, "Onunla arkadaş olsak çok güzel olurdu. Hakikaten çok isterdim bunu. Ona şeyi sorardım ‘Paşam yorulmadın mı?’. Belki bu günlerin getirdiği fazla duygu yüklü olmanın sonucu olurdu ama bunu sorardım" dedi.
* Konuklarımı ağırlamadan önce interneti tarayarak hakkında neler olduğunu öğreniyorum. Sosyal medyadan ve ekrandan sizi tanıdığım kadarıyla bazı bilgilere sahip olabildim. Başarılı bir insan, iyi bir eş ve iyi bir aile babası olduğunuz hissini veriyorsunuz. Bütün bunların ışığında başka bir şeyi merak ediyorum. Siz kimsiniz?
Bu tarihin en önemli sorularından biri. Bugün felsefe diye bir bilim dalı varsa, din diye tanımladığımız bir olgu varsa veya insanlık diye tanımlayabileceğimiz bir kavram varsa hepsi tamamen bu sorunun etrafında şekilleniyor. Düşünme ve beyin yetileri bizim gibi olan ilk atalarımız kafalarını kaldırıp gökyüzüne bakıp herhalde bu soruyu sormuşlardır. Galiba bir yerlerde gizlenmiş veya bir dağın ardında billurlaşmış bir şekilde bekleyen bir ben yok. Kimlik denen şey arayış sırasında inşa edilen bir şey. Elbette doğuştan gelen bazı özelliklerimiz var. İşlenmesi gereken dümdüz bir tahta olarak dünyaya gelmiyoruz, mayadan gelen bir şeyler var. Hayatınızın bir noktasında geri çekildiğiniz zaman gördüğünüzdür ben kimim sorusunun cevabı. Bugün tarihi bir şekilde dondurma şansım olsaydı verebileceğim yanıtlar var ve onların bir kısmını sen söyledin. Hayatta her zaman iyilikten ve doğruluktan yana olmaya çalışan bir bireyim. Hayatın her alanında adalet isterken kuyrukta bir adım öne geçmemeye çalışıyorum. Eğer insanlığın sahip olması gerektiği bir düsturdan bahsediyorsak bunu öncelikle kendi hayatımda var etmem gerektiğini düşünüyorum.
* Belki dünyayı siz değiştiriyorsunuz böyle yaparak.
Hiç öyle bir iddiam ama yok ama şunu biliyorum ki ben mutsuz olursam sen de mutsuz olursun. Önce biz kendimizi bir hesaba çekelim. Biz kimiz ve neyiz? Temel etik anlayışımız ne? Biz o ahlak anlayışını X bir kişi karşısında ne kadar temsil edebiliyoruz?
* Bizi izleyenler bir şeyleri sorgulayacaklardır bu cevaplardan sonra...
Herkesin bir aydınlanma noktası muhakkak vardır. Bunu aramak gerekiyor.
* Ben stajdayken tedrisatım Kanal D Haber’den geçti. Orada bana WhatsApp ihbar hattını verdiler ve önemli şeyleri not almamı istediler. O günün sonunda eve gittiğimde kal gelmişti ve bazı şeyleri sorgulamıştım. Bizim insanımız haberi ve gazeteciliği adalet mercii gibi görüyor. Biz acaba millet olarak yanlış mı tanımlıyoruz? Haber ve gazetecinin aracı olması gerekiyor ama sorunu çözmesi gereken kişi olarak ulaştıklarını hissetmiştim orada. Toplumda meslek tanımımız mı yanlış yoksa orada farklı beklentiler mi var?
Aynısını ben de düşünüyorum. Hatta bunu yüksek sesle dile getirdiğim ve istemeden kalbini kırdığım insanlar da oldu. Siz yazarsınız düzelir, siz anlatırsanız düzelir ya da kadro istiyoruz siz söylerseniz olur gibi talepleri bulunuyor. Kadro istiyorsanız, istediğinizi belirtecek bir şey yapın ve biz onu anlatalım. Gazetecilik anlayışı gerçekten biraz bozulmuş. Bunun sebepleri üzerine uzun uzun konuşabiliriz. Türkiye’deki toplum yapısı nasıldır sorusundan başlayıp bugün yaşadığımız süreçte bizzat gazetecilerin ve televizyoncuların davranış biçimlerine kadar gidebilir. Vatandaş tarafından bozulmuş bir bakış açısı olduğundan bahsediyoruz ama diğer tarafa geçtiğimiz zaman bu bakış açısından rahatsız olmayan aksine toplumun kendini koyduğu yerden fazlasıyla memnun olan bir gazetecilik anlayışı da var. Bir kamu görevlisi olduğunu unutarak meşhur biriymiş gibi yaşamaya çalışan anlayışta söz konusu.
* Bugün Türkiye’nin en hit kanallarından birinde haber sunuyorsunuz. Siz oradasınız ve kanal Türkiye’nin birçok yerinden izleniyor. Ben bu insanın sokak hikayesini merak ediyorum. Paylaşabileceğiniz bir sokak hikayesi var mı? İnsanlar görüyor mu sizi sokakta?
Pandemi döneminden dolayı hayır. Tırnak içerisinde söylüyorum ben Sırça köşkünde yaşamıyorum. Benim hayatım sokakta, mahallede ve toplu taşımada geçiyor. Ayrıca toplu taşıma kullanmanın medeniyet olduğunu düşünüyorum. Sık sık tanıdığını ifade etme ve fotoğraf çekilme gibi taleplerle karşılaşıyorum. Ben zaten hayatın içinde olmazsam hayatı nasıl anlatacağım? Yani gazeteci olmamın yeterli koşulu bu. İnsanları yargılamayan, sorgulayan ve anlamaya çalışan birisi olmam gerekiyor. Böylece iyi bir gazeteci olabilirim. Kanal D Ana Haber’e çıkıp “İyi akşamlar sevgili seyirciler, Kanal D Haber’e hoş geldiniz. Ben Deniz Bayramoğlu.” dediğim zaman bu adam benim anladığım dilden konuşuyor demelerini sağlamalıyım. Beni bilecek, beni görecek ki benim anlattığım hikayeye inansın. Yoksa nasıl yapabilirim ben bu işi?
Haber dediğimiz şeyin uç bir örnek olması gerekiyor haber olabilmesi için. Uç örneklerle karşılaşınca ister istemez algı dünyanızda birtakım uçlaşmalar oluşuyor. Bunun böyle olduğunu bilmek ve bunu kendinizde gözlemlemek önem taşıyor. Bir yerde böyle bir tepki verdim ama bu benim vermem gereken bir tepkim miydi yoksa iş yerinde gördüğüm 20 tane erkek terörü, 30 tane çocuğa yönelik şiddet ya da 60 tane hayvana yönelik şiddet haberlerinin verdiği bir karar mıydı? Önce bunun kararını vermek gerekiyor. Ben çok küçük bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Kişisel kıyafetlerimden ev eşyalarına, evime aldığım insanlardan günlük hayatta gördüğüm insanlara kadar bir kota koymaya çalışıyorum.
* Haber neden güldürmüyor? Eğlendiren haberlerin reytingi moral bozan haberlerin reytinginden çok daha düşük mü her zaman?
Hiç öyle bir şey yok. Aksine biz Kanal D Haber’de insanların yüzünü güldürecek haberler de yapmaya çalışıyoruz. Yüz güldürecek haberlerden kastımız komik veya magazin haberleri değil. Ülkede olan güzel şeyler de var. Biz onları göstermeye çalışıyoruz. İnsanlara umut veren durumları da vermeye çalışıyoruz. Ama tabii ki memleketin genel gündemi izin verdiği müddetçe. Azerbaycan'da bir savaş var ve topraklarını kurtarmaya çalışıyor. Öte taraftan Kuzey Irak’ta PKK terörü Türkiye’ye sızmaya çalışıyor. Suriye, ayrı bir sıkıntı haline geldi; paramotorla geldiler daha yeni. Doğu Akdeniz veya Ege’de de benzer durumlar mevcut. Böylesine bir ülkede bunların haberini vermeniz gerekiyor ve her şeyden önemlisi 1 saat kadar bir ana haber vaktiniz var. Bu süreyi bir şeylere bölmek zorundasınız. Böyle bir atmosferde biz her gün ve yeniden bu işi yapmaya çalışıyoruz.
* Challenge bölümüne geçmek istiyorum. Hayatınızdaki en saf kişi kim?
Çok büyük bir oranda eşim diyebilirim.
* En komik?
Eşimle birbirimize komiklikler yapıp birbirimizi çok güldürüyoruz. Bazen konuşurken deliler evinde yaşadığımızı söylüyoruz.
* Ne konuşuluyor?
İş veya haberler hakkında konuşuluyor.
* İşi eve getirmiyoruz gibi bir durum yok o zaman.
Eskiden iş günde 8 saatti ve mesai vardı. İş hayatı kavramı 24 saate yayıldı ve bunu hiç onaylamıyorum. Ama pratikte baktığımızda hele ki bizim işimizden bahsediyorsak kolay değil.
* Siz kıskanç mısınız?
Türkiye’de kadın olmak başlığı altında bunu tartışmak gerekiyor. Bir erkek olarak hayatımdaki kadının önünde engel olmamalıyım. Onun zaten böyle bir şeye ihtiyacı yok, o ayrı bir konu. Ama ilkesel olarak söylüyorum bunu. Aksine kapatmak yerine önünü açmam gerektiğini düşünüyorum. Kıskançlık ve biçimi tüm bu anlamda hayatını paylaştığın insanla nasıl olması gerektiği önemli. Bunu baskı altına almayacak bir şekilde yapmaya çalışıyorum.
* Bu sizi zorluyor mu?
* Tabii ki zorluyor. Erkek egemen bir toplumda yetişmiş ve bu değerler dört bir tarafını sarmış kişinin bu düsturlara karşı çıkması zor. Herhangi bir anlaşmazlıkta kişi düşmandan çok haine kızar. O yüzden var olan ve sonucu erkek terörüne giden mevcut yapıya dahil olmamaya çalışıyorum. Olmuyorum demiyorum bakın olmamaya çalışıyorum.
* Ona aslında öyle olmadığını anlatabilir misiniz?
Baya bir zaman önce bir grup arkadaş ile dergi çıkaracaktık. Onun öncesinde de ben bir tipleme ile ilgili birtakım notlar almıştım. Ben yazacaktım birisi çizecekti onu. Sonra benim için bazı şeyler olmadı ve ben o girişimden ayrıldım. Fakat o arkadaşlar girişimi devam ettirdi ve birkaç sayı çıkardılar. O birkaç sayıda benim yarattığım tipleme devam etti. Dergi başarısız olmasına rağmen tipleme tuttu ve evrildi. Herkeste o tiplemenin girişimde birlikte olduğumuz arkadaşın olduğunu zannetti. Ben biliyorum, o da biliyordur tabii. Bana aitti ama gidip yüzleşmedim.
* Onu nasıl sevdiğinizi tarif eder misiniz?
Uyandığınız zaman aklınızdaki tek düşüncenin o olması, gün içerisinde bir sürü şeyle uğraşırken aklınızda olması, gece yatarken son düşündüğünüz şeyin o olması ve sabah uyandığınızda tekrar aklınızdaki şeyin o olması. Böyle seviyorum.
* Aşkı yaşama biçiminiz nasıl? Deniz Bayramoğlu nasıl aşık olur?
Tam olarak ve net bir şekilde söyleyebilirim hemhal olmak. Birliğini kaybetmeden ikiyken tek olmak. Hem eriyeceksin ışığın içinde hem de sen olarak kalacaksın.
* Öncesi ve sonrası olmasa bu sorunun, bir bankta otururken size soruyor olsaydım ve “Neden?” deseydim ne derdiniz?
Çünkü çok merak ediyordum.
* En son en çok istediğiniz şey neydi?
İyi bir bağlama.
* En son en çok neye şaşırdınız?
Bir medya dedikodusuna.
* En son en çok neye hayır dediniz?
Haber toplantılarımızda bir haberin girmesine ve giriş şekline baya bir hayır demişimdir.
* Dilediğiniz kişiye dilediğiniz soruyu 83 milyonun izlediği bir programda sorma imkanı verildi size. Bu kim olurdu ve ne sorardınız?
29 Ekim’de haber merkezinde uzun uzun Atatürk’ü konuştuk ve çok güzel bir bülten hazırladık. Konuşurken yakışıklı bir olduğunu da sürekli vurguladık. Liderliği, dehası, devlet adamlığı veya diğer özelliklerinin yanı sıra kalabalık bir ortamda fotoğraf çektiriyor ve göz hemen onu görüyor. Her şeyi ile öne çıkıyor. Onunla arkadaş olsak çok güzel olurdu. Hakikaten çok isterdim bunu. Ona şeyi sorardım ‘Paşam yorulmadın mı?’. Belki bu günlerin getirdiği fazla duygu yüklü olmanın sonucu olurdu ama bunu sorardım.
Çok teşekkür ederiz tekrardan.
Ben teşekkür ederim.