Güncelleme Tarihi:
◊ Klasik bir soruyla başlayalım, bir projeye “evet” demenizi sağlayacak olan şey neydi?
- Doğru yerde olduğumu hissettiğimde “evet” derim. Bir projeye evet dedikten sonra, bu benim için hayati bir mesele haline geliyor. Ayrıca, her şey bir meydan okuma. Henüz keşfetmediğim bir şey verip veremeyeceğimi gerçekten bilmediğim deneyimlere ihtiyacım var. “Bunu yapabilirim” diye düşünürsem, o proje benim için daha az ilginç olur. “Little Girl Blue” filminin senaryosunu okuduğumda da, anlaşılmadığı ve kimse onu dinlemediği için mücadele eden, 2016’da Me Too hareketinden hemen önce intihar eden bu kadının duyulmasını istedim. Artık burada olmasa bile söylediklerini birinin dinleyip anlamasını istediğim için kabul ettim bu filmi.
◊ Me Too demişken... Bu hareket başlayalı birkaç yıl oldu. Sizce sektörde ne kadar yol kat edildi?
- Kadın hakları konusunda daha gidecek çok yolumuz var. Uzun zamandır oyuncuyum. İçinde bulunmamam gereken durumlara sokuldum. Bugün hâlâ gençliğimizden, oyuncu olarak sahip olduğumuz tutkudan yararlanacak bazı hasta adamlar ve bazen de kadınlar var. Ama bugünkü gençler bu yapılanların doğru olmadığını, biri rahatsızlık verici bir şey istediğinde “hayır” diyebileceklerini biliyor. Ben genç bir oyuncuyken, çok farklı bir seçeneğim olduğunu bilmiyordum. Gençlerin bizim yaşadıklarımızı yaşamayacaklarını bilmek, iyi hissettiriyor. Her devrim başarılı olmuyor, henüz hiçbir şeyin kazanılmadığını bilmemiz gerekiyor. Yapacak çok işimiz var. Bu devrimde erkekler, kadınlarla beraber hareket ettiklerinde işler gerçekten değişecek. Hepimiz aynı gemideyiz, bunu herkesin anlamasını istiyorum.
BU BİR İYİLEŞME YOLCULUĞU VE BANA KENDİMİ HATIRLATIYOR
◊ “Little Girl Blue” filminde canlandırdığınız ‘Carole Achache’ karakterinden bahseder misiniz?
- Bir karakterle bu kadar mücadele etmeyi beklemiyordum. Mona Achache de bana annesiyle gerçekten mücadele ettiğini anlattı. Ne kadar zor olduğunu göstermek istedi. Bu ilginçti. Çünkü bir role büründüğünüzde, olayların kamera arkasını görmeyi beklemiyorsunuz. Bu durum benim için bile garipti. Ama evet, kendimi bu kadın soyuna çok yakın hissettim. Çünkü maalesef bu dünyadaki pek çok kadın benzer şeyleri deneyimledi. Annem, büyükannem ve hatta daha da çoğu, erkeklerle çok zor ilişkiler ve cinsel saldırılar yaşadı. Bu arayış beni çok etkiledi çünkü bu bir iyileşme yolculuğu bu bana dokunuyor. Bana kendimi hatırlatıyor...
◊ Sizce kadınlara yönelik bu sistem nereye kadar böyle sürecek?
- Kürtaj mesela. Kanunlar olduğunu ve artık kendimiz, bedenlerimiz için karar verebileceğimizi düşünüyoruz ve sonra birdenbire her şey geriye gidiyor.
CANNES’A ÂŞIĞIM
◊ Cannes’a uzun yıllardır katılıyorsunuz. Festivalle ilgili en sevdiğiniz anınızı bizimle paylaşır mısınız?
- 12 yıldır Cannes’da filmlerim olduğu için gerçekten şanslıyım. Jacques Audiard’ın filmi için ilk kez kırmızı halıda yürüdüğümde, bu olağanüstüydü. Ben çocukken, Cannes’ı bir rüya yeri olarak görürdüm. Evet, ilk sefer gerçekten çok güzeldi ama sadece bir anı seçmek zor. Çünkü her yıl yeni bir filmle, bazen Cannes’ı ilk kez deneyimleyenlerle geliyorum buraya. Cannes, dünyadaki en güzel festivallerden biri. Bu festivale gerçekten âşığım.
FRANSIZ AKSANI OLDUKÇA ZOR
◊ Hem Hollywood hem de Fransa’da çalışıyorsunuz. İngilizce ya da Fransızca konuşarak oynadığınızda farklı bir şey hissediyor musunuz?
- Her film farklı, her karakter farklı, her hikâye farklı, her yönetmen farklı... Ama İngilizce ya da Fransızca söz konusu olduğunda, beyninizi nasıl organize ettiğiniz gerçekten teknik bir mesele. Ayrıca hangi aksanın üzerinde çalışmam gerektiği de önemli. İngiliz mi, Amerikan mı, Polonyalı mı, İtalyan mı, hatta Fransız mı... Aslında Fransız aksanı yapmak oldukça zor. Bir karakter üzerinde çalışmaya başladığımda, onun nefes alma ve konuşma şeklini bulmak en zevk aldığım şeylerden biridir. Sesin nereden geldiği gerçekten önemli, çünkü kim olduğunuz hakkında çok şey anlatıyor. Aynı zamanda İngilizceyi de seviyorum.