Güncelleme Tarihi:
Yeni sezonda Marvel sinematik evreninin en güçlü, en arızalı ve en gerçek karakterlerinden Jessica Jones’un geçmişinde küçük bir yolculuğa çıkıyoruz. Fiziksel güçlerini nasıl elde etti? Hayatının en büyük yarasını açan Kilgrave gerçekten öldü mü? Peki Jessica Jones bir katil mi yoksa bir kahraman mı? Cevaplar ikinci sezonda.
Üstelik Türkiye izleyicisine güzel bir sürpriz de var. Kuzey Kıbrıs doğumlu Türk oyuncu Halil Özşan, (Hollywood’da bilinen ismiyle Hal Ozsan) Trish Walker’ın gazeteci erkek arkadaşı Griffin Sinclair olarak karşımıza çıkıyor.
Dizinin yaratıcısı Melissa Rosenberg ve başrol Krysten Ritter ile dizinin çekildiği mekan ve stüdyolara ev sahipliği yapan New York’ta buluştuk.
İkinci sezonun tüm bölümlerinde yönetmen koltuğunda kadınlar var. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Melissa Rosenberg: Öncelikle şunu söylemeliyim, önceliğimiz cinsiyetten ziyade yetenek. İlk başladığımızda kadın ve erkek dengesini en azından yarı yarıya olacak biçimde düşünmüştük fakat sektörde o kadar fazla sayıda yetenekli kadın yönetmen var ki iş ilerledikçe “Neden bilinçli bir tercih yaparak sadece kadın yönetmenlerle çalışmıyoruz?” dedik. Sadece kadın yönetmenlerle çalışma kararından sonra “O kadar çok kadın yönetmen var mı, emin misiniz?” diyenler vardı ama benim cevabım “Aklınızı mı kaçırdınız?” oldu! Eğer bu sezonda çalıştığımız yönetmenlerin programları uygun olmasaydı çalışmak için teklif götürebileceğimiz daha bir liste dolusu kadın yönetmen vardı aklımızda!
Kadın yönetmenlerle çalışmak sizin için neleri değiştirdi?
Krysten Ritter: Bence en önemlisi bu iş için en doğru insanı bulmaktı ve bu sefer o bir kadın oldu, bunu çok heyecan verici buluyorum. Jessica Jones zaten kadınların ağırlıklı olduğu bir dizi, kadınlar tarafından yaratıldı, dizinin yıldızları kadın, kamera arkasında, ses departmanında da kadınların sayıca çok olduğu bir yapım, dolayısıyla benim için ilk sezondan farklı hissettirmiyor.
Jessica çok güçlü ve çok katmanlı bir kadın karakter, dizideki diğer kadın karakterler de öyle. Sizce dizi, bu özelliğiyle yıllar boyunca erkek egemenliği ve baskısının hakim olduğu film ve dizi endüstrisine bir mesaj gönderiyor mu?
K.Ritter: Tüm endüstriye mesaj gönderiyor mu bilmem ama ben Jessica’nın en çok belirli bir kalıpta olmamasını ve androjen görüntüsünü seviyorum. Vücuduna yapışan kıyafetler giymiyor, bugüne kadar yıldız/ kahraman olarak gördüğümüz tiplere pek benzemiyor. Dizinin oldukça büyük bir hayran kitlesi var ve onlar “Ben de Jessica gibiyim, ben de farklıyım” diyor, önemli biri olmak için mükemmel görünmek zorunda olmadıklarını görüyorlar.
“KADIN BAKIŞI” DEĞİL “İNSAN BAKIŞI”
Jessica Jones’un hem karakterler, hem konu hem de sanatsal açıdan kadın bakışını yansıttığını söyleyebilir miyiz?
M.Rosenberg: Bugüne kadar kameranın arkasında, karar mekanizmalarında hep erkekler vardı, dolayısıyla hikayeleri erkek gözünden görmeye alışığız fakat şimdi bir anda kadınlar kameranın arkasında olunca bu “kadın bakışı” oluverdi! Hayır, bu “insan bakışı”dır, bir cinsiyeti olmasına gerek yok. Tabii bunlar hala hayatımızda yeni konular.
K.Ritter: Bence bu dizinin çığır açan yönü, “kurtarılmaya” ihtiyacı veya böyle bir talebi bulunmayan bir kadının hikayesi olması.
M.Rosenberg: Jessica “Kurtarılmayı bekleyen prenses” değil, öte yandan Trish ve Jessica’nın arkadaşlık ilişkisine baktığımızda sürekli birbirlerini kurtardıklarını görüyoruz. Malcolm’u da kurtarıyor, başka bir zaman Malcolm Jessica’yı kurtarıyor… Yöntemleri bazı zamanlar biraz sorunlu olsa da aslına bakarsanız konu birbirlerini kurtarmaları değil, karşılıklı göz kulak olmaları…
Sizce Jessica Jones’un sevilme nedeni, dizideki iyi veya kötü tüm karakterlerin, izleyenlere gerçek hayatta karşılaştıkları kişileri veya kendilerini hatırlatması ve güç mücadelelerini daha iyi anlama fırsatı sağlaması mı?
K.Ritter: Bununla kesinlikle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. İzleyenler kişisel olarak derin bir bağ kurduklarını söylüyorlar Jessica ile. Dizide gerçeküstü bir dünya var ve bu ortam bize bazı gerçek hayat konularını başka bir seviyeye taşıyarak işleme imkanı tanıyor. Pek çok insan diziyi bu yönüyle seviyor, hem ayakları yere basan, hem de son derece bağ kurulabilir buluyorlar. Ekranda kendilerini gördüklerini söylüyorlar, Jessica geçmiş travmalarının bugünkü yaşamını tanımlamasına izin vermiş bir karakter değil. Dolayısıyla küçük bir zafer elde ettiğinde bile buna çok seviniyorlar. Jessica bir sonraki günün ona ne getireceğini bilmiyor, yaşamını sürdürmeye çalışıyor sadece ve izleyiciler onu kendilerine benzettikleri için bağlanıyorlar. İzleyenlerle karşılaştığımız zaman çok duygusallaştıklarına şahit oldum, bazen karşılıklı ağladık bile… Bu, benim için de hayat değiştiren bir deneyim.
Peki bu sezon Jessica’nın yaralarını iyileştirebildiğini görecek miyiz ve bu onu değiştirecek mi?
M.Rosenberg: Ölümde dönmüş insanlar ne kadar terapi alırlarsa alsınlar, o yaranın tamamen iyileşmesi mümkün değildir… Bu da hayatta kalabilmenin bir parçası zaten, tamamen arkanızda bırakamazsınız ama başınıza gelene yaşamayı öğrenirsiniz. Oluşan hasarı dönüştürür, kendinize yeni bir hayat yaratırsınız, dolayısıyla travmaları da hep Jessica’nın bir parçası olacak, travmalarının kaynağına inebilse bile bir anda iyimser, rengarenk bir karaktere dönüşmeyecek.
K.Ritter: Katılıyorum, Jessica’nın çok travmatik bir hayat öyküsü var, çok büyük zorluklar yaşamış, onun hayat yolculuğunu takip ederken izleyici kendisiyle de bağ kuruyor. Kimse mükemmel değil, herkesin büyüklü küçüklü kişisel yaraları, herkesin zor bir hayatı var ve bence Jessica Jones’u bu yüzden seviyoruz.
DOĞASI GEREĞİ POLİTİK DURUŞU VAR
Trump çağında kadını merkeze oturtan ve gücünün altını çizen bir dizinin politik duruş da sergilediğini de düşünüyor musunuz?
M. Rosenberg: Güçlü bir kadın karakterin hikayesini anlatıyoruz, bir politik duruş sergileme niyeti olsa da olmasa da konunun doğası gereği böyle bir özelliği var.
Hollywood Kadın Yazarlar Birliği (League of Hollywood Women Writers) kurucularındansınız. Son dönemde kadın yazarların daha özgürce çalışabildiklerini düşünüyor musunuz?
M.Rosenberg: Bu çok ama çok yavaş bir gelişim süreci. Yakın bir zamanda kadın yazarlara bir öğle yemeği daveti verdim ve seksen kişiyiz, bu harika. Bu gelişme durmayacak ama hızlı olduğunu da söyleyemem.
“TRISH, JESSİCA’YI DENGELİYOR”
Dizinin yaratıcısı olarak sizi en başta bu karaktere çeken özellikler nelerdi?
M. Rosenberg: Jessica’nın insancıllığı, yaraları, kusurları, yaptığı aptalca hataları, alkolizmi… Jessica insanların kendilerini görebildikleri bir karakter ve bu karakter izleyiciyi öyle bir deneyim içine sokuyor ki, başına ne gelirse gelsin düşünce yine ayağa kalkıyor ve izleyici her küçük zaferde karaktere biraz daha bağlanıyor.
Orijinal hikayeden neleri dizide işleyeceğinize veya neleri dışarıda bırakacağınıza nasıl karar verdiniz?
M. Rosenberg: Jessica’nın hikayesini besleyecek öğeleri ve duygu dönüşümünde yer alan karakterlere yer verdim. Kilgrave, yaralarının en büyük nedeni, haliyle onun dizide işlenmesi gerektiği en baştan beri belliydi. Aynı zamanda arkadaşlarıyla karşılıklı oyununu görmeyi de çok seviyorum, Trish, Jessica’nın gücünü dengeleyen bir öğe, Trish’in her şeyi var, Jessica’da olan güç hariç. Bu dinamik, hikayenin dengesi için gerekliydi.
“13 SAATLİK FİLM ÇEKİYORUZ”
Tüm sezon bölümlerini arka arkaya çekerek hepsini aynı anda yayınlamak sizin hikaye anlatıcılığınız açısından hangi dinamikleri değiştirdi?
M.Rosenberg: Aslına bakarsanız biz 13 saatlik bir film çekiyoruz, bölüm bölüm. Dizi özeti diye bir şey yok artık, bu bizim için çok özgürleştirici. Devam eden bir hikaye var ve bu akış bize daha fazla ayrıntı anlatmak için zaman tanıyor. Olumsuz yanı ise, çok fazla hikaye anlatmak zorunda kalıyor olmak ve hikaye anlatımını 13 saat boyunca merak uyandırıcı kılabilmek.
Sizce Jessica Jones bir film olur mu?
K.Ritter: Bence Jessica Jones’a dizinin 13 saat olması daha çok yarıyor çünkü dışarıdan bakıldığında kırılmaz bir kabuk içinde yaşıyor ve izleyicinin aşırı duygusal iç dünyasını görebilmesi için bu kadar zamana ihtiyaç var. Onu standart bir filme sığdırmak kolay değil, bir tane büyük bir savaş veriyor ve o savaşın hikayesini anlatıyor değiliz, bizimkisi daha çok bir karakter çalışması gibi…
TÜRK OYUNCU SÜRPRİZİ
Kuzey Kıbrıs doğumlu Türk oyuncu Halil Özşan, (Hollywood’da bilinen ismiyle Hal Ozsan) Jessica Jones’a ikinci sezoda dahil oldu. Oyuncu, dizide Trish Walker’ın gazeteci erkek arkadaşı Griffin Sinclair olarak izleyici karşısına çıkıyor. Özşan daha önce de Lucifer, Dawson’s Creek, True Blood, Six Feet Under gibi dünyaca ünlü dizilerde rol almıştı.