Güncelleme Tarihi:
◊ “İstanbul Deyince” sizin fikriniz sanırım. Anlatır mısınız “İstanbul Deyince” eski İstanbul’a özlem var mı?
- Evet, benim fikrim. Bundan yaklaşık 15 yıl önce oluşturdum kafamın içinde. Ben burma sazcıyım. Asıl mesleğim o. Ama bir sinema geçmişim de var. Ertem Eğilmez’in asistanlığını yaptım 10 sene kadar. Bu projeye gelince...
Ben iki-üç kuşaktır İstanbulluyum. Bu yüzden İstanbul ile ilgili bir şeyler yapsam dedim. Çünkü burayla organik bir bağım var. Devamında İstanbul ile ilgili yazılmış şiirleri toplamaya başladım. O şiirlerden bir dramaturji yaptım. Biz üç kişiyiz sahnede. Onur Şenay ve Eda Özel’le birlikteyiz. Onur ile Eda oyuncu. Ben onların şiirlerinin içine eden herif olarak sahnede yer alıyorum! Ama benim de okuduğum iki üç şiir var.
◊ İstanbul’a methiye gibi mi?
- Hayır. “Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul” diyen şiir de var, “Rezil İstanbul” diyen de... İstanbul insanlara çok farklı şeyler hissettirmiş. Biz bunlardan bir kolaj yaptık. Oradan oraya, buradan buraya geçtik. Ama bunu bir yere oturtmamız gerektiğini düşündük ve sonunda o temel İstanbul’daki inşaat terörü oldu.
Fotoğraf: Selçuk ŞAMİLOĞLU
◊ İnşaat terörü mü?
- Evet, şu anda yaşadığımız bir inşaat terörü var İstanbul’da. Ben Kadıköy yakasında oturuyorum. Her taraf paramparça, her yer toz ve çamur içinde, asfaltlar mahvolmuş durumda. Bu epey daha sürecek gibi.
◊ Zaten sahne dekorunuz da bu durumu yansıtıyor...
- Fonda bir İstanbul görüntüsü var. O resmi biraz photoshop ile bozduk. Galata Kulesi’nin tepesini devirdik, oraya bir tane kepçe soktuk, dumanlar, inşaat... Dekor da bir inşaat iskelesi şeklinde. Ben bir inşaat işçisi kılığındayım. Diğer arkadaşlar eski İstanbullular. Yaptığımız iş, şiirli vurmalı gösteri. Afişte geçen adı da o.
İNSANLAR 1600 YILDIR BU ŞEHRİN İÇİNE EDİYOR
◊ İstanbul haksızlığa mı uğruyor?
- Tabii ki uğruyor. Bizim 340-350’li yıllarda yazılmış bir şiir var. Diyor ki şair “Keşke tıkız yapağılı koyunları otlatmayı öğretmiş olsaydı da babam bana, çekip gitseydim bu kentten. Bırakıp gitmek istiyordum bu güzel yapıları, bu güzel kenti. Çünkü galebe çaldı bal arılarına işe yaramaz eşek arıları”... Kent iyi, kent güzel. Fakat içinde yaşayanlar, buranın içine etmeye bundan 1600 yıl önce başlamışlar. Kentin bir suçu yok.
◊ İstanbul için çok mu geç?
- Saçma sapan doldu, kentlilikten çıktı. Yaşanmaz bir hale geldi. Politik bir söylem değil bunlar. Günümüzden söz etmiyorum. İşte söylüyorum. Adam 340 yılında demiş ki “İllallah buradaki yaşayan insanlardan. Maalesef bu güzel kenti bırakıp çekip gitmek istiyorum ben”... İstanbul’un nüfusu o zaman ne kadardı bilmiyorum ama şu anda 20 milyona gidiyoruz. Bu çok mantıksız.
◊ Bir noktada kilitlenecek galiba şehir...
- Allah kahretsin, kilitlenemiyor da bir türlü (gülüyor). Kilitlense belki zorunluluktan bir çözüm çıkar. Bir de öyle bir kent ki burası, öyle bir enerjisi var ki, öyle çekip gitmek de kolay değil.
◊ Bağımlılık yapıyor sanırım İstanbul...
- Kötü bir bağımlılık. Vazgeçemiyorsun. İşimizi burada kurmuşuz, yaşamımızı burada kurmuşuz, nereye gideceğiz?
METROBÜSE BİNEMİYORUM ÇÜNKÜ O DİLİ BİLMİYORUM
◊ Yabancılar da övmüş İstanbul’u?
- Mesela burada yaşayan bir Amerikalı var, Robert Kolej’de de hocalık yapmış. Diyor ki “Yüksek tavanlı, çınçın öten tramvaylı ve fildişi ağızlıklı İstanbul yok artık. Gitti”...
◊ Peki çözüm ne sizce?
- Çözüm önermek hiç haddim değil. Bilmiyorum. Sadece İstanbul için değil. Genel olarak Türkiye için şunu söyleyebilirim; ne zaman ki biz Türkler vatandaş olduğumuzun bilincine varacağız, o zaman birçok şey düzelecek. Yaşadığımız olumsuzluklar gökten zembille inmedi. Bunu biz kendimiz oluşturduk, biz bu hale getirdik.
◊ Hızlı tüketen bir toplum muyuz?
- Evet de niye biliyor musunuz? Üretmiyoruz. Üretmenin ve ortaya bir şey çıkarmanın anlamını bilmiyoruz. Onun için rahatça tüketebiliyoruz.
◊ İstanbul’da en çok nelerin özlemini duyuyorsunuz?
- O kadar çok şey var ki. Beyoğlu’na çıkmayı özlüyorum mesela. Eskiden Beyoğlu’na çıkmak gibi bir şey vardı. Yürüyen merdivene sağda durunuz diye yazılır mı? Bu hangi ülkede var? Saçmalık. Uyarılara bakar mısınız ülkedeki? “Otobüste ayakkabılarınızı çıkarmayınız”, “Yeşil ışıkta kornaya basmayınız” yazıyor.
◊ Metrobüse bindiniz mi hiç?
- Valla ben binemiyorum. Çünkü o dili bilmediğimi fark ettim. Geçen sene bir denedim. En önde duruyorum. Kapının yerini bile ayarlamış bekliyorum. Kapı önümde açıldı ve ben binemedim.
◊ Neden?
- Tekme, dirsek, yumruk, küfür! Hemen kaçtım gittim. Otobüse binmeyi özlüyorum. Sokakta yürümeyi özlüyorum. Cebimde çöp biriktirmeden, ayağımın üstüne tükürülmeden, kırmızı ışıkta durdum diye arkadaki aracın küfür etmemesini özlüyorum.
ACI ÇEKECEKSEM NİYE ÂŞIK OLAYIM
◊ Sizin için aşkın anlamı ne?
- Haydaa. Aşkın anlamı çok zor. Nasıl anlatayım ben şimdi?
◊ Bir müzisyen aşkı anlatamazsa...
- Ben müzisyen değilim bir kere davulcuyum (gülüyor). Bilmiyorum. Ne aşkından bahsediyorsun? Kadın-erkek aşkı mı? Aşk dediğin şey o kadar fazla ki.
◊ Kadın-erkek aşkı...
- Yaşayacaksın abi aşkı. Bir de olumlu bir şey olması lazım. Acı çekeceksem niye âşık olayım? İnsanın duygularını ayağa kaldırıcı bir şey olması lazım. Yerlerde süründüren aşk olmasın. Bunun adına aşk demeyelim. Arabeskçi dostlar zaten bunu son derece güzel tarif edip yazıyorlar.
SEZEN VE KENAN’I TANIMALARI NORMAL DE BEN ŞAŞIRIYORUM
◊ Mutlu olduğunuz tek yer sahne anladığım kadarıyla.
- Evet. Ben 40 yıl İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda çaldım. Belki bilmeyenler vardır diye söylüyorum. Daha bu sene emekli oldum. Onun için sahne iyidir.
◊ Tanınmanız tuhafınıza gidiyormuş sizin. Neden?
- Öyle bir şey beklemiyorum da ondan. Biri sokakta bana “Merhaba” dediği zaman, “Nereden tanıyor bu beni” diye düşünüyorum. Şaşırıyorum... Sezen’e (Aksu), Kenan’a (Doğulu) derler benim çalıştığım, onu anladım.
◊ Bazen onlardan bile fazla konuşuluyorsunuz ama siz. Sahnedeki haliniz, mimikleriniz, doğallığınız...
- Ben bir şey yaşadım ki gerçekten çok hoşuma gitmişti. Sezen ile çalışmaya yaklaşık 8-10 sene ara vermiştik. Sonra aradı beni, tekrar çalışmaya başladık. Açıkhava Tiyatrosu’nda konserimiz var. Bir parça çalındı bitti. Sezen tam bir şey söyleyecek, biri oradan “Hoş geldin Topçuoğlu” diye bağırdı. Bu benim için en şahane alkıştı. Sahnede olmak hoşuma gidiyor ve galiba bunu seyircile de hissettiriyorum.
◊ Yeşilçam’la bağınız neden koptu?
- Yeşilçam’da şöyle bir şey var: Yeşilçam’a ait olmak lazım. Başka bir şey kaldırmıyor orası. Ben biraz onu yapayım, ikide hukuk fakültesinde çalışayım, üçte garsonluk yapayım, olmuyor. Oraya tüm yaşamı vermek lazım. E ben de yaşamak zorundayım. Sinemadan 1 kazanıyorsam müzikten 10 kazanıyordum. Tercih yapmam lazımdı yani. Ama orada bulunmanın bana çok fazla katkısı olduğunu düşünüyorum. Özellikle Ertem Eğilmez’den çok şey öğrendim. Sinemaya dair değil ama, genel olarak yaşama dair, duruşa dair...
◊ Siz de davul çalmaktan yana kullandınız tercihinizi?
- Yok. O dönem de davul zaten vardı. Nasıl yaşıyordum onu da hatırlamıyorum. Çünkü gündüz film çekip gece de çalıyordum. Devamsızlık yüzünden de edebiyat fakültesinden kovuldum zaten. Alman Filolojisi’nde okuyordum. İstanbul Üniversitesi-Alman Dili ve Edebiyatı... İlk seneyi üç kere okuyunca “Artık git” dediler.
Orhan Topçuoğlu, gösteride Eda Özel ve Onur Şenay’la birlikte rol alıyor.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR