◊ Az önce tanıştım, Emily tatlı kızmış...
- Teşekkürler.
◊ Nerede tanıştınız onunla?
- Almanya’da. Dört yıl önce her şeyden çok sıkılmıştım. Düşünmek, sıfırlanmak istedim. Berlin’de bir ev kiraladım...
◊ Nasıl verdin o kararı?
- Arada Berlin’e gidiyordum. Oradaki yaratıcı ortamdan çok etkilendim. Burada bir dinlenmeliyim, kendime dönmeliyim, beslenmeliyim diye düşündüm.
◊ Kaçtın belki de biraz...
- Burada TV’den ya da sinemadan tanınan kimliğinlesin. O yüzden doğal da davranamıyorsun. Londra ve Paris çok pahalı. Ama Berlin yeni yeni yeşeriyordu duvar yıkıldıktan sonra. Dört-beş yıl önce kiralar da daha düşüktü. Ben de hemen oradan ev kiraladım, gittim. Oradan Türkiye’ye bakarak bir kitap yazdım. İsmi “Nevrotik”. Şimdi ikinci baskısını yaptı. Bir ay içinde de roman geliyor.
◊ Cümlesi ne kitabın?
- Bu ülkede yaşıyoruz ve hepimiz biraz nevrotik değil miyiz? Böyle tanımlayabiliriz. Çünkü buradaki tabular, gizli yaptırımlar, o ‘mahalle baskısı’ dediğimiz anlayış aslında kendimizi ifade etmemizi engelliyor. “Başkaları ne der” diye davranmak zorunda kalıyoruz. Bir de çok gergin bir toplum olduk. Belirsizlik, stres, gerilim var. Müthiş yorucu.
◊ Bir kadının şort giydiği için tekme yemesi hakkında ne söyleyeceksin? - Bu kabul edilemez bir şey. Bir ülkede eğer kadın özgür değilse, o ülke yarım bir ülkedir, zayıftır. Kadın ne kadar özgürse, o ülke o kadar tamdır ve büyümüştür. Bunu kaldıramıyorsa, o toplumun erkekleri de zayıftır. Mesele hep o; “kadına ne yapacağız, ne diyeceğiz”? Yahu sen kendine bak! Şort giymişse ne olmuş? Şiddet had safhada Türkiye’de. Bu çok ciddi bir toplumsal tehlike.
◊ Emily ile ilişkine dönelim...- Berlin’de yaşarken tanıştım onunla. Çok doğal ve sakindi. Beni ünlü adam olarak tanımadı. Bir süre sonra söyledim.
◊ Başlarda söylemedin mi?- Hayır... Ama Türkiye’ye geldiğinde buradaki ilgi alaka karşısında büyük şok yaşadı ve açıkçası rahatsız oldu. Çünkü o, ilişkinin doğallığını bozuyor.
◊ Neden bu kadar uzun sürdü bu ilişkin sence? Onun yabancı olmasından dolayı mı, yoksa senin büyümenle mi ilgili?- Bir erkek 30’unu geçince, kendini de zorlarsa elbette ki biraz büyür. Biz erkekler geç büyüyoruz. Bir de bu ilişkide kendim olabilmemle alakalı bir şey. Orada başlaması, beni ben olarak tanıması çok önemliydi.
◊ Peki nasıl bir ilişkiniz var? - Çok sakin bir hayatımız var. Bol bol
film izliyoruz. Fırsat buldukça tatile gidiyoruz.
◊ Ülkesini mi değiştirdi senin için? - Evet, öyle oldu.
◊ Sen yapar mısın?- Burada bu kadar köklü bir hayatım, yani kariyerim olmasaydı, gidebilirdim...
◊ Baba olma istediği, düşüncesi var mı?- Çocuk güzel tabii. Ama henüz değil. Biraz da bakalım Türkiye nereye gidiyor.
KENDİMİ HER ZAMAN FARKLI HİSSEDİYORDUM◊ Senin çocukluğun nasıldı? - Sakin, güzel. Bir ablam var; Yaprak Öz. O da yazar. Romanları var. Annem Tarih öğretmeni, babam mühendis. Okuyan, sanatla iç içe, sakin, mütevazı bir aile.
◊ Çocukken ne olmak istiyordun?- Yazar... Sonra lisede tiyatroya başlayınca, tiyatro okumaya karar verdim. Önce İstanbul Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okudum. Sonra Mimar Sinan’ın Tiyatro sınavlarına girdim ve kazandım. Öyle başladı her şey.
◊ Okul hayatı? - Dışarıda her zaman kendimi farklı hissediyordum. Adapte olamıyordum. Konservatuvara başladığım gün bahçede atlayan zıplayan, taklitler yapan bir sürü insan gördüm. Bir nevi sirk. Pozitif anlamda söylüyorum. Ve kimse birbirine “ne garip” diye bakmıyor. Dedim ki tamam, ait olduğum yerdeyim.
◊ “Televizyon Makinası”, hayatının dönüm noktası mıydı?- Olabilir. Türkiye’de ilk kez canlı yayında doğaçlama yaptık. Ve provokatifti. Biraz gladyatör dövüşü gibi. Bakalım kan çıkacak mı, ne olacak, kim kime ne diyecek... Şov dünyasından birileri geliyor ve siz onlarla provokatif şekilde dalga geçiyorsunuz. Gelen konuklar da bunun farkında. O yüzden iyi bir etki yaptı.
◊ Yapmak ister misin yeniden? - Yaptım, bitti. O kadar yoruldum ki, iki yıl dinlenmek istedim. 60’ın üzerinde tip yaptık. Biraz çılgın bir işti. Stresliydi.
◊ Öyle bir teklif gelse?- Çok geldi. Hep aynı şeyi yapmak istemediğim için iki yılım iş reddederek geçti.
◊ Şu anda bir şov programın olabilirdi... - İstemedim. Ben şovmen değilim, oyuncuyum. O başka bir hayat. Şovmenliğe girdiğiniz zaman bir sürü şeyi unutmanız gerek.
◊ ‘Bir sürü şey’ derken?- Kendin olmaktan çıkıyorsun ve artık televizyon kimliğine dönüşüyorsun. Bir hapis hayatı. Evet, çok para kazanırsın, müthiş popüler olursun ama artık sen sadece o olursun. Aktörlüğünü unutursun. O zaman ben neden dört sene oyunculuk okudum?
◊ Para ne kadar önemli hayatında?- İşte çok önemli değil, görüyorsun. Yoksa kabul etmediğim teklifler öyle kolay geri çevrilecek teklifler değildi.
◊ Dizi oyunculuğunun da reyting derdi var. Son dizin iyi gitmesine rağmen reklam alamadığı için yayından kaldırıldı sanırım. - O biraz darbeyle ilgili. Dizinin başladığı gece darbe teşebbüsü oldu. İnsanlar sadece
haber izlemeye başladı. Demokrasi mitingleri, analizler... Böyle bir süreç oldu.
◊ Algı başka bir yere kaydı öyle değil mi?- Sadece politika konuşuluyor artık. Bir de Türkiye’de son yıllarda bambaşka bir şeye dönüştü komedi. Yaratıcı komedi kalmadı. Komedi, provokatif bir şey. Özgür bir alan, neşe, canlılık, biraz hınzırlık ister. Bu kadar gerilimli bir ortamda komedinin bu dinamikleri çıkınca geriye posası kalıyor.
◊ Posada neler var?- Hareket komedisi, tip komedisi ya da küfür... Bu da komedi değil, komiklik okuyor.
◊ Özgürlüğüne ne kadar düşkünsün? Özgür müsün? - Olabildiğim kadar özgürüm. Hiçbir zaman istemediğim şeyleri yapmadım. Paranın esiri olmadım. Çok da büyük konuşmamak lazım. Bir problemin olur, yapmak zorunda kalırsın. Ama ben bazı dengeleri koruyabildim. Kazandıklarımı harcamadım, bazı küçük yatırımlar yaptım. Öngördüm yani kendimi; ne isteyip ne istemeyeceğimi.
Sahneye çıkmadan 10 dakika önce kimseyle konuşmam
◊ Yine bir gün çekip gider misin Berlin’e?
- Kesin konuşamam.
◊ Gözlerinde sürme mi var? Nasıl böyle güzel hep?
- Yok, doğal. Baba böyle.
◊ İçinde bir enerji topu var gibi. Hep öyle miydin?
- Evet... Öyle olmasaydı o canlı yayını yapabilir miydim?
◊ Sahneye çıkmadan önce dinlenir misin, nasılsındır?
- Sahnede çıkmadan 10 dakika önce duvar gibiyim, kimseyle konuşmam. Çünkü içim öyle oluyor ki, bu öyle bir şey ki, aman aman!
TEKLİFİ DERHAL KABUL ETTİM
◊ “Müthiş Bir Film”i izledim, çok beğendim. Sen bu işe nasıl dahil oldun?
- Senaryo çok naif, çok keyifli yazılmıştı, güzel bir hikayesi vardı. Karakter güzel, romantik, idealist. Ve iş, durum komedisi. Derhal kabul ettim. Yönetmenimiz Emir’le (Khalilzadeh) tanışınca da sevdim, çok rahat bir yönetmen. Çok da iyi anlaştık.
◊ Nasıl bir rolü canlandırdın?
- Ali Kemal. Tam 60’lar idealisti. O dönemin romantiklerini bilirsin. Toplumsal gerçekçi bir film çekmiş ama filmin yarısı yanmış. Filmi tamamlamak istiyor. Bunun için de yapamayacağı bir şey yok. Aşkını da kaybetmiş. Filmi tamamlayıp sevdiği kadını geri kazanmaya çalışıyor. Murat Eken’le beraber oynuyoruz. Onunla çalışmak da çok keyifliydi. İki kafadar; biri yönetmen biri oyuncu. Çocukluktan arkadaşlar. Para bulup filmi tamamlamak için bir sürü komik durumun içine düşüyorlar. Karakteri sevmemin nedeni, aynı anda dört-beş durum birden oynamak zorunda olmamdı biraz da. Rol içinde rol var. Bir ara görme yetisini kaybediyor. Bir ara başka bir kılığa giriyor. Çok oyuncaklı bir rol. Başka ne istersiniz? Hemen atladım üzerine.
Tarık Akan müthiş bir isim ve saygınlık bıraktı
◊ Tarık Akan’ı kaybettik. Türk sineması ağladı geçen hafta. Sen neler söylemek istersin?
- Başımız sağ olsun. Büyük kayıp. Duruşunu hiç kaybetmedi. Cenazeyi gördük; bu kadar büyük sevgi ve insan bırakabildiyseniz arkada, daha ne istersiniz ki? Bu milyon dolarlardan çok daha değerli. Arkasında müthiş bir isim ve saygınlık bıraktı. Bu değerler çok önemli.
◊ Genç jenerasyondan çıkar mı bu kadar sevilen, milyonların kucakladığı sanatçılar sence?
- Eğitimli, çok güzel işler yapıp net duruşu olanlar var...
◊ Halka ulaşabiliyorlar mı sence?
- Bunun için projeye ve sağlam zemine ihtiyacı var. 70’ler daha başka ortamlardı, üretimin yoğun olduğu, Beyoğlu’nda tiyatroların olduğu bir dönemdi...