Pucca
Oluşturulma Tarihi: Eylül 11, 2016 09:24
Bu haftanın magazin gündeminin bombası: 13 yıl evli kaldığı eşinden Temmuz’da boşanan Acun Ilıcalı, Şeyma Subaşı ile pozlarını sosyal medyada paylaşmaya başladı. Peki ayrıldıktan ne kadar zaman sonra yeni ilişkiye başlamalı? Bunu hangi zaman aralığında ilan etmeli? Geçmişe saygı mı duymalı yoksa artık önündeki maçlara mı bakmalı insan?
Bu aralar kadınlar arasında en fazla dedikodusu yapılan kim derseniz, hep bir ağızdan “Şeyma Subaşıııı” diyeceğiz eminim. Acun’un muhafazakâr görüntüsüyle zıtlaşması olsun... Boşandıkları gün, kendisinin attığı “boşandılar” snap’i olsun... Günaşırı iki ülke değiştirmesi olsun... Her saniyesini instagram’da yaşaması olsun... Sağ olsun bizim boş çenelerimizi hiç susturmadı. Ama bu sefer konu bu değil. Acun Ilıcalı’nın boşandıktan iki ay sonra Şeyma Subaşı ile boy boy verdiği pozlar. Buradan yola çıkarak genelleme yaparsak; ayrıldıktan ne kadar zaman sonra yeni ilişkiye başlamalı? Bunu hangi zaman aralığında ilan etmeli? Geçmişe saygı mı duymalı yoksa artık önündeki maçlara mı bakmalı insan?
Sizce evlilik ya da uzun soluklu ilişki bittikten sonra, yenisini ulu orta ilan etmek için ne kadar süre geçmeli? Haydi ilişki neyse de, ertesi gün bile ilan etsen ortalık çok karışmaz. En fazla eş dost hakkında, “O da amma karaktersizmiş, ay işte tanımamışız, vay ben kızı bin kez uyarmıştım” gibisinden üç beş dedikodusu döner. Geride bırakılan, aslında buna da geride bırakılan demek pek hoş değil. Sadece elini diğeri gibi hızlı tutmayan taraf biraz üzülür, kalbi inanılmaz kırılır. Üç beş gün beddua eder. Sonra “Allah’ından bulsun” deyip geri alır. Kendini bir süre, yeni gelenle kıyaslar. “Onu da oraya götürdü mü? Ortak arkadaşlarımızla tanıştırdı mı? Benim hakkımda konuşuyorlar mı? Vicdanı hiç mi sızlamıyor? Neden hâlâ üstlerine iki ton çimento dökülmedi?” gibi şeyleri sorgular. Arada sırada, “Köpek gibi pişman olacak, kapımda ağlayacak” diye kendini kandırmaya çalışanlar da yok değil.
Acun Ilıcalı’nın Şeyma Subaşı’yla ilk Instgram paylaşımı...İş, çoluklu çocuklu evlilik olunca tabii işler biraz daha çirkinleşiyor. İşin içine akrabalar giriyor. Ona verilmiş seneler haram ediliyor. Diğerinde, ‘nasılsa geçecek’ olan umut, bu sefer biraz can acıtıyor. Hatta çok gariptir, adamı suçlamak yerine, kadını suçlamayı tercih ediyorsun. Adamdan böyle bir şey beklemezsin. “Beni bile isteye parçalamazdı, ağzımın içindeydi, omuzlarımdan öperdi” gibi arabeske bağlıyorsun. Ve bu yaptığı ‘saçmalığı’ sadece ve sadece diğer kadına bağlıyorsun. Tek sen kahrolsan iyi tabii. Çocuklar zaten kendi safını anında belirliyor. Hayatlarının daha ilerleyen bölümlerinde yaşamaları gereken, ‘nefret’ duygusunu o an yaşıyorlar. ‘Suçlama’ ‘öfke’ ‘düzen bozulması’ da yanında eşantiyon olarak geliyor.
Tabii işin bir de diğer kalan kısmını dinlemek var. Çok yılmış olabilir, hayatının aşkını gerçekten bulmuştur. Gözü bir şey de görmüyor olabilir tabii. Neticede aşk bitmiş. Bitmiş ki ilişkilerini sonlandırma kararı almışlar. Ee o zaman? Kime ne tabii. Mesela dedem, karısı vefat ettikten 3 gün sonra, abartmıyorum tam 3 gün sonra, eve taziyeye gelenler arasında anneannemi görüyor. Karısının 7’si okunurken ise anneannemle birlikte kaçıyorlar. Onun kendini aklaması, “Ölen ölmüş. Geri dönmesi de imkânsız. Neden oturup acı çekeyim ki?” Yani belki de haklıdır, kim bilir. Hayatı en güzel nasılsa gamsızlar yaşıyor.