Güncelleme Tarihi:
30 Temmuz, Dünya İnsan Ticaretiyle Mücadele Günü… Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisinin (UNODC) Küresel İnsan Ticareti Raporu'na göre, insan ticareti mağdurlarının yüzde 72'sini kadın ve kız çocukları oluşturuyor. Dünya starları da insan ticareti ile mücadelede toplumsal farkındalık yaratmak için bir çalışma başlattı. Ünlü sanatçıların videolarıyla destek verdikleri mücadele için Türkiye'den de, uluslararası başarılarıyla adından söz ettiren ödüllü sinema oyuncu ve yazar Fadik Sevin Atasoy "Sesim Sen Ol" diyerek insan ticaretine dikkat çekti.
Projede Türkiye sözcüsü olarak yer alan Atasoy, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile birlikte Türkiye’nin insan ticareti ile mücadelesine destek veriyor ve toplumsal farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Atasoy, YİMER 157’ye yapılacak ihbarların, insan ticaretine konu olan mağdurların hayatının korunmasındaki katkısına dikkat çekiyor.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün dünyaya eş zamanlı olarak yürüttüğü ‘Sesim Sen Ol’ kampanyasında yer aldınız. Öncelikle bu kampanyanın ne olduğunu anlatır mısınız?
İnsan ticareti, insan hakları ve onuruna karşı işlenen en büyük suçlardan biri ve ne yazık ki bu konuda yeterli bir farkındalık yok. Çocuk dilenciliğinin, erken yaşta evliliğin insan ticaretinin bir formu olduğu bilinmiyor. Bizler de bu tür olaylara tanık olduğumuzda nereye başvuracağımızı bilemeyebiliyoruz. “Sesim Sen Ol” kampanyası bu alanda bir farkındalık oluşturmak ve YİMER 157 aracılığı ile insan ticareti mağdurlarının kurtarılmasına katkı sunulabileceğine dikkat çekmek için hayata geçirilmiş bir proje.
İnsan ticareti konusunda sizi en çok etkileyen ne oldu ve “evet, ben de bu konuda bir şeyler yapmalıyım” dediniz?
İnsan ticareti ve insan kaçakçılığı sürekli birbirine karıştırılan iki olgu. Konuya biraz hakim olmaya başladığınızda toplumsal dokumuza işleyen bazı unsurların da insan ticareti içine girdiğini görüyoruz. Bu unsurların kapsamını gördüğümde oldukça şaşırdım çünkü artık bunu normalleştirmiş ve farkında olmadan insan ticaretine karşı sessiz kalmışız.
Projeye nasıl dahil oldunuz?
Kampanyayı sürdüren ekip, sosyal konulardaki duyarlılığımı dikkate alarak bana ulaştıklarını belirtti. Toplumsal anlamda fark ya da farkındalık yaratabilecek çalışmalarda olmak her sanatçı için bir sorumluluk aslında. Ben de konu hakkında farkındalık yaratma amacı ile konunun mağduru bir genç kızın yaşanmışlıklarından oluşan metni, mesleğim olan oyunculuk sanatının, çekirdeğini oluşturan “etkili hikaye anlatma” üslubu üzerinden kendi mesleki yetkinliğimi ortaya koyarak, “Sesim Sen Ol”a bu alanda destek verdim. Bu konunun uluslararası mücadele kapsamında yurt dışında aynı üslupla, farklı bir yaşanmış hikaye metninin sözcülüğünü de, seyircinin House of Cards dizisinden tanıdığı Robin Wright icra etmişti.
TÜRKİYE’DEN DÜNYA KÜLTÜR SANAT ÜRETİCİLERİNE MESAJ
Aynı zamanda yine Birleşik Krallık’ın en tanınmış kültür ve tanıtma ajansı CNconnect tarafından pandemi dönemi için ‘Türkiye Sözcüsü’ seçildiniz. Nedir bu işin kapsamı? Ve pandemi dönemi için nasıl önerileriniz oldu?
‘Muse’ oyununun uluslararası platformdaki başarısı yurt dışındaki kültür ve tanıtma ajanslarının dikkatini çekmekte. CNConnect, Birleşik Krallığın önde gelen kültür ve sanat etkinlik ve festivallerinin tanıtımını yürütmekte. Edinburgh Festivali'nin başarısının ardından Brighton Festivali'nde aday olmam nedeniyle dikkatlerini çekmişim. Tüm dünyadan farklı ülkelerden seçtikleri kültür üreticilerinin görüşlerini aldıkları bir proje kapsamında Türkiye'den de bir sanatçı olarak sizi sözcü olarak seçtik, karantina döneminde sanatçılar için öneri ve çağrınız ne olur diye sordular. Bunun üzerine görüntülü bir bildiri sundum ve şöyle bahsettim; “Belirsiz zamanlarda tek bir çözüm var. Yardıma ihtiyacı olan birine el uzatmak. Biz sanatçılar yaratırken, yaratmanın hazzını yaşadığımız kadar onu paylaşmaktan da büyük mutluluk duyarız. Bu dönem paylaşabilme şansını kullanabileceğimiz bir zaman. Bu süreçte yaratıcılığınıza dair bir dinlenme ihtiyacı duyuyorsanız başka bir alanda yardımla da paylaşımınızı gerçekleştirebilirsiniz. Kendinizden daha yaşlı birine yardımcı olabilirsiniz mesela. En basiti alışveriş konusunda yardımcı olabilirsiniz. Dünya bu kadar büyük ve geniş görülse de aslında hepimiz biriz. Birliğin amacı da, bu zorlu zamanlarda birbirimize tutunarak bu yolu aşmak. İnanıyorum ki bizler bu zorlu süreci birlik olarak aşabileceğiz.”
BİRLEŞİK KRALLIK’TA BÜYÜK ÖDÜLE ADAY
‘Muse’ ile Edinburgh Fridge Festivali’nde oldukça başarılı bir performans sergilemiştiniz… Geçtiğimiz günlerde de bu rolünüzle ‘En İyi Kadın Tiyatro Oyuncusu’ ödülüne aday gösterildiniz Birleşik Krallık’ta. Neler hissediyorsunuz? Nasıl bir tecrübe oldu sizin için?
Dünya festivallerinde elde ettiğimiz başarılar beni çok gururlandırıyor. Sahne sanatları alanında uluslararası bir datanın içerisinde hem kendimin yazar ve oyuncu olarak hem de oyunumuzun yer alıyor olması bize tahmin bile edemeyeceğimiz kapıları açarken, her başarı sonrası sorumluluklarımız daha da çoğalıyor. Açıkçası gelen başarı bende hem mevcut çıtayı daha da yükseltmek, hem de layığı ile işimin hakkını vermek arzusunu doğuruyor. Edinburgh’tan sonraki en yüksek hedef bir Londra West End, bir de New York Broadway’di. ‘Muse’, iki yerden de kabul görüp davet aldı. Kasım ayında bu festivallerde yer alacağız.
‘Muse’, tüm dünyada büyük övgüyle karşılanıyor. Sizce oyununuzu bu kadar evrensel yapan nedir?
Öncelikle orijinal dilinin benim İngilizce yazmış olmam. Sonrasında Türkçe adaptasyon çevirisi de Türk izleyici için beğeniyle karşılandı. Tek bir oyun, aynı tekst, aynı oyuncu iki farklı dilde oynuyor. Aslında aynı oyun ama enerjisi ve derinliği kültürel farklılıklara adapte edilmiş bir yapıda. Özellikle konu özgün olduğu için dikkat çekiyor. Bir de yazar olarak, kadın olmak derdini insan olmak derdi ile birleştirdiğim için oyundaki hümanizmin değeri her coğrafyada karşılığını buluyor. Çünkü insandır aslolan ve gerçek her yerde gerçektir.
Oyununuzu yurt dışında da, Türkiye'de de sergilemeye devam ediyorsunuz. Hangi duraklar var programınızda?
Şimdi yeni bir heyecan sardı bizi. Oyunun İngilizce dijital tiyatro ya da bir diğer tanımı ile drama sineması versiyonunu çekiyorum. Yönetmen koltuğunda ben oturacağım ve 60 dakikalık innovatif bir anlatım biçimini seçtim. 13 Ağustos'ta ise ‘Muse 90401’, dijital tiyatro versiyonu ABD Boulder Festivali'nde davet aldı ve orada filmimiz prömiyer yapacak. Sonrasında Ekim ayında Brighton Fringe Festivali, Kasım ayında ise POW Kopenhag Festivali Danimarka, Londra ve New York'ta ise United Solo Festivali turne takvimimiz var. Sezon boyunca İstanbul ve Ankara’da oynamaya devam ederken, yurtiçi turnesi ve oyunun dijital versiyonu da yurt dişi festivallerde gösterimlerine devam edecek.
SEYİRCİ İLE HASRET GİDERECEĞİZ
Uzun zamandır sizi ekranlarda görmüyoruz, yeni dönem için projeleriniz var mı?
Ben yurt dışında sinema yapmaya devam ettim biliyorsunuz. En son çektiğim film, Amazon Prime’de gösterimde ama maalesef Türkiye'de henüz olmadığı için Türk seyircisi izleyemedi. Ama 2021’de Türkiye'de bir dizi, bir de sinema filmi projem olacak, seyirci ile hasret gidereceğiz.
Yönetmenlik de yapıyorsunuz, ‘Muse’ oyununu ya da başka bir senaryonuzu film yapmayı düşünür müsünüz?
‘Muse’yi bahsettiğim gibi dijital tiyatro formatında çekiyorum. Türkiye'nin kültür tanıtım sayfası goturkey.com için oyundan bir bölümü tek plan olarak çektik. Performans filminin yönetmenliğini de ben üstlendim. Şimdi sırada Jülyet’in Yolculuğu isimli filmim var. Hem yazarıyım hem de bu defa yönetmenliğini üstleniyorum. Görüntü yönetmenliğini Uğur Içbak’in üstlendiği projede seyircinin yakından tanıdığı ama aslında bana daha yakın olan bir oyuncu var; Annem (gülüyor)… Emel Göksu ve kardeşimin ikizleri oynuyorlar. Ben oyuncu olarak yokum, sadece yazar ve yönetmen olarak varım. Benim çekmemi bekleyen 5 sinema filmi senaryom var. Hiç vakit kaybetmeden kolları sıvadım. Bu üretim hali bizim aramızda espri kaynağı oldu, o kırmızı bavulun içi kısacası bir sürü proje dolu.
KORONA GÜNLERİNDE MEDİTASYON VE DUA
Çok tuhaf bir süreçten geçtik ve geçmeye devam ediyoruz. Siz neler yaptınız karantina sürecinde? Daha sakin mi kaldınız, panik mi oldunuz?
Belki size tuhaf gelecek ama benim hayatımda fazla bir değişiklik olmadı. Yine her sabah korona günlerinde de meditasyon ve dua ile başladım günüme. Yine egzersiz ya da yoga yapıp sonra işlerimin başına geçtim. Karantinada iken bile kendime bir yol bulup ulaşabildim insanlara. 2014 yılında yazmış olduğum ‘Fadik ve Kırmızı Bavul’, hayat bir bavula sığar diyor ve bunu savunuyordu. Şimdi yaşamı evlerine sığdırmaya çalışanlara sesleniyor kitabım. Her gece yarısı uyku sorunu yaşayanlara ya da çocukluğunda büyüklerinden masal dinleme şansını yakalayamayanlara, bu zorlu günlerde bir nebze merhem olsun arzusu ile canlı olarak okudum kitabımı. Ve bu gönüllü tavır, arkası yarın gibi her gece devam ettiği için sadık bir dinleyici kitlesi oluşturdu. Kimileri "haydi son 3 dakika geçmiyor zaman, bekliyoruz sizi, hadi" diye yorumlar atıyorlar, heyecanla karşılıklı dakikaları sayıyorlardı ve buluşmayı bekledik her gece yarısı.
Sonraki günlerde ise uluslararası bir fotoğraf çekimi gerçekleştirdik. Sr. Puig, Los Angeles’ta yasayan farklı disiplinlerde yaratımları olan başarılı bir sanatçı. Hatta Amerika’nın önde gelen Amazon Prime kanalında yer alan “Pullup LA” adlı sanat belgeselinin içinde çağımızın sanatçıları arasında yer almakta. Kendisi pandemide bile sanatın bir şekilde yolunu bulup yaratmaya devam edeceğini savunmak ve bir nebze de olsun insanlara umut, sağlık çalışanlarına destek verebilmek arzusu ile bu uluslararası projeyi başlatıyor. Öncelikle Amerika basta olmak üzere ağırlık olarak Kuzey Avrupa'da yasayan sanatçılarla çektiği “karantina fotoğrafları” adlı sanat projesinin içerisinde Türkiye’den de bir sanatçı ile çalışmak istediğini Los Angeles’ta yasayan tasarımcı bir arkadaşımla paylaşıyor. Ortak arkadaşımız benden bahsediyor. Sr. Puig benim film ve çalışmalarımı da görünce hemen benimle irtibata geçmek istiyor. Biz Sr. Puig ile bir skype konferans aracılığıyla toplantı yaptık, kendisi bana fotoğrafın içeriğini oluşturacak kareyi bulmamız için, karantina süresini nasıl geçirdiğimi sorunca ben de her gece ‘Fadik ve Kırmızı Bavul’ adlı romanımı sosyal medyada uykusu tutmayan ve anksiyete yasayan dinleyicilere okuduğumu, yaşamın bizlere bilinmeyen, belirsiz bir süreç sunduğu zaman en güzel çarenin bir başkasına yardım etmek olduğunu söyledim. Ben hikaye anlatıcısıyım dedim, bunu kimi zaman bir film, bir tiyatro oyuncusu olarak kimi zaman bir yazar, kimi zaman ise kitap seslendirerek, okuyarak yapıyorum. Bu süreçte ise insanların yüreklerini bir nebze olsun hikaye ile iyileştirmek niyeti ile yola çıktığımı anlattım ve “Tıpkı anneannem gibi” dedim. İşte bu son söylediğim detay, Sr. Puig’in fotoğraf kitabına girecek olan o duygusal kareyi yarattı. Ve Zoom üzerinden fotoğrafı çekti. “Dünyadan Karantina Fotoğrafları” adlı kitabın tüm satışı, sağlık çalışanlarına bağışlanacak. Mayıs ayı önemli bir ay idi. ALS farkındalık ayı olduğu için özellikle korona zamanında düzenli kontrol yaptırmak zorunda olan hasta ve yakınları için gerekli yardımın yapılmasına dikkat çekmek arzusu ile ALS hastalığının konu olarak ele alındığı ve babacığımla en son kamera karşısında olduğumuz, üstelik bana da New York Tish Üniversitesi'nden “En iyi Kadın Oyuncu” ödülünü getiren “Merhaba” filmini online olarak izlemek isteyenlerle paylaştım. Sonrasında ise uluslararası bir dijital film festivalinin sunuculuğunu üstlendim. Amerika’daki tiyatro festivalinde, canlı yayında ‘Muse’ oyunumdan bir şarkıyı seslendirdim. Dijital platformlardaki yaratılarla geçmişten bugüne ilgili olduğum için, karantina benim en üretken olduğum ve çalıştığım dönem oldu.
PANDEMİ SÜRECİNDE MANEVİ BAĞIMI DAHA GÜÇLÜ YAŞADIM
Sosyal izolasyon süreci, insanı kendisiyle baş başa bıraktı. Kendinizle muhasebe yapıp, ‘bundan sonra bunları yapmayacağım’ türü hesaplaşmalar yaşadınız mı?
Bir sinemacı ve hatta tiyatro sanatçısı olarak, bilinmezlik içinde sükunetle yaşama sanatını ben uzun zaman önce geliştirdim açıkçası. Biz bilmeyiz o gece salona kaç kişi gelecek, o ay hangi şehir, hangi ülkede olacağız. O film zamanında bitecek mi, vizyona girecek mi? Dolayısı ile mevcut kaos içinde huzurlu ve sağlam kalarak yaşama sanatını geliştirmiş, manevi olarak da bilinmeyene, yüce olana teslimiyet halinde yaşayan biriyim. Dolayısı ile evet bu süreçte manevi bağımı daha güçlü yaşadım, yaşıyorum. Her gün pandemiden etkilenenler için ben ne yapabilirim, ben nasıl hizmet verebilirim diye sordum.
Bu süreç, sizin sanatsal üretiminize nasıl bir katkı sağladı?
Peki, kendin için ne yapıyorsan derseniz eğer, her gün ders çalıştım. Dolayısı ile her gün uzaktan eğitimle kurgu, sinematografi ve sinema yönetmenliği üzerine Martin Scorsese, Ron Howard gibi usta yönetmenlerden ders alıp, filmimin çekim senaryosu ve storyboard’u üzerine çalıştım. Yine her hafta MOMA, Amerika'nın en saygın modern sanat müzesine bağlı bir kurumdan çağdaş sanat eğitimi aldım. Ben bu süreci hem başkalarına yardım edebileceğim, hem de kendime eğitim olarak değerlendirebileceğim bir süreç haline getirdim.
KENDİMİ AKDENİZ’İN SULARINA ATTIM
Normalde çok seyahat ettiğinizi biliyorum… Bu süreçte en çok nerelere gitmeyi özlediniz? Ve ilk iş nereye gideceksiniz?
İlk iş yurt dışı turnemiz olacak… Seneler önce bir motto edinmiştim kendime. İnsan kendi içindeki manzaraları keşfetmezse nereye giderse gitsin gerçek güzelliği keşfedemeyecektir. İlk iş festivale gideceğim ama kendi içimde mutluydum ama karantinada suya girmeyi, denizde olmayı özlemiştim. Karantina süreci bitiminde Akdeniz'in sularına attım kendimi. O an en mutlu olduğum anlardan biri oldu benim için.