Oluşturulma Tarihi: Temmuz 08, 2014 01:34
Özge Ulusoy, 30 yaş sınırını geçmesiyle birlikte hayatında ve karakterinde yaşadığı önemli değişiklikleri Marie Claire dergisine anlattı.
Onunla buluşana dek benim için sadece eski bir balerin, model, sunucu ve oyuncuydu. Ancak karşılıklı oturduktan birkaç dakika sonra kalbini öyle bir içtenlikle açtı ki, hakkında okuduklarım ve biriktirdiğim bilgiler uçup gitti. O anlattıkça fiziksel özelliklerinden çok ruhu öne çıkıyordu. Şimdi hepiniz alışık olduğunuz Özge Ulusoy’u unutun! Sizleri bambaşka bir Özge ile hatta Özge’nin ta kendisiyle tanıştırmama izin verin. 31 yaşına girmesiyle yaşadığı değişikliği şöyle özetliyor: “30 yaş bitene kadar sislidir her şey... Şimdi sisten çıkmış gibiyim; daha berrak görüyorum etrafımdaki her şeyi ve herkesi!”
Özge Ulusoy kendi kendine yetebilen biri. Ancak aile kavramına da sonuna kadar açık... Bir gün evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı arzu ediyor. Ancak bir şartla! Ruh eşini bulduğu zaman, zira şu an kendisiyle baş başa olmaktan gayet mutlu.
BİR SÜRE ERKEK ENERJİSİ İSTEMİYORUMHayatında bir süre erkek enerjisi istemediğini anlatıyor ve ekliyor: “Ben bir kere âşık oldum. Ruh eşimi bir kere buldum ve kaybettim ama ikincisini de bulacağıma inanıyorum. İleride, beni ödül gibi bekleyen biri var. Bütün bu geçtiğim sınavlar da o ödül için. Hissediyorum!”
Evinin kapısını kapattıktan sonra nasıl biri olduğunu öğreniyorum ardından... “Eğer evdeysem kelimenin tam anlamıyla koltuktan hiç kalkmıyorum. İguana bir kayanın üzerine uzanır ve kalır ya sıcakta, ablam ve yeğenim de bana ‘iguana’ diye sesleniyor. İşim yoksa hareketsiz bir şekilde evde yatıp kitap okuyorum,
film izliyorum. Onun dışında yalnız olmayı sevmeyen biriyim. Kapımı kapadığımda yalnızlıktan hoşlanmıyorum” diyor. Bir psikolog edasında hemen çocukluğuna inme kararı alıyor ve küçük Özge’yi soruyorum: “20 yaşıma kadar Ankara’da yaşadım, şanslı bir çocuktum. Lojmanlarda büyüdüm. Babam albaydı. Ben de bir nevi tatil köyünde büyüyor gibiydim. Sokakta dilediğim gibi oynuyordum. Çok güzel bir arkadaş grubum vardı ama pasiftim; az konuşan, ‘kafasına vur lokmasını al’ denilen cinsten bir çocuk... ”
BEN ŞÖHRETİ SİNDİRDİMGüzellik hakkında ise yalın bir bakışa sahip Özge Ulusoy: “Aynaya baktığımda mutluysam güzel gözüküyorum çünkü mutlu kadın güzeldir. Hayat bir gün çok yukarıdayken bir gün çok aşağıda olabiliyor. İniş çıkışlara alışmamız gerekiyor. Zamanla özünde güzel bir hayatın olduğunu kabul etmeyi ve sana verilenlere şükretmeyi öğreniyorsun. Hayatta başıma kötü ne geldiyse arkasından onunla bağlantılı çok güzel şeyler geldi. Kısacası başıma gelen şeylerden sonra üzülmeyi bıraktım. Önemli olan her zaman daha iyisinin olacağına inanmak.”
Zaaflarını açıklamaktan korkmayan çok güçlü bir kadın o... Hatta yaşadığı kötü olaylarda önce kendi hatasını görmeyi başarıyor, “Hatalar olmasa yaşanmışlık olmaz!” diyor.
Zor olmasına rağmen çok iyi kadın dostları olduğunu anlatırken mevzu 30. yaş gününe gelip çatıyor. “Ne yaptınız o gece?” diyorum. “Unutulmayacak güzellikte geçmişti. O zamanki erkek arkadaşım sürpriz bir parti yapmıştı bana. Benim bile aklıma gelmeyecek arkadaşlarım çağrılmıştı. Çok güzel bir doğum günüydü. Umarım 40 da öyle olur” diye yanıt veriyor.
Ancak benim asıl merak ettiğim 30 yaş ile birlikte kendinde ne gibi farklılıklar keşfettiği: “Daha berrak görüyorum etrafı ve insanları ama bu son bir yılda değişti bende. 2013’ten sonra arınma yaşamaya başladık galiba. Etrafımdaki insanları elemeye başladım. Artık iç huzurum var. Özgür olmayı da çok özlemişim.”
19 yaşından beri göz önünde olan Özge Ulusoy, en çok da “Survivor”dan döndükten sonra sevildiğini hissetmeye başlamış: “Ben şöhreti sindirdiğimi düşünüyorum. Bir günde ünlü olmadım ve kimseye de öyle davranmıyorum ama bundan sonraki erkek arkadaşıma biraz ‘Özge Ulusoy’ tavrı yapacağım yoksa şımarıyorlar hemen.” (Gülüyor)
EVLİLİK DÖNEMİNDE OLDUĞUMA İNANMIYORUMEvlilikten söz etmeden de olmaz... “Evlenmenin hislerle ilgili olduğuna inanıyorum. Şanslıyım ki; etrafımda evli arkadaşım çok az. Bir mahalle baskısı yok üzerimde. Sadece hayatımın ‘evlilik dönemi’nde olduğuma inanmıyorum. Doğru insan geldiğinde olacak. Şu an 31 yaşındayım, henüz çocuk sahibi olma hissi de yok içimde. Biyolojik saat de işlemiyor bana. Zaten şehirli kadının her şeyi gecikmeye başladı. Etrafımda o kadar kötü örnek görüyorum ki biraz korku da var. Öyle evlilik olacağına hiç olmasın.”
Bu kadar evlilik muhabbeti yeter diyoruz ve aşka direkt geçiş yapıyoruz: “Şu an kimseye âşık değilim, bir süre âşık olmayı da düşünmüyorum. Dinlenmem gerekiyor. Çok şey hissettim, üzüldüm, sıkıldım, sevindim, mutlu oldum ama şimdi bulunduğum andan ve hissettiğim duygudan memnunum. O yüzden hayatımda bir erkek olmasını istemiyorum. Kimseye de o gözle bakmıyorum. Dışarıdan bana o gözle bakan varsa buradan duyurulur, uzun bir süre benden uzak dursunlar. Boşa çıkar çabaları hakikaten!”
Tecrübelerle gelen korkular sonucu yaş aldıkça âşık olmanın daha zor olduğuna inanlardan mı yoksa aşktan korkanlardan mı; merak ediyorum. “Tekrar âşık olacağıma inanıyorum. İçimde çok garip bir his var; bir şey bekliyor beni ve o beklediği için bir sürü sınavdan geçiyorum. Bunu hep beraber göreceğiz. İleride biri var ve beni bekliyor. Bu çok gerçek bir his” diyor.
ERKEKLER BENİ ÜNÜM İÇİN Mİ SEVİYORLAR!Babamla, annemle olduğumdan biraz daha uzak bir ilişkim var. Baba, kız evlada çok düşkün, gözünde görüyorsun sevgiyi ama her şey konuşulmuyor, çok kolay dokunulmuyor. O yüzden ben de erkek arkadaşlarımda önce şefkat arıyorum. İlk başta hepsi şefkatli zaten, işler bir süre sonra değişmeye başlıyor. Oysa ben gerçekten kadına değer veren bir erkek istiyorum hayatımda. Çünkü güzel kadına erkekler önce göz boyama niyetiyle geliyor. Ben ilişkimin en başından en sonuna kadar aynı insanım. Karşımdakinden de bunu bekliyorum. Her ilişkim için aynı şeyi söyleyemem tabii ki. Çok mutlu olduğum da oldu, çok zor ayrıldığım da, çok canımın acıdığı da... Son dönemlerde ise şu kompleksi yaşıyorum; zengin erkeklerde beni param için mi seviyor düşüncesi vardır ya, bende de beni ünüm, güzelliğim ve ismim için mi seviyor durumu var. Karşı tarafın beni aksine inandırması çok zorlaştı; çok emek vermesi gerekecek. Sonuna kadar dayanan kalır.