Güncelleme Tarihi:
Dağ 2’de rol aldınız, ilk filmde yoktunuz… Biraz sizi tanısak?
Evet, ilkinde yoktum çünkü iş mastırı yapmak için yurtdışındaydım. Ama oyunculuk hep içimdeydi. Ortaokul ve lisede okul piyeslerinde Atatürk rolünü hep ben oynardım. Kaşlardan dolayı herhalde. Ondan sonra bir edebiyat projesinde Yıldız Kenter’le röportaj yapmıştım. Yanında eğitim almamı söyledi ama içimdeki Londra sevdasından bahsedince de mutlaka gitmemi söyledi. Üniversitede dedem Bedii Faik Akın’ın isteğinden dolayı oyunculuk okuyamadım. Ama sonra dayanamadım ve akademiyi bırakıp konservatuara yazıldım. Tabii yurt dışında aksan gibi problemler yaşıyorsunuz, bu aksanla nasıl Shakespeare oynayacaksındiye soruyorlar.
O zaman yurtdışında direkt tiyatrodan başladınız…
Evet, Shakespeare oyunu ve şiir okumayla başlanıyor ama İngiliz Edebiyatı olduğu için şiir okuma bizimkilere benzemiyor. Ben kâğıttan okudum ve onlara bir ayrıcalık sunamadığımı söylediler. Ama ben yılmadım, aksan kursuna yazıldım. Sonra tekrar kapılarını çaldım ve bayağı uğraştıktan sonra konservatuara yazıldım. Yazları da okumaya devam ederek iki yılda bitirdim okulu.
Türkiye’de oyunculuk eğitimi almak aklınızdan geçmedi mi, çünkü orada bayağı zorlu bir süreçten geçmişsiniz?
Geçmedi çünkü dedem bu konseptlere karşıydı. O oyunculuk, şarkıcılık gibi şeylere karşıydı. “O zaman yapımcı ol” diyordu. Ben hiperaktifimdir, yerimde duramam. Bir de oyunculuk okuyan arkadaşlarımdan çok parlak şeyler duymadım ne yazık. Haluk Bilginer hayranıyımdır, onun İngiltere hikâyesini duyunca iyice ‘ben de modern dönemin Haluk Bilginer’i olayım’ diyordum. Gelmeden önce orada 40 dakikalık bir dizide oynadım. O dolduruşu alıp tekrarburaya döndüm.
“TEHLİKELİ SAHNE DİREKTÖRÜ…”
Ne kadar oldu döneli ve bu süreçte neler yaptınız?
İngiltere’de bir de ‘stant director’ (Tehlikeli Sahne Direktörü) olarak yer aldım. Bir sahnede yönetmene gittim dedim ki, “birkaç sahnede ölümleri ben yapayım.” Vücut dili eğitimi de almıştım ve bu anlamda herkesi eğitmemi istedi yönetmen. Yönetmenle de iletişime geçmiş oldum. İleriki projelerde bu anlamda Türkiye’deki işlerde stant director olarak çalışacağım. Türkiye’de böyle bir işin uzmanlığı yok. Ama buraya ilk geldiğimde oyunculuktan uzak kaldım. Bir arkadaşımın annesi bir senaryoyla geldi. Ben senaryo analiz eğitimi de almıştım ayrıca. Okudum, fikrimi söyledim. Onlar beğendiler ve prodüksiyon şirketi kurduk. Ben de hızlı adaptasyon var, hemen o duruma bürünürüm. Senaryo analisti olarak başladığım işte yapımcılığa devam ettim. Bir-iki denemeden sonra bu işin duygusallığa değil cebe baktığınıöğrendim. Ve yapımcılık maceramı bitirdim.
“DAĞ 2 İÇİMİZDEN VATAN SEVGİSİ ÇIKARDI”
Oyunculuğa tekrar dönüş nasıl oldu?
Show TV’de Aşk Emek İster diye bir dizide oynayarak. Orada Türkiye’de dizi oyunculuğu nasıl oluyor onu tattım. Hiç zevk almadım. Çünkü vücut dili eğitimi aldık ama kamera karşısında portre gibi durmamızı istiyorlardı. Bir de herkes çok egolu geldi bana. Dizi, sinemada tek güç vardır o da yönetmen, ama sektörde pek öyle olmuyor. Arkasından Japonya’da bir kısa film çektik, çok da ilgi çekti ama Türkiye’deki yarışmalara sokmadı arkadaşım. O da egoya yenildi maalesef! Arkasından dedem rahatsızlandı, her şeyden elimi çekip ona odaklandım.
Arkasından da Dağ 2 projesi geldi sanırım. Nasıl dahil oldunuz filme, kadroya?
İngiltere’den döndüğümde arkadaşım vasıtasıyla Alper’le (Çağlar) tanıştım. İlk film için aradığında yeni geldiğim için aksanıma çok güvenemedim açıkçası. Panzehir’de de Japonya’daydım. Ama bu projede bir araya geldik. Bir yandan da Alper’le çalışmak çok zor. Disiplinli ve zorlayıcı, herkes dayanamaz. Hepimizin limitimi zorladı, o yüzden çok güzel bir iş çıktı ortaya. Çok klişe olacak ama içimizden bir vatan sevgisi çıkardı.
Peki, bu kadar çok izlenmesinin sebebi ne olabilir sizce?
Birçok duygunun birleşmesi bence. Ülkemizde son dönemde yaşanan olaylardan önce çekilmesine rağmen denk düşen tarafları ve duyguları var filmin. Filmde ‘her şeyi eleştir ama sev’ diye bir cümle var. Bunlar 15 Temmuz’a, sınır ötesi operasyonlara, Suriye’ye bağlandı. Ama bu 2014’te yazılmış bir senaryo. Denk geldi diyelim.
Sizin rolünüzün ayrıntıları nedir?
Filmde Türkmen köy korucusunu canlandırdım. Bir kurtarma operasyonundan sonra askerler buraya geliyor. Son bir vicdan sınavına tâbi tutuluyor. Asıl, mutlak görevin ne olduğu sorgulanıyor. Son bir savunma, son bir kahramanlık yapılıyor, ben de askerlerle birlikte çatışan bir korucuyum.
“DEDEMİ OYNAMAYI ÇOK İSTERİM”
Canlandırmak istediğiniz bir karakter var mı?
Dedemin ‘O Biçim’ diye hapishane yıllarını anlattığı bir kitabı var, orada dedemi oynamayı çok isterim. 15 yıl sonra bunu yapmak istiyorum. Zaten senaryo gibi, çekilmeye çok uygun. Biraz günümüz Türkçe’sine uyarlanması lâzım.
Rolünüze nasıl hazırlanırsınız, var mı bir tarzınız?
Ben metot oyunculuğuna çok önem vermiştim İngiltere’de. Bizim okul Stanislavski yöntemlerini kullanıyordu. Dağ 2’de topal birini oynuyorum. Biraz kilo da almam gerekiyordu, bastonla yürüyerek pratik yaptım iki ay boyunca. Türkmen şivelerini dinledim bol bol. Poligonda silah kullanımı üzerine çalıştım. Tamamen ‘Boran’ karakterine adadım kendimi.
Mizahi yanınız da var…
Benim en büyük özelliklerimden biri de insanları güldürmem. Genelde mizahi bir tarafım var. Belki gerçeklikleri çarpıtma isteğidir bilmiyorum ama neşeli tarafından bakmaya çalışıyorumgenelde. İngiltere’de kısa bir talk show denemem olmuştu. Burada da denemek istiyorum, günün birinde mutlaka!
“Kendimi ‘Bedii Bey’ diye tanıtırdım”
Biraz da Türk gazetecilik tarihinde önemli yeri olan dedeniz Bedii Faik Akın’dan ve onun size etkisinden bahsedelim…
Babam çok yoğundu. Türk Hava Yolları süreci olsun, Duygu Asena’yla program yaptığı yıllar olsun bayağı yoğundu. Ben dedemle büyüdüm. Briç oyununu milli takımda bile oynamış biri olarak annem de yoğundu. Dedem benim idolümdü ve onun disiplinini kıran tek insan benmişim. Ben kendimi tanıtırken ‘Bedii Bey’ diye tanıtırdım, ona bey derlerdi çünkü hep. Kitap okumama sebep olan, siyasetle ilgilenmemi sağlayan, hayata objektif ve aynı zamanda eleştirel bakmamı sağlayan kişi de dedem olmuştur. Dedem Demokrat Parti döneminde bayağı muhalif bir gazeteciymiş. Yazılarından dolayı hapse girmesi, kitaplarındaki dil vegerçeklik beni çok etkiledi.
Ne güzel bir dedeymiş! Peki, tiyatro yapmayı düşünüyor musunuz?
Evet, düşünüyorum ama aslında diziden önce bir projem vardı. Yapmadığım için çok pişmanım. Çocukları kitap okumaya teşvik edici uygulamalı masal okuma etkinliği gibi bir şeydi. İlk deneme güzel geçti ve yayınevi benimle sürekli çalışmak istedi. Tam o sıralarda bir dizi için arandım, kabul ettim ama burayı da bırakmam diyordum. Ama dizi o kadar yoğundu ki bırakmak zorunda kaldım kitap okuma etkinliğini. En büyük pişmanlıklarımdan biridir.
KISA KISA
En sevdiğiniz şehir hangisi?
İstanbul ve Londra.
İstanbul’un en güzel tarafı?
Tarihi bir dokuya sahip olması beni çok etkiliyor.
İstanbul’a nereden bakmayı seversiniz?
Uçaktan, yukarıdan bakmayı severim.
Şehirdeki hüzün durağınız?
Sahilde olmak ve denize bakmak…
Âşık olduğunuz zaman kentte ilk gideceğiniz yer?
Boğazı gören tepe bir nokta.
Hangi ülkede- kentte ‘burada yaşamalıymışım’ dediniz?
Seyahatte ne okuyorsunuz?
Çizgi roman ve kitap.
Hangi ülke mutfağını seviyorsunuz?
Türk mutfağı.