Güncelleme Tarihi:
Toplumumuzun şu anki psikolojisini nasıl buluyorsunuz?
- Toplumda bir tedirginlik var ancak bir sinmişlik ve teslim olma psikolojisi görmüyorum. Çok dinamik bir toplumuz biz. Hayatı durdurmayacak, istese de
SALDIRI ANINDA AKLINIZA İLK GELEN İLK DUYGUYA İTİBAR EDİN
◊ İnsan bir saldırı anında fizyolojik ve psikolojik olarak neler yaşar?
- Stresle karşılaştığımız zaman üç temel tepki veriyoruz. Birincisi savaş, ikincisi sıvış üçüncüsü ise donup kalma. Savaşabileceğimiz bir şeyse savaşmayı, eğer baş edemeyeceğimizi düşündüğümüz bir şeyse kaçmayı yeğliyoruz. Bazılarımız ise o anda ne yapacağını şaşırıyor ve donup kalıyor. Bana göre saldırı anında pek çok insan şoke olup, donup kalıyor.
◊ O anda ne yapmalı?
- İçinden gelen duyguyla hareket etmek çok önemli. Çok hızlı bir durum muhakemesiyle içinden gelen sesi dinlemek. O esnada hızlı karar verebilmeli insan. İlk aklımıza gelen, ruhumuza ilk doğan duyguya itibar edelim. Çünkü bu duygunun vicdanın derinliklerinden geldiği söylenir. Bununla ilgili çok sayıda psikolojik çalışma var. Terör bildiğimiz stresi aşan bir olay. Çünkü terörü yaratan, oluşturan insanlarla birebir karşılaşmıyoruz hayatın içinde.
Onlar kim olduklarını bildiğimiz ama günlük hayatta yüz yüze gelmediğimiz insanlar. Dolayısıyla bu da insanlarımızda öfke ve çaresizlik duygusunu tetikliyor. Yakasına yapışsa ondan hesap sorabilse insanlar rahatlayacak. Fakat karşımıza çıkmadığı için içeride öfke birikiyor. Sonrasında da en ufak bir olayda birbirimize patlamaya başlıyoruz. Terörün büyük numarası da bu. Bizi ayırmak, toplumsal olarak kutuplaştırmak, birbirimize öfkeli, intikam alan, misilleme yapan insanlar haline getirmek. Buna karşı çok dikkatli olmak gerekiyor.
◊ İnsanlar bu biriken öfkeleriyle nasıl baş edecek?
- Hepimizin tek vücut olması lazım. Örseleyici ve zor bir dönemden geçiyoruz. Kendimizi yaralarımıza hapsetmeyelim, travmatik anda donup kalmayalım. Sadece kaybettiğimize odaklanmayalım, neyi hâlâ elimizde tutabildiğimize de bakalım. Gelecekle ilgili düşlerimizi bırakmamalıyız. İnsanlarla aramızdaki duvarları kaldırmamız, daha fazla kardeşlik, arkadaşlık, yarenlik etmemiz bu süreci atlatmamızda önemli rol oynayacaktır. Duygularımızı dile dökelim, kaygı ve korkularımızı ifade edelim, daha çok konuşalım.
Geleceğe inanalım, unutmayalım, dalga yükseldiğinde onu aşacak sandal da yükselir. Ruhlarımız da zorluklar karşısında büyür ve yükselir. Umudu asla elden bırakmayalım, bazen de tarih bizim ufak dokunuşlarımızla yazılır. Bizim cesaretimiz, bizim gayret ve dikkatimizle. Öfkemizi birbirimize değil, terör ve kötülük şebekelerine yöneltelim.
Canlı bomba psikolojisi
◊ Bir insan canlı bomba olmayı nasıl kabul edebilir?
Canlı bombaların psikolojileri ile ilgili çalışmalar var mı?
- Bu hafta ‘Karanlıkta Görmek’ adlı, bu konulara dair bir kitabım çıkacak. Canlı bomba çok kuvvetli bir beyin yıkama sürecinden geçiriliyor. Ona kendi hayatını feda ederek aslında çok büyük bir şeye hizmet ettiği fikri aşılanıyor. Çoğu zaman canlı bomba eylemine katılanlar, sorgulayamayan ve içinde bulundukları yapı ile ilgili hiçbir yargılama içine girmeyen insanlar oluyor. Bu insanlara bir örgüte kabul edilerek yüceltildikleri hissi veriliyor. ‘Sen aslında bir hiçtin, biz seni içimize aldık ve yücelttik, kendi hayatını feda ederek ölümsüzleşeceksin, ismini yaşatacağız’ tarzı endoktrinasyon veya beyin yıkama teknikleriyle bu insanlar kişiliksizleştiriliyor ve zombiye dönüştürülüyor. Canlı bomba olmayı kabul eden biri aynı zamanda uzaktan kumandayla yönetilen bir robot olmayı da kabullenmiş oluyor. Terör örgütlerine giren kişiler çoğu zaman irade ve kişiliklerini bir kenarda bırakıyor. Zarar verdiği insanların insan olmadıkları, insandan daha aşağı varlıklar olduğu yönünde kuvvetli bir telkin alıyorlar. Yine de bir kısmının yaptıkları eylemin kötülüğünü görmemek için uyuşturucu madde kullandığını biliyoruz.
◊ Peki böyle birinin yetiştirilme tarzı gibi sebepler etkili olabilir mi?
- Genellikle terörün devşirdiği insanlar ekonomik olarak dezavantajlı yerlerden gelen, aidiyet hissi olmayan, ayrımcılığa uğramış olma ihtimalleri yüksek kişiler oluyor.
Terör genellikle topluma uyum sorunu yaşayan, acil bir kimlik ihtiyacı içinde olan ve yok etme narsizmiyle baştan çıkan sıkıntılı insanları devşiriyor. Topluma katılamamış ergeni, hayatta kendini gerçekleştirememiş genci, ayrımcılığa uğradığını düşündüğü için öfkeli olan ve bu öfkenin misillemesini yapmak isteyen kişiyi bünyesine daha kolay katıyor. Dikkatli olmamız, din eğitimini çok daha güzel ve doğru verebilmemiz lazım.
Bu topraklarda derin bir sevgi felsefesi var
◊ Bunun için ne yapmalıyız?
Anadolu irfanı yüzyıllardır bu toprakların tarihsel derinliği içinden bizi onarıyor, bize şifa veriyor. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi, Mevlana… Bu topraklarda yaşamış, bu toprakları sevgiyle mayalamış pek çok eren var. Ve onların insandaki yüceliş imkanlarını önümüze koyan büyük bir sevgi felsefesi var. “Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil” diyor Yunus Emre.
“Hem sen sensin, hem ben benim, hem sen bensin hem ben senim” diyor Mevlana. Gönül yapmak, inşa etmek bu toprakların en temel düsturlarından bir tanesi. İncitmek asla kabul edilmeyen bir şey.
Böyle bir geleneğin ihya edilmesi ve doğru bir şekilde aktarılması bizim için en büyük tampondur. Şiddet yüklü ideolojiler oraya çarpar ve geri seker. Türkiye’nin daha derinlerinde kolektif şuur altında hâlâ bu irfan işlerliğini sürdüğü için IŞİD benzeri terör örgütleri Türkiye’den az insan alabiliyorlar. Bu örgüte en az katılım olan ülkelerden biri Türkiye. “Her insanı Hızır bileceksin” diye bir söz var. Kimseyi hor ve hakir görmeye hakkımız yok.
Sevmeyi bilirsek ayrı gayrı da yok. Sevmeyi bilen cana kıyamaz, can azizdir, Kuran “Bir insanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir” diye buyuruyor. İntihar terörizminin beslendiği varoluşsal boşluğu onarmamız gerek.
“Beni yakan ateş herkesi yaksın” diyen bir nihilist deliliği, ancak gönüllerin imarıyla önleyebiliriz.
Umut hikayelerine ihtiyacımız var
◊ Bugünlerde yapmamız gereken çok sohbet etmek, sevdiklerimize zaman ayırmak ve iyi hikayelere odaklanmak. Evet toplumumuzda kötü olaylar devam ediyor fakat ondan çok daha büyük bir iyilik var. Bu iyilik olmasaydı sokaklarda yürüyemez hale gelirdik. Bir şeyi azimle başaran insanların hikayesi, iyilik ve umut hikayelerini basından daha çok görmemiz lazım. Her ne iş yapıyorsak işimizi daha büyük bir aşkla bu ülke için yapmaya gayret etmeliyiz.
Fethi Sekin işini doğru yaptığı ve savsaklamadığı için büyük bir felaketten kurtardı bu ülkeyi. Görüp de görmemezliğe gelseydi, kendini kurtuluşunu düşünüp o kahramanlığı göstermeseydi bugün Türkiye yüzlerce cenazenin arkasından ağlıyor olacaktı. İşini iyi yapan bir insan kendi çapında dünyayı değiştiriyor. Ülkemiz için hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız.
ZULME KARŞI MERHAMETTEN
ÖTE ZIRH YOK
◊ “Bu dünyayı merhamet kurtaracak’’ demişsiniz…
- Cana kıyıcılık kutsala başkaldırıdır. Bütün semavi dinler, bütün kutsal kitaplar ‘öldürmeyeceksin’ der. Ama günümüzde bazı ideolojiler kendi yararları için insan canını değersizleştiriyorlar ve kendilerince koydukları birtakım hedefler için insan canının feda edilebilir olduğunu söylüyorlar. Böyle bir dünya insana mutluluk verecek bir dünya değildir. Kimsenin kimseden emin olmadığı bir dünya insana sadece acı ve gözyaşı verir. Her birimizin ötekinden zarara uğrayacağı düşüncesi insanlığımızı yıpratır, bizi ruhsal olarak örseler. Merhametin olduğu bir dünya, başkasının iniltisine ve ıstırabına kulak verdiğimiz bir dünyadır. Cana kıyıcılığa ve zulme karşı merhametten daha öte kuşanacağımız bir zırh yoktur. İnsanın içindeki kötücül tarafı ehlileştirmeliyiz. Hepimizin içinde zaman zaman alevlenen kötücül bir taraf var. Onu terbiye etmeyi başarmalıyız.
◊ Peki nasıl ehlileştirebiliriz?
- Bunun kestirme yolu günlük iyilik egzersizleridir. İrademizi iyilik yönünde kuvvetlendirmeliyiz. Sabah karşılaştığımız insanlara güler yüzle bir merhaba demekten günün içinde iyilik eylemleri yapmaya kadar uzanır bu. Muhtaç durumda olduğunu düşündüğümüz bir insana yardım etmek, sokaktaki hayvanlara soğuk havalarda bir barınak sağlamak gibi. İyiliği yaygınlaştırmak gerek. Her eylemimizi iyilikle, nezaketle, merhametle taçlandırmalıyız.
AVM’YE GİTMEK MUTLU ETMİYOR
◊ Toplumumuzun nezaket duygusunu yavaş yavaş kaybettiğini düşünüyorum.
- Büyük şehirlerde bu daha fazla. İnsan kendisini sıkıştırılmış hissediyor. Şehrin diğer sakinini kendine rakip olarak algılıyor. Bir vasıtaya binecek diyelim, binerken herkes birbirini itmek zorunda hissediyor. Bu da büyük bir gerginlik doğuruyor. Bazı insanlar 2-3 saatte işlerine varabiliyor. Hafta sonları dinlenebilecekleri yeşil alanlar, parklar bulamıyorlar. Büyük bir sıkışmışlık duygusu olduğu için de kendimize ait saydığımız alanlar çok önemli oluyor. Oraları korumak istiyoruz, ‘kimse bizim alanımıza, girmesin, girerse hakkımızı gasp etmek istiyordur’ diye düşünüyoruz.
Aksine insanların birbiriyle konuştuğu, buluştuğu, dertleştiği meydanları çoğaltmamız gerek. Birbirinin hikayelerini dinleyen insanlar arasında önyargılar da azalacaktır.
◊ Sıkışmışlığın bir sonucu da insanların sürekli AVM’lere gitmesi diye düşünüyorum.
- Maalesef. AVM’ler insanı daha da bunaltan yerlerdir. Hem kapalı bir alan ve insanları sürekli tüketime teşvik ediyor. Bu da insanlara mutluluk getirmiyor.
ÇOCUKLARINIZLA KONUŞUN
◊ Çocuklar yaşananlardan nasıl etkileniyor?
- Çocuklar televizyondan o kadar çok terör olaylarına tanıklık ettiler ki bu kadar kötülüğe tanıklığı sindirmeleri de çok zor. Buna ikincil travmatizasyon deniyor. Televizyon üzerinden bilgilenen insanlar da ruhsal açıdan örselenmiş oluyor. Çocuklar için bu çok zor bir bilgi. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz ki bazı insanlar hiç tanımadıkları başka insanları öldürüyor, bazen yakınlarımızdan kayıplar oluyor? Bu bilgiyi çocukların hazmetmesi çok zor. Anne-babaların ülkede yaşanan süreçle ilgili çocuklarını dinlemesi şart. Bütün bu yaşadıklarımızı onlar nasıl anlıyor? Mutlaka anne-babalar çocuklarıyla konuşmalı.
TOPLUMUN SİNİR UÇLARI FAZLA KAŞINIYOR
◊ Farklı kültürlerin, dinlerin aynı topraklarda yaşamasını zenginlik olarak görüyorum. Neden ayrıştırma yapıyoruz sizce?
- Rahmetli annemin bana anlattığı hikayeleri biliyorum. Amasya’da annem, anneannemle birlikte Ermeni komşularının bayramlarını kutlamaya gittiklerini, onların da bizim bayramlarımızda kutlamaya geldiklerini anlatırdı. Her türlü kimlik bu ülke için zenginleştirici bir tecrübedir. Bize bir başkasından öğrenebilme imkanı verir. Gayrimüslim azınlıklarımız bu topraklara çok şey verdi. Çok büyük zanaat ve sanat eserleri onların elinden çıktı. Biz yüzyıllardır barış içinde yaşayan insanlardık. Birbirimizin elini bu dönemde daha sıkı tutmalıyız. Son zamanlarda gereksiz yere toplumun sinir uçları fazla kaşınıyor ve bazı noktalar gereksiz yere köpürtülüyor. Bunun da bir sosyal mühendislik olabileceğinden endişe ediyorum.
◊ Sosyal mühendisliği biraz açar mısınız?
- Örneğin yılbaşı kutlamak bu seneye kadar büyük bir problem değildi. Ne oldu da birden bazı odaklar harekete geçti ve yılbaşı kutlamalarını çok büyük bir mesele haline getirdiler? Sosyal medya, anonim hesapların çok işlevsel olabildiği bir yer. Birileri oralarda bir tartışma yaratıyor sonra terör onların açtığı kapıdan giriyor. Bu sistemli bir sosyal mühendisliğin ürünü olabilir. Emin değilim ama sezgilerim böyle söylüyor.
OMUZ OMUZA VERİNCE NELER YAPABİLECEĞİMİZİ TÜM DÜNYA GÖRDÜ
- 15 Temmuz gecesi insanımız çok büyük bir yiğitlik gösterdi. 15 Temmuz öncesinde ayrışma noktalarımız galiba biraz daha belirgindi. 15 Temmuz’u izleyen günlerde toplumumuzun ortak bir düşman karşısında nasıl kenetlenebildiğini, o uzlaşmazlık noktalarını nasıl hızlıca iyileştirebildiğini gördük. Biz omuz omuza verdiğimizde, kardeşlik ahlakına sahip çıktığımızda neler yapabileceğimizi bütün dünya gördü. 15 Temmuz’un bir başka örneği dünyada yok. İnsanların sokaklara çıkarak tankları durdurabildiği, bir işgal girişimini polisimizle, ordumuzla milletimizle el ele nasıl püskürtebildiğimiz tarih kitaplarında okutulacak bir hadise. Bu ruhu korumak zorundayız. Aynı yürek hizasında, omuz omuza durduğumuzda alt edemeyeceğimiz kötülük yok.
LİNÇ KÜLTÜRÜ ADALETE OLAN İNANCI ZAYIFLATIR
◊ Son dönemde artan linç kültürü ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Linç kültürü çok tehlikelidir. Görüldüğü yerde şiddetle cezalandırılması gerekir. Toplumun adalete duyduğu inancı zayıflatır ve devleti aciz gösterir. Linç kültürü bahsettiğim öfkenin denetimsizliğidir. O zaman herkes kendi hukukunu uygulamaya başlar ve ortada herkes için geçerli bir adalet anlayışı kalmaz. Bu nedenle devletin linç kültürüne meyilli, ‘ben adaletim’ diyen öfkeyi hemen terbiye etmesi lazım. Öfke adalet talep edebilir ama ben adaletim diyemez.