Güncelleme Tarihi:
◊ Arşivlerde yer alacak bir kitap hazırladınız. Hazırlık sürecinden bahseder misiniz biraz? Nasıl buldunuz o 8 bin 104 afişi?
- Ben sinemaya 1957 yılında 20 yaşındayken girdim. İşi çok sevdim. 1960 yılında da Erler Film’i kurdum. O günden bu yana elime geçen belgelerin hepsini biriktirdim. Sonra da topladığım afişlerden bir kitap basayım dedim. 10 yıl önce 5 bin 555 afişlik bir kitap çıkarmıştım. O zamanlar bulamadığım afişler vardı, daha sonra onlar da bulundu. Bir de bu 10 sene zarfında binin üzerinde film yapıldı Türkiye’de, onların afişlerini de topladım. Neticede ortaya içinde 8 bin 104 afişin bulunduğu, iki ciltlik güzel bir kitap çıktı.
◊ Üçüncü kitap da gelir mi?
- İnşallah. Yaşarsak ona bir 10 sene sonra bakacağız artık.
◊ Arayıp da bulmadığınız film afişleri var mı?
- Evet, yüzde 3 nispetinde bir eksiğim var. Hepsini bulmayı çok istiyorum ama bulamadık.
◊ Yurtdışından da afiş getirtmişsiniz sanırım...
- Evet, beş afiş için Almanya’ya adam gönderdim. Anadolu’yu da çok taradık. Yazlık, kışlık sinemaların ambarlarında, depolarında bulduk bazı afişleri. Milli Kütüphane ve Beyazıt Kütüphanesi’nin depolarından da çok afiş çıkardım. Yani zorluklarla yaptım bu kitabı.
◊ “Bu kitapları sinemaya borcumu ödemek için yaptım” demişsiniz...
- Ben sinemayı çok sevdim. Sinema da zannediyorum beni sevdi. Beni en tepeden en aşağıya kadar tanıttı, sevdirdi. Bunu da bir borç saydım, gelecek nesillere güzel şeyler bırakmak istedim.
Fotoğraf: Selçuk ŞAMİLOĞLU
90’LARDA KÖTÜ FİLMLER ÇEKİLDİ
◊ Türk sinemasının bugün geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz? “Türk sineması vizyonunu kaybetti” diyenler haklı mı sizce?
- Hayır, kaybetmedi. Yeşilçam sineması apayrıydı. Orada ruh vardı. 90’lı yıllarda çok kötü filmler çekildi. Ama 2000’den sonra yeniden bir patlama yaptı Türk sineması. Pırıl pırıl gençler geldi, çok güzel filmler yaptılar. Zaten festivallerde de belli oluyor bunlar.
◊ Eski filmlerdeki o ruhun, o tadın sırrı neydi sizce?
- Çalışma azmi vardı o zamanlar. “Sabah 08.00’de işbaşı” denildiğinde starlar 07.30’da sete gelmiş oluyordu. Ayhan Işık’ı, Türkan Şoray’ı ve diğerleri. Ama para yoktu o zaman sinemada...
◊ Hiç para konuşmaz mıydı oyuncular?
- Konuşuluyordu da belirli bir ücret konuşuluyordu. Para da yoktu, imkan da, teknik de. Şimdi Amerika hangi teknikle çalışıyorsa, bizim gençler de onunla çalışıyor. Eskiden kahve değirmeni gibi kameralarla, koskoca projektörlerle çekim yapılıyordu. Ama sinemaya büyük bir aşkla gönlünü veriyordu oyuncular ve yapımcılar. Öyle olunca da ortaya güzel işler çıkıyordu.
750 BİN DOLAR İSTEDİM ÖZAL 1 MİLYON DOLAR VERDİ
◊ Türkiye’de video kaset dönemini siz başlatmışsınız...
- Saray Sineması’nı işletiyorduk o zamanlar. Türkiye’nin en güzel sinemasıydı. Emek falan halt etmişti onun yanında. Yıktılar o sinemayı, yazık ettiler. Orada yabancı film oynatıyorduk ve bazı filmleri gidip yurtdışından alıyorduk. En son Cannes’a gittik, baktık bir adam elinde bir şey var, onunla film oynatıyor. Adam dışarı çıkınca gittim baktım orada bir pres var, aldım cebime koydum ben de. Türkiye’ye döndükten sonra bunun araştırmasına başladım.
◊ Henüz kimse bilmiyor tabii...
- Teknik üniversite bile bilmiyor. “Eskişehir’de Yılmaz Büyük-
erşen’in orada bir hoca var, o bilir” dediler. Bahsettikleri kişi Emre Dağdeviren. Yılmaz Bey’den rica ettim, konuyu anlatıp bu arkadaşla çalışmak istediğimi söyledim. Onunla çalışırken bu işin patlayacağını hissettim, o cihazı Türkiye’ye getirmeye karar verdim.
◊ Kolay olmamıştır eminim...
- Tabii... Ülkede para yok, banka para transferi yapamıyor. “Siz bu işi Devlet Planlama Teşkilatı’ndan çözersiniz” dediler. Başında da o dönem rahmetli Turgut Özal var. Gidip ona anlattık çalışmayı. Rahmetli kalktı, dolabından bir klasör çıkardı, açtı, bizim Japonya’dan getirttiğimiz broşürlerin aynısı orada. Dedi ki; “Şimdi çok sıkıntıdayız biliyorsun. Ben sana bu parayı vereceğim, yalnız bir şartım var”...
◊ Neydi o şart?
- “Önce Avrupa’da çıkacaksın. Orada yaşayan Türk işçilerin çocukları kimliğini, Türklüğünü kaybediyor. Hiç değilse filmler vasıtasıyla onlara erişelim” dedi. “Tabii” dedim. Ekrem Pakdemirli’ye telefon etti, o da o dönem Teşvik Dairesi başkanıydı sanırım. Ona dedi ki; “Bu çocuğa yardım edeceğiz”. Ben 750 bin dolar istiyordum, “1 milyon dolar çıkaralım sana. Bir de sana biz destek verelim” dedi. Allah rahmet eylesin. Böylece biz Türkiye’de ulusal videolara çıktık. 1 sene içinde çok büyüdü o iş. Daha sonra uydu anteni getirdik. İlk özel televizyon stüdyosunu TRT’den sonra ben kurdum. O video işinden sonra ilkler devam etti.
◊ Günümüz sinemasında takdir ettiğiniz, beğendiğiniz yönetmenler, oyuncular var mı?
- Yavuz Turgul’la Çağan Irmak’ın filmlerini severim. Onların filmlerini özel olarak getirtiyorum. Bir makinem var evde, orada büyütüp izliyorum. Dizi olarak da “Arka Sokaklar”ı seviyorum, kendi dizimi. 12 yıldır başarıyla gidiyor.
◊ Vakfınız TÜRVAK sinemaya genç isimler yetiştiriyor. Bugüne dek kaç öğrenci mezun oldu?
- Bu sene tadilattayız ama bu zamana kadar 2 binin üstünde öğrenci mezun oldu. Bir televizyon kanalına gittiğimde hepsi peşimde “Hocam hocam” diye koşturuyor. Hoşuma gidiyor, duygulanıyorum.
BELKİ DE BİR AMERİKALI HANIMLA EVLENECEKTİM İKİ DE CONİ OLACAKTI
◊ Sizce sinema ve dizi sektöründeki eksiklerimiz neler?
- Ülkede teknik olarak her şey var. Çok da dinamik yönetmenler var, parlak zekalı. Ama artistlerin biraz daha çalışmaları, biraz da özel hayatlarına dikkat etmeleri lazım.
◊ Yapımcı olmasaydınız, hangi mesleği seçerdiniz?
- Ben Tatbiki Güzel Sanatlar Fakültesi’nin grafik bölümündeydim. Filmciliğe girdiğim için bitiremedim. Herhalde dekoratör, grafiker olurdum. Kayseri-Talas’ta Amerikan Koleji vardı. Türkiye’nin en güzel okuluydu. Babam beni oraya gönderecekti. Kayıt yapıldı ama ben gitmek istemedim. Yatılı okuyacaktım çünkü. Oraya gitseydim, ya mühendis olacaktım ya da doktor. Okulu bitirenleri Amerika kapıyordu hemen. Çok önemli bir okuldu çünkü. İstanbul Amerikan Koleji’ne on basardı.
◊ Kaderci misiniz?
- Tabii. Allah ne yazdıysa o oluyor. O okula gitsem belki de bir Amerikalı hanımla evlenecektim, iki tane de Coni olacaktı.
◊ Peki geçmişten bugüne yaşamınızda sizi en çok üzen olay nedir?
- Kardeşim Berker’in genç yaşta vefatı.
BU İKİ PROJEDEN SONRA DİZİ HAYATIM BİTECEK
◊ Son olarak yeni projelerinizi sormak istiyorum... Var mı sevenlerinize bir müjdeniz?
- Nobel ödüllü Mısırlı yazar Necib Mahfuz’un “Başlangıç ve Son” kitabını dizi yapıyorum. Bir de “Uçurum” diye bir aile dizisi projem var. İkisi de drama. Zannediyorum bu ikisinden sonra dizi hayatım bitecek. Belki sinema filmi yaparım...
HİÇBİR ZAMAN NEGATİF HABERLERLE MAGAZİN BASININA DÜŞMEDİM
◊ Geçtiğimiz günlerde bir internet sitesinde “Yeşilçam’ın en tatlı çiftleri” anketi yapıldı. Siz de Gülşen Bubikoğlu ile üçüncü sırada yer aldınız. Parmakla gösterilen çiftler arasındasınız. Bunun sırrı nedir?
- 40 yıl... 60 senedir bu meslekteyim, hiçbir zaman negatif haberlerle magazin basınına düşmedim. Hep pozitif yazılar yazıldı hakkımda. Yok “sarhoş oldu”, yok “şu hanımla bilmem ne yaptı” olayları hiç olmadı. Onun sırrı bu işte. Gayet efendi, saygılı olmak. Ama şunu söyleyeyim; ben ailemi çok ihmal ettim bu meslek yüzünden. Gerek Filiz’i (Akın), gerek Gülşen’i (Bubikoğlu). Sevgiden, saygıdan bir şey kaybetmedik ama...
BU HASTALIK BENİ KAHREDİYOR
◊ Hayatta olmazsa olmazlarınız var mıdır?
- Ben 81 yaşındayım. Yapmak istediğim bazı şeyler vardı ama çok rahatsızlıklar geçirdim. Altı defa büyük ameliyat oldum (kanser nedeniyle). Allah’a şükür yendim sayılır.
Şimdi gözümün durumu üzüyor beni. Çok az görüyorum. “Sarı nokta” diye çaresi olmayan bir hastalık bu. Ağır ağır başladı.
2 sene gözlerimden iğne oldum. Masamda gördüğün makinelerin hepsi daha iyi okumam için. Japonya’dan getirttim bunları. Bu hastalık beni çok üzüyor, bazen kahrediyor. Yardımcılarım yazıları kocaman büyüterek getiriyor önüme.
Bir ara 1-2 sayfa küçük gelmiş, beceremedim okumayı, evde hırsımdan ağladım “Ben böyle mi olacaktım” diye. Benim ne içkim, ne kumarım var. 60 senedir tek zevkim bu iş. Nereden gelip beni buluyor bu hastalık, ona kahroluyorum.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR