Güncelleme Tarihi:
◊ Sinemayla yolunuz nasıl kesişti, bize bahseder misiniz?
- Çok enteresandır, sinema oyuncusu olacağım, şöhret olacağım diye bir düşüncem yoktu. Sinema nedir bilmiyordum. Çok mutaassıp bir çevrede büyüdüm sayılır. Annemle babam ben 12 yaşındayken ayrıldığı için annem çalışmak zorunda kalmıştı ve beni dedemlerin yanına bırakmıştı. Dedemle ve anneannemle kalıyordum. Onlar da Fatih’te oturuyorlardı. Dolayısıyla sinemaya gitmek gibi şeyleri bilmiyordum. Sadece okulda kız arkadaşlarımın “Aaa gördün mü Belgin Doruk, Göksel Arsoy” gibi konuşmalarından duyuyordum bunları. Fatih’te, Akdeniz Caddesi’nde bir sinema vardı, yıllar sonra orada ilk kez Ayhan Işık’la Leyla Sayar’ın bir filmini seyrettim. “Demek ki sinema buymuş!” dedim. Beni annem öğretmen okuluna yazdırmıştı. Fakat o dönemde hayatımda beklemediğim bir değişiklik oldu.
◊ Ne oldu?
- Ben dedemlerde kalırken annem bana yakın olsun diye Karagümrük tarafında bir kiralık ev tuttu. O evin ev sahibinin kızı da sinema oyuncusuymuş. Hafta sonları anneme gidiyordum ve bu sayede o hanımla tanıştım. Bir gün “Seni Beyoğlu’na götüreyim mi?” dedi ve sonra hayatım birdenbire değişti. Beni sete götürdü. Orada da beni yönetmen görmüş. Yönetmen de sinemanın duayeni Türker İnanoğlu. Demiş ki “Bu rol için çok uygun, hemen evine teklif götürün”... Çünkü çok gençtim, daha 15 yaşıma girmemiştim. Haberim yokken eve geldiler. “Kızınızı filmde oynatmak istiyoruz” demişler, ben sonradan öğreniyorum. Annemin birtakım ekonomik sorunları vardı. Birkaç gün düşündü. Çünkü babamız yoktu başımızda, tüm sorumluluk annemdeydi. Sonra çok güven verdi gelenler ve film çevirmeye başladım. Annem de her gün benim yanımda, sette bu arada.
◊ Sinema sizi kendi dünyasına çekmiş galiba...
- Daha sonra giderek sinema hayat tarzım oldu. İlk günler bana oyun gibi geliyordu setler. Bir de haşarı, yaramaz kız çocuğu rolleri veriyorlardı. Evimde, mahallemde yapamayacağım şımarıklıkları yapıyordum rol icabı. Müthiş keyif alıyor ve çok eğleniyordum. Sinemanın ne kadar gerçek ve önemli bir sanat olduğunu “Acı Hayat” filmi ile Antalya’da en iyi kadın oyuncu ödülünü alınca fark ettim.
DÜNYADA BENİM KADAR FİLM ÇEKMİŞ BAŞKA OYUNCU YOK
◊ Zaten sonrasında ödüllerin ardı arkası kesilmedi. Eğer rakam doğruysa 222 filmde oynamışsınız...
- Evet. Sevgili sinema eleştirmeni, yazarı Atila Dorsay’ın tespitidir bu. Dünya üzerinde bu kadar çok sayıda film çeviren bir sinema yıldızı yokmuş.
◊ Türkiye’de sinema alanında iz bırakan bir kadın olmak nasıl bir şeydi sizin için?
- Toplumumuzda kadın olarak bir yerlerde olmak gerçekten biraz çaba istiyor kadınlar için. Aslında bizim sinemamız da ataerkil bir sinema. Ben bunu zaman zaman yaşadığımı hissediyorum. Mesela yönetmenlik yaptığım filmde hissettim. Tamamen erkek dünyası bir sinema. Setteki insan sayısı o anda 50-60 kişi, hepsi erkek. O dönemlerde “Kadındır, acaba başarabilecek mi?” düşüncesiyle bana baktıklarını bütün hücrelerime kadar hissetmiştim.
◊ Senaryo yazmayı ve yönetmenlik yapmayı neden istediniz?
- Oyunculuktaki gibi ona da “ben yönetmenlik yapacağım” iddiasıyla başlamadım. Tesadüf oldu. “Dönüş” diye bir hikaye vardı, onu ben önermiştim. Onu çekecek yönetmen vazgeçti. Yapımcı da bana “Siz çeker misiniz?” diye sordu. Hikayeye kendimi çok yakın hissettiğim için “olur” dedim. Hiçbir ön hazırlığım filan olmadan. Devamında yönetmenliği de çok sevdim.
SEYİRCİMİ HÜSRANA UĞRATMAMAK İÇİN O KURALLARI KOYDUM
◊ Türk sinemasında meşhur Türkan Şoray Kanunları var. Bu kanunları hazırlamaya neden ihtiyaç duymuştunuz?
- Seyirci bir süre sonra bizleri kızı gibi, kardeşi gibi görmeye başlıyor. Ve sevdiği oyuncuların aşırı sahnelerini görünce rahatsız oluyor. Bunu hissettim.
Belki mesleğime ters düşen bir şey yaptım, bir sinema oyuncusu her tür rolü canlandırabilir ama bunun da bir sınırı var diye düşünüyorum. Toplumumuzun değer yargıları çok önemli benim için. Seyircimin bazı sahneleri görüp hüsrana uğramasını istemedim. Belki böyle şartlar
koşmasaydım, bazı filmlerde epey mücadele vermem gerekecekti o yıllarda.
YAĞMUR DOĞDUĞUNDAN BERİ UÇAĞA BİNMEKTEN KORKUYORUM
◊ Aşk, evlilik ve anneliğe dair de soru sormak istiyorum. Bunlar sizin için ne ifade ediyordu, hayatınızdaki yeri neydi?
- Aşk hep konuşulur, hep sorulur, tarif etmesi imkansız güçlü bir histir. Tanrının insanlara verdiği en güçlü duygu herhalde. Tabii evlilik de güzel bir duydu. Ev hayatını, aile hayatını her kadının yaşaması lazım. Başka bir dünya o. Onu yaşadığım için çok mutluyum. Evlilik yıllarım çok güzel geçti. Çocuk hele... Hayatınızda bir çocuk olduğu zaman bambaşka bir şey oluyor. Hiçbir şeyden korkmazdım ben Yağmur doğmadan önce. Sorumsuzdum, en tehlikeli sahneleri çekerdim. Şimdi uçağa binerken bile ödüm patlıyor. Yağmur’un doğumundan itibaren böyle korkular yaşamaya başladım.
ALi, BENi CEMŞiT KONUSUNDA iKNA ETTi
◊ “Selvi Boylum Al Yazmalım”da canlandırdığınız Asya karakterinin finaldeki tercihi ile ilgili bir itirazınız olmuş. Siz Asya’nın yerinde olsaydınız, aşkı mı yoksa emeği mi seçerdiniz?
- Sevdiğim adamı değil emek veren tarafı seçerdim. Ama o dönem için çok farklı bir finaldi. Türk sinemasında bir gelenek vardır; finalde ya sevgililer kavuşur yahut ölürler falan. Bu finalde ilk defa kadın sevdiği adamı terk ediyordu. Aşkına rağmen emeği seçti. Seyirci bunu nasıl karşılar endişesi ile Ali Özgentürk’le bir konuşma yapmıştım. Fakat o ısrarla “Böyle olması çok iyi” dedi, ben de ikna oldum.
TÜRK TİPİ OLMAMLA ÖVÜNÜYORUM
◊ Türkiye’nin en güzel kadınlarından biri olarak anılıyorsunuz yıllardır...
- Oynadığım filmlerde güzel kadınları canlandırmam gerekti, onun için de böyle bir imaj yerleşti belki. Mesela filmin adını koyuyorlardı “Dünyanın En Güzel Kadını” falan... Güzel sayılırım ama aman aman da bir güzelliğim yok diye düşünüyorum. Ama filmlerde bana daha çok güzel kadın rolleri verildi işte. Belki yönetmenler öyle görüyordu... (Gülüyor) Ama şu var, ben tam bir Türk kadını tipiyim. Genç kızlığımdan beri hafif balık etli, kara kaş, kara göz... Türk tipi olmamla övünürüm.