Barbaros TAPAN
Oluşturulma Tarihi: Kasım 25, 2017 14:20
Agatha Christie’nin aynı isimli klasikleşmiş romanından beyazperdeye uyarlanan “Doğu Ekspresinde Cinayet” filmi, 10 Kasım’da vizyona girdi. Barbaros Tapan, Londra’da filmin başrol oyuncuları Michelle Pfeiffer, Daisy Ridley ve Josh Gad ile Kelebek için bir araya geldi.
Michelle Pfeiffer: DETAYCI BiR iNSANIM
◊ Filmde sadece oyunculuğunuzu değil, sesinizi de konuşturdunuz. Nasıldı kayıt stüdyosuna geri dönmek? Yönetmeniniz Kenneth Branagh’ın sizi ikna etmesi kolay oldu mu?
- Öncelikle beni düşünmesi çok hoşuma gitti ama o dönem uğraşmam gereken milyonlarca farklı şey vardı. Ken ile konuşup kararını değiştirmesini istedim ama şarkı söylememi bırakın, hiçbir konuda Ken’in fikrini değiştirmek kolay değil.
Çok uzun zaman olmuştu şarkı söylemeyeli. “Hairspray”den sonra sesimi eğitmeyi bırakmıştım.
Doğal, yetenekli bir şarkıcı olmadığımdan, sesimi istediğim duruma sokmak için çok çalışmam gerekiyordu.
Derken gerçekten sihirbaz gibi yetenekli bir ses koçu buldum. Şarkıyı da melodiyi de sevmiştim zaten ve çalışmalara başladım.
◊ Filmde canlandırdığınız karakter lüks bir tren seyahatine çıkıyor. Sizin “lüks” diye tabir ettiğimiz şeylerle aranız nasıl?
- Herkesin lükse bakış açısı çok farklı olabilir. Tabii ki güzel, iyi yapılmış, bana kendimi iyi hissettiren, iyi görünen her şeyi seviyorum.
◊ Nasıl bir çekim süreci geçirdiniz?- Çok güzeldi. Yönetmenimiz Kenneth ile çalışmak bence bahse değer bir konu çünkü aynı anda birçok şeyle ilgileniyordu. Hem filmde rol alıyordu ve neredeyse her sahnede vardı, hem de filmi için çok heyecanlıydı. Hepimizle tek tek ilgilenip her gün görüşlerimizi alıyordu ve ilginç olan, söylediklerimizi haftalar sonra bile hatırlıyor olmasıydı. Çok uzun sahneler çeken bir yönetmendi.
Kendi kendime çok stres yaptım çekimlerde çünkü bir sayfa diyaloğu çekerken hata yapan ben olmak istemiyordum.
En küçük bir hata her şeyi sil baştan çekmemiz anlamına geliyordu ve hiçbirimiz böyle bir durumu istemiyorduk.
◊ Prodüksiyon şirketiniz vardı. Bu piyasanın parasal kısmını sevmediğinizi söyleyip şirketi kapattınız. Neden arka planda olan bitenleri sevmediniz?- Bu işin parasal kısmı hiç hoşuma gitmedi. Yaratıcı tarafımla işkadını tarafım arasında çatışma çıktı ve işime olan şevkimi kaybetmeye başladığımı hissettim.
Arka plandaki konular beni çok yordu. Şirketi kapadıktan sonra işimin yaratıcı kısmını, senaryo okumayı, karakter geliştirmeyi, yazarlarla diyalogda olmayı ne kadar çok sevdiğimi daha da iyi anladım.
◊ Bir röportajınızda “oyunculuk bedava, bize şöhret için para ödüyorlar” demiştiniz ve göz önünde olmanın bedelinin çok yüksek olduğundan bahsetmiştiniz. Göz önünde olmak gerçekten bu kadar sinir bozucu mu sizin için?- Böyle özetlersek sanırım konuyu basitleştirmiş oluruz. Belirtmek istediğim şey, biz oyuncular seyirci için fantezi dünyasında yaşayan insanlarız. Hakkımızda istediklerini yazıyorlar, bizi irdeliyorlar, inceliyorlar. Hakkımızda kendi kafalarındaki görüşleri herkesin aktarma hakkı var. Nereye gitsek gözler üzerimizde. Bu durum çocuklarımızı ve ailelerimizi de etkiliyor. Dolayısıyla aktrist olmam normal bir insanın hayatına sahip olmamızı engelliyor ve bu işin en zor yönü de bu benim için.
◊ Peki kendinizde en sevmediğiniz tarafınız nedir?- Detaycı bir insanım. Detaylara çok önem vermek hem bir nimet hem de lanet bir şey.
Kendimi de etrafımdakileri de deli ediyorum. Böyle doğmuşum, değişemiyorum da...
Daisy Ridley: MART AYINDAN BERİ EVİME UĞRAMADIM
◊ “Star Wars”tan sonra tamamen farklı bir hikaye ve kostümlerle kamera karşısına geçtiniz. Neler hissettiniz 1930’ların kostümleri ile oynarken?
- Kendimi leydi gibi hissettim. Çok çok güzel kostümlerdi. Giyer giymez o yıllar zaten film şeridi gibi gözünüzde canlanıyor ve oynadığınız karakteri hissetmenizi sağlıyor.
Ama kıyafetlerde düğmelerin fazla olması bayağı bir vaktimizi alıyordu.
◊ Filmde bence en gizemli olan sizin canlandırdığınız karakterdi...
- Benim tam zıttım bir karakter aslında. Ben dünyanın en şeffaf insanlarından biriyim.
O yüzden çekimlere başlamadan insanlar cinayet işleyip nasıl masum görünüyorlar diye çok fazla araştırma yaptım.
◊ Seyahatle aranız nasıl?- Seyahat bizim işimizin en önemli parçası. Mart ayından beri evime uğrayamadım, sürekli bir yerlerdeyim. İş için uçarken özel uçaklar ile oldukça lüks yolculuklar yapıyoruz. Ben kendim seyahat ederken ekonomide uçuyorum ve o zaman normal insan olduğumu hatırlıyorum.
◊ Çok hazırlık yapar mısınız seyahate çıkmadan önce?- Hayır, çok yük taşımam. 4-5 gün bir yere gidiyorsa küçük bir çanta yeterli benim için.
Diş fırçam ve seyahat çoraplarım yanımdaysa başka bir şey aramam.
Josh Gard: TRENDE TUVALET YOKTU ÇOK ZORLANDIM
◊ Filmden önce Agatha Christie romanları okumuş muydunuz?
- Agatha Christie adını ilk kez okul projesinde duymuştum. O zamanlar pek ilgimi çektiğini söyleyemem.
Yıllar sonra kitaplarını okumaya başlayınca çabuk bitirdiğim kitaplardan olmadı.
Sindirilmesi gereken kitaplardı.
Her bir romanı okuru dedektife dönüştürüyor, kafayı cinayeti çözmeye takıyorsun.
Agatha’nın romanlarında diğer sevdiğim şey ise insanları farklı yerlere ve zamanlara götürüyor olması.
Tarih ve coğrafya onun romanlarının vazgeçilmezi.
“Doğu Ekspresinde Cinayet”te işe İstanbul’dan başladık.
◊ Hiç ziyaret ettiniz mi İstanbul’u?
- Romanı İstanbul’da, Pera Palas Otel’de yazdığını, kitap ile ilgili araştırma yaparken öğrendim.
Eşimle seyahat etmek istediğimiz yerler listesinde her zaman yer alan ama bir türlü gidemediğimiz bir yer İstanbul.
◊ Küçük bir tren vagonunda böyle büyük bir film çekmek nasıldı?- Duvarlar üstümüze üstümüze geliyordu.
Küçücük tren koridorlarını büyük bir ekip ve güçlü bir oyuncu kadrosu ile paylaşmak tabii ki zordu.
Sahne aralarında da trende kalmamız gerekiyordu ve trende tuvalette yoktu ama yine de treni terk etmemiz istenmiyordu, çok zorlandım.
Karmaşık bir durumdu aslında! (Gülüyor)
◊ Son filminiz “Marshall”dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Komedyen olarak sizi çok sevsem de drama filmlerinde de çok iyi olduğunuzu düşünüyorum...
- Teşekkürler... Annemle babam ben 6 yaşındayken boşandılar.
Ben mizahın gücünü o zaman keşfetmek zorunda kaldım.
◊ Nasıl yani?- Kötü bir süreçten geçen annemle babamın kafasını dağıtmak için komiklik yapıp gerginliği ve stresi ortadan kaldırmaya çalışıyordum daha 6 yaşındayken...
İşe yarıyor muydu, hem de nasıl. 6 yaşında ortamı yumuşatma çabasından başlayan komedi, bugün mesleğim oldu.
“Marshall”a gelirsek, çok gurur duyduğum bir film oldu.
Adalet ve doğruluk için savaşan bir hikaye.
İçinde keşfedilmesi gereken birçok mesaj var ama bence en önemlisi umudu kaybetmemek.
VİZYONDA BU HAFTA