Güncelleme Tarihi:
Üstelik Cate Blanchett, arka arkaya çektiği başarılı filmlerdeki muazzam performanslarının yanında galalarda, ödül törenlerinde, kırmızı halılarda, tüm yıldızlar şıklık yarışı yapıp en iyi giyinen, en dikkat çeken, en güzel görünen ve hakkında en çok söz ettiren olmaya çalışırken hep aradan sıyrılmayı ve her neredeyse en beğenilen olmayı da başardı.
Kırılması zor bir rekora imza atarak başrolünde olduğu filmler en çok En İyi Film Oscar’ına aday olan kadın oyuncu haline gelen Cate Blanchett, 76. Cannes Film Festivali’nde de son filmi The New Boy ile yarışıyor. Usta oyuncu, hem yarışmacı filmlerden birinin başrol oyuncusu ve Hollywood’un en büyük yıldızlarından biri olarak hem de festival kapsamındaki panellerde konuşmacı olarak Cannes’ın bu yıl da en ağır toplarından elbette.
Festival sırasında Variety dergisine konuşan Cate Blanchett, artık yavaştan emekli olup ülkesine dönmek istediğinin ve oyunculuk yapmaktan da vazgeçip dümeni yönetmenliğe kıracağının işaretlerini vererek hayranlarını üzdü. Yine de bu kararlarının uygulanması için daha vade olduğunu hatırlatalım. Sektördeki erkek egemen düzenden dolayı yaşadıklarını da aktaran usta oyuncu “Bazen setteki tek kadın olduğumu fark ediyorum. Ortamda 62 erkek var ve bense oradaki tek kadınım. Bu kötü, orantısız ve adaletsiz bir durum” diyerek şikayetini aktardı.
54 yaşındaki Blanchett, oyunculukla birlikte yapımcılığa da el atarak bu konu hakkında atmaya kararlı olduğu adımları hayata geçirmiş durumda. Kadın hakları ve sinema sektöründeki eşitsizlikleri her zaman vurgulayan Cate Blanchett, bu yıl konuk olarak katıldığı Cannes’da, 2018 yılında ana yarışma bölümünün jüri başkanlığını da yapmıştı. Blanchett’in festivalin 76 yıllık tarihinde bu onura erişen 12. kadın olduğunu da belirtmiş olalım.
Peki her zaman böyle miydi? Her yıl Cannes’ın en büyük yıldızı olan, oyunculuğuyla ayakta alkışlanan, ödüllere boğulan, kırmızı halıda fotoğraflarını çekebilmek için gazetecilerin birbirleriyle yarıştığı Cate Blanchett, Fransa’daki ilk deneyiminde ne yaşayıp da bugünlere gelmişti? Gelin onu da kendi ağzından, People dergisine verdiği özel röportajdan öğrenelim…
1997’de, büyük Hollywood yıldızlarıyla başrollerini paylaştığı birkaç filmde oynayıp dikkat çekmeyi başardıysa da Blanchett'in adını dünyaya duyurduğu ve büyük övgüler topladığı ilk büyük ölçekli proje 1998 yapımı tarihi drama filmi Elizabeth olmuştu. İngiltere tarihine yöne veren I. Elizabeth’in gençlik yıllarını ve tahta çıkışını anlatan bu önemli filmdeki rolüyle bir anda BAFTA ve Altın Küre kazanan Cate Blanchett, daha sonra sık sık karşılaşacağımız bir hadiseye dönüşecek olan En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ı adaylığını da ilk kez bu yapımla kazandı.
1 yıl sonra, 1999’da Cannes’a ilk kez davet aldığında 30 yaşında olan Cate Blanchett artık Hollywood’un yükselen değeri olmaya başlamış, adını Amerika’da ve İngiltere’de çoktan duyurmuştu. Blanchett’in o yıl başrolünü Rupert Everett ve Julianne Moore’la paylaştığı tarihi komedi filmi An Ideal Husband (İdeal Bir Koca) festivalin kapanış filmi seçilmişti. Ve o da rol arkadaşlarıyla birlikte Cannes’ın yolunu tuttu ve ilk festival ve kırmızı halı deneyimini yaşadı.
Şimdilerde jüri başkanlığına bile seçildiği bu festivalin tartışmasız yıldızı olan ve herkesin peşinden koşturduğu bu dev oyuncu için bu çok önemli ilk deneyimse oldukça kötü, moral bozucu ve morluklarla dolu yaşanmış! Evet, doğru okudunuz morluklar… “Cannes’la ilgili çok güzel deneyimlerim var ancak her şeyin ilk seferi en çok akılda kalan oluyor ve benimki de böyle” diyerek anlatmaya başlayan Cate Blanchett’in bu ilk Cannes yolculuğu gerekten de hatırlaması kolay olmayan bir şekilde gerçekleşmiş.
“Cannes’a ilk kez gittiğimde gerçek anlamda bir ‘hiç kimseydim’. Küçük ve kimsenin pek de önemsemediği bir filmde oynamıştım ama film yine de festivalin kapanış filmiydi. Kırmızı halıda, fotoğraf çekimlerinde, sektörel toplantılarda nereye gitsem etrafımdakiler tarafından itilip kakıldım. Herkes yanımdan geçip giderken bana dirsek atıp yolunu açıyordu ve her yerim mosmor olmuştu.”
İnsan bu satırları okuyunca şimdiki Cate Blanchett’in o halini göz önüne getirmekte zorlanıyor elbette. Ancak usta oyuncunun artık jüri başkanlığını bile yapmış olduğu bu sinema dünyasının en etkili festivallerinden birinde gördüğü kötü muameleyi, kendi sözcükleriyle aynen bu şekilde aktarıyor. Üstelik bunun ardından katıldığı bir sonraki Cannes’da yaşadıkları da biraz önce yazdıklarımızla taban tabana zıt.
“Cannes’a bunların üstüne, bir kez daha bir filmimle katıldığımda bu kez de o film festivalin açılış filmiydi (Bahsi geçen filmin 2010 yapımı ve Blanchett’in başrolünü Russel Crowe’la paylaştığı Robin Hood olduğu notunu buraya ekleyelim). Filmi neden açılış filmi yaptıklarını bile bilmiyorum ama bu kez insanlar önüme çıkan herkesi yolumdan çekmeye, önümden iterek uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Kırmızı halıda başka oyuncularla birlikte kol kola pozlar veriyorduk ve herkes benim rahatım ve memnuniyetim için uğraşıyordu. Yani evet, Cannes’da en kötüyü de, böylesini de deneyimledim. Ama ilk seferki aklımdan hiç çıkmadı.”
İşte Cate Blanchett’in vücudunu morartacak şekilde itilip kakılarak başladığı Cannes yolculuğu yıllar içinde ayakta alkışlanmaktan jüri başkanlığına uzanan bir ivmeye sahip. Kendisi de hatırında kalan kötü anılara rağmen Avustralya’dan gelip Fransa’da düzenlenen bir festivalde yer almanın sinemanın sınır tanımazlığının kanıtı olduğu vurgusunu yapıyor ve bu yıl da bir kez daha kırmızı halı kraliçesi olarak karşılandığı Cannes için şu ifadeleri kullanıyor:
“Buraya gelmek ve tamamen farklı bir kültür tarafından kucaklanmak insana yaptığı işin evrenselliğini hatırlatıyor. Dünyanın başka başka köşelerinden insanlarla bir arada üretim yapabilmek sinema sanatının ve bizlerin de gelişmesi demek. Böylesine bir festivalde bu imkana sahip olmamız bence şahane bir şey.”