Güncelleme Tarihi:
* Çok iyi görünüyorsunuz. Ama size sormam lazım tabii. Nasılsınız?
- Tam bir şey söyleyemiyorum. Bir gün iyi, bir gün kötü. Çünkü insanı delirtmek için her şeyi yapıyorlar.
* Şu son “20’lik alırım” meselesi sanırım, değil mi? Bizi üzdü, sizi de üzmüştür...
- Gidin beni Beyhan’a sorun. 60 yıllık eşim. Bakın o ne diyecek. Normalde o cevabını verir de yormak istemedim. Röportajın devamı yayınlanmadı ki, o tek cümleyle yargıladı herkes. “İnsanlar kendilerinden yaşça küçüklerle beraber oluyor, size ne, kime ne” diyorum orada aslında.
DERDİM GENÇ SEVGİLİ DEĞİL
* Gerçekten de kime ne tabii ama Beyhan Hanım’a olan aşkınızı ve sizi bildikleri için yadırgadı herkes dediklerinizi.
- Benim derdim bu yaştan sonra genç sevgili değil. Ama etrafımda gençleri görmeyi, onlarla sohbet etmeyi severim. Enerjik, dinamik insanların yanımda olmaları beni ayakta tutuyor, hayata bağlıyor. Benim Beyhan’dan sonra genç, yaşlı fark etmez, başka bir kadını eve almam, evlenmem mümkün değil. Bırak 84 yaşında olmamı, 54 yaşında, 44 yaşında olsam yine almam.
FATMA GİRİK VE NÜKHET DURU İLE ASILSIZ DEDİKODULARIM ÇIKTI
* Sizin öyle çok çapkınlığınızı da duymadık zaten. Birkaç dedikodu çıktı ama asılsızdı sanırım...
- Kadın peşinde koşan, sokakta gördüğüne giden bir adam olmadım hiç. Asla öyle şey yapmam zaten. İki kadınla dedikodum çıktı; Nükhet Duru ve Fatma Girik. İkisiyle de hiçbir yakınlığım olmadı. Nükhet Duru’yu dinlemeye giderdik, yanımda Beyhan da olurdu. Eli elime değmiş değil. Bir gün arabada gidiyorduk, önde Nükhet, arkada ben varım, arabayı kullanan frene bastı, o frenle Nükhet’e dokundum. Hepsi odur.
* Çok kazandınız ama servetinizi de tutamadınız. “Gece hayatında yedim” demiştiniz. Ama bu dediklerinizden kadınlara da harcamadığınızı anlıyoruz...
- Bir kadına gidip çiçek almışlığım yoktur. Ama evet, paramı tutmadım ne yazık ki.
EŞİM “ERKEKLERİN UÇKURU GEVŞEKTİR” DER
* Beyhan Hanım’la iki kez boşanıp, tekrar evlendiniz. Vazgeçmiyorsunuz demek ki birbirinizden. Nedir sırrınız?
- İkimiz de keçi gibi inatçıyız. Dediğim dedik. O da ben de.
* Boşanma nedenleriniz nelerdi? İki inatçı keçi bir köprüde yapamadı mı?
- Tamamen inatlaşma. “Şunu buraya niye koydun”, “Bunun rengi niye böyle” gibi sudan sebeplerden, inatlaşmadan doğan anlaşmazlıklar. Nüfus kağıdımı Beyhan’a vermiştim. Alıyordu cüzdanı, bir boşanma davası açıyor, sonra evlilik günü alıyordu.
* Oh ne güzel, heyecanlı bir aşk. Kıskanmıyor muydu peki sizi?
- Hiç kıskanmaz. Kendine ve bana güveni sonsuzdur. Güzel kadınları ve gençleri etrafımda sevdiğimi, onların enerjisinden beslendiğimi bilir ama aynı zamanda bir yaramazlık yapmayacağımı da bilir. Bir kadını alıp otel odasına ya da eve getireyim, asla yapmadım, yapmam da.
* Beyhan Hanım kadar güzelini bulmak da zor olsa gerek...
- Elbette. Öyle güzel bir vücudu vardı ki terziler ona elbise dikmek için sıraya girerdi. Yolda yürüsün, herkes dönüp dönüp bakardı.
ÖLÜMDEN ÖDÜM KOPUYOR
* Kanseri yenen insan olarak pek çok kişiye umut kaynağı oldunuz. Sırrınız nedir?
- Gırtlak kanserini yendim. Kanser olduğumu öğrenir öğrenmez sigarayı hemen bıraktım. Doktoruma “Beni hemen ameliyat et” dedim. Bir gün bile beklemek istemedim. Yaşamayı seviyorum. Hiç ölmek istemiyorum. Ölümden çok korkuyorum. Umarım uykumda ölürüm. Çalışarak ve yaşamı severek hayatta kalıyorum.
BENİ HAYATA BAĞLAYAN ÇALIŞKANLIĞIM
* 127 film, 8 yönetmenlik, 33 senaryo. Spor yazarlığınız da var. Kendinizi en çok nereye yakın hissediyorsunuz?
- Ben hâlâ yazıyorum, hâlâ film teklifleri geliyor, oynuyorum. Beni hayata bağlayan, çalışkanlığım. Önümde üç film var. İlki yabancı ortakların da olduğu bir film, çok önemli isimler var. Final sahnesi Kıbrıs’taydı, “Ben gidemem” dedim, benim için İzmir’e aldılar.
* Bir çocuğunuz oldu ama doğumdan hemen sonra kaybettiniz...
- Evet, 11 günlüktü kaybettiğimizde.
* Başınız sağ olsun, gerçekten büyük bir acı olmalı.
- Allah nasip etmedi ama ben sanatçının çocuğu olmamalı diye düşünüyorum. Ben çocuğuma babamın bana baktığı gibi bakamazdım.
* Neden böyle diyorsunuz?
- Sanatçının kendisi çocuk zaten. Çocuk yapıyorsa da mesleği bırakıp çocuğuna dönmeli. Çoğu insan babalarının, annelerinin şöhretinin altında kalıyor. O bakımdan çocuğa da yazık.
* Sinemadaki başarınız biliniyor ama aynı zamanda iyi de bir tiyatrocusunuz. Sizin oyunculuk formülünüz nedir?
- Ben şimdi kafamı çevireyim, 2 dakika sonra yaşlı gözlerle sana bakarım.
* Nasıl...
- Bir yavru kedinin annesini aramasını düşünüp duygulanmayan, gözü dolmayan oyuncuyum demesin. Ya da sahile vuran o bebeği aklına getirip gözyaşı dökmeyen oyuncu olmasın. Oyunculuk duygu işidir...
* Sinemadaki dönüm noktanız neydi?
- Adana’da senaryosunu yazdığım “Kazım’a Ne Lazım”ın ilk gösterimi. Başrolde Ali Poyrazoğlu oynuyordu. Hulusi Kentmen de vardı. Onun işi çıkınca ben girdim filme. Adana’da film 11.00’de başlıyor, 12.30’da bitiyor. Biter bitmez halk sokağa çıktı, baktık herkes birbirine vura vura “Konuşma lan” diye yürüyor. Adana, Türkiye’deki trendi belirler. Yapımcı Nami Dilbaz zeki bir adam. Hemen Abdurrahman Keskiner’i arıyor, “Aziz Nesin’in piyesinde oynayan maymunu -beni kastediyor- al bana getir” diyor. Üç film sözleşmesi imzaladık o zaman.
ŞENER ŞEN’LE OYNAMAK İSTERDİM
* “Keşke aynı filmde oynasaydım” dediğiniz kim var?
- Şener Şen büyük yetenek ama o yeteneğine taklit senaryolarda rol ala ala ve “Yavuz Turgul’dan başkasıyla çalışmam” diye diye yazık etti. Oysa biz ikimiz güzel filmlerde birlikte rol alabilirdik.
BİLDİKLERİMİ YAZSAM MİLYONLAR SATAR
* Hatıralarınızı yazar mısınız bir gün?
- Beyhan’a ve bana “Hatıralarını yaz” diyen çok oldu. O kadar çok şey var ki gördüğümüz, yazabileceğimiz. Milyonlar satar bu kitaplar. Ama bu asla olmayacak, çünkü insanların sırlarını, özellerini anlatan kişiler olmayız biz.
* Kendi hayatınızı yazar mısınız peki?
- Hayatımın filmi olabilir, kitabını yazabilirim. Ben çocukken çok hastalıklıymışım, “ölür” demişler. Kambur Fahrettin diye bir doktor beni hayata döndürdü. Babam çok üzerime titredi. Eliyle ışığı kapatır, karanlık yapardı bana. Hayatımı anlatacak filmin adı da “Güneşi Söndüreyim mi Oğlum” olur.
* Neler yaşadınız sinema ve tiyatrodaki hatıralarınızın dışında?
- Sanatoryumdan Amerikan pirinci yemem diye jandarma ile atıldım. Grev yaptırdım hastalara. Demirköprü Barajı’nda tercümanlık yaptım. Akıl hastanesinde röportajlar yaptım. Malzeme çok hayatımda.
* Cüneyt Arkın’ı uğurladık geçtiğimiz haftalarda. Neler söylemek istersiniz?
- Çok değerli ve yetenekli bir oyuncuydu, iyi insandı. Yurtdışında olsa, James Bond olurdu. Merak ediyorum bir kişi sordu mu mal varlığını? Böyle yetenekli bir aktör yurtdışında olsa çok daha zengin bir hayat yaşardı.
KEDİLERİMLE KONUŞUYORUM EN BÜYÜK TERAPİ ONLAR
* İki kediniz de birbirinden güzel. Bizim onları değil, kedilerin bizi seçtiğine inanırım. Sizin hayatınıza ne katıyorlar?
- Çoğu zaman insanlarla değil, kedilerimle konuşmayı tercih ediyorum. Bana en büyük terapi onlar. Senaryo yazarken, çalışırken hiç ara vermem. Ama bu Zeytin (siyah kedisi) var ya, o kucağıma gelince bende yelkenler suya iniyor. Bu hayvan sevgisi bende biraz geç başladı. O geçen zamanda ne çok şey kaybetmişim. Şimdi iyi ki varlar diyorum. Onlarsız hayat düşünemiyorum.