Güncelleme Tarihi:
80'’lerde Tarabya’da taverna kültürü en güçlü dönemini yaşadı. Birçok önemli sanatçı çıkaran bu mekanlar, müzikal anlamda tek piyano ve şarkıcıyla eğlenme kültürüne farklı bir bakış sağladı. Atilla Yelken, bu kültürün başlangıcını sağlayan isimlerden biriydi.
Yelken, müzikal başlangıcını şöyle anlatıyor:
“İstanbul’daki ilkokulumda okuma bayramında ilk alkışımı aldım. Sonrasında elime mandolin sıkıştırıldı. O kendini gitara döndürdü. Gitarın yanına piyano eklendi. O gün bugündür bir şeyler çalıyorum ve üretiyorum. 60’larda 17’li yaşlara gelindiğinde The Beatles ve The Rolling Stones dinlemeye başladık. 3 gitar, 1 bateriyle grup kurduk. Moğollar ve Erkin Koray’la çalışan Ayzer Danga da bizimleydi. O sonradan Mavi Işıklar’a gitti. Ben yoluma devam ettim. Diğer arkadaşlarımız profesyonel olmadı. Ayzer ile ben, Pendik’ten çıkıp profesyonel olduk.”
Yelken, ilk olarak düğün salonlarında çaldıklarını söylüyor:
“O zaman şimdiki gibi barlar yoktu. İlk çalacağınız yer düğün salonuydu. Arada sırada ailemin izin vermemesine rağmen Beyoğlu kaçamakları olurdu. Oradaki bar ve pavyonlarda çalabilmek profesyonelliğe önemli adımdı. Askerlik sonrası Ankara’daki bir orkestraya katıldım. Oranın en iyi orkestrasında çalarken, 72’lerde yemek müziği yapmaya başladım. Atilla Yelken’i bir yerlere götürüp, sanatçı yapmak vardı içimde. 74 yılında Toplu İğne Beste Yarışması’na girdim. Orada ilk kez TV’de görüldüm. Tek kanal olduğu için dolaşırken hemen beni sokakta tanımaya başladılar. 75’de de ilk 45’liğimi çıkardım.”
“Gözler Kalbin Aynasıdır” şarkısıyla tanındım
Atilla Yelken ile Ferdi Özbeğen, popüler şarkıları bir albümde yeniden seslendirme geleneğini 70’lerin sonunda başlatıyor. Yelken, o dönemi şöyle anlatıyor:
“78 yılında Ankara’daki bir plak deposu sahibi beni çağırdı. ‘Biri plak yapmış, çok dinleniyor’ dedi. Bir baktım kapakta Ferdi Özbeğen. Akşam restoranda söylediği ve herkesin bildiği şarkıları bir albümde toplamıştı. Ben de bu işi yapıyordum. İlham Gencer gibi piyano çalıp şarkı söyleyen insanlardık. Ferdi’nin ardından 79 yılında benim de ilk uzun çalarım çıktı. Özbeğen’den sonra Türkiye’de eğlence ya da karışık şarkılar albümü popüler oldu. Piyasada herkesin sevdiği ve gazinolarda çalan şarkıları söylüyorduk.”
Atilla Yelken, “Gözler Kalbin Aynasıdır” şarkısıyla da çok tanınıyor:
“82’de plak şirketi sahibi Ferdi Özbeğen’le yarışacak bir albüm yapmamızı istedi. O zamanın en iyi bestecisi Ahmet Selçuk İlkan ve Selami Şahin’di. Onlardan 8 şarkı aldık. Bunlardan biri de ‘Gözler Kalbin Aynasıdır’. O şarkı bir seneye yakın plak listelerinde kaldı. Türkiye’nin en büyük sanatçısı Zeki Müren listede 1 numaraydı, ben de o şarkıyla 2 numara. Böyle bir üstatla yarışmak büyük bir onurdu.”
Taverna müziğini insanlar kolay ve ucuz gördü
Atilla Yelken, “piyanist şantör” tanımlamasının çıkışını şöyle dile getiriyor:
“Bir reklamcı çıkardı o lafı. Şantör Fransızcadan geliyor. Erkek vokallere deniliyordu. Erkin Koray gitar çalıp şarkı söylüyor. Ona gitarist şantör deniliyor mu? Bunu aşağılayıcı bir kelime olarak kullanmadılar ama önüne gelen bu işi yaptı. Biz 3 müzisyenin yaptığı işi teke indirdik. Bu işi de başlatan 5-10 kişiden biriyim. 8 buçuk yıl Tarabya Otel’in İskele Restoranı’nda çalıştım. O dönem Tarabya’da İlham Gencer de bir restoranda yemek müziği yapıyordu. Oradaki hiçbir restoranın kapısında taverna yazmazdı. O yıllarda Rum müziği çalınan yerler tavernalardı. Ardından yan yana 11 restoran açıldı ve ‘Tarabya müziği’ diye farklı bir müzik çıktı. Bunlar kapıdan girenlere ‘Hoş geldiniz Ahmet beycim’ demeye başladı. Her gelenin adını zikrediyorlardı. O gelenler de çok önemli bir şahsiyet geldi görüntüsü çizmek için arabadan iner inmez, valeye kartını verirdi. ‘Piyaniste götürün beni onurlandırsın’ derdi. Böyle başladı her şey.”
Yelken, “Piyanist şantör kaldı mı sizce” sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Kalmadı, neden kalmadığını anlatayım. O zamanlar gazinolarda assolistin altında onun benzeri müzik yapan isim çıkardı. Biz ne yaptık, sahnede klavye çalıp söylerken her tür şarkıyı söyledik. Bu işler moda olunca ‘çıstakçı’lar çıktı. Bizlere bile ‘O Ahmet beyler gelmiş’ dememiz istendi. Bunları yapanlar yüzünden de işin suyu çıktı. Tek kişi sahnede çaldığı için kolay müzik gibi insanlara gösterildi. Taverna müziğini insanlar kolay ve ucuz gördü. O da işin lezzetini bozdu. Saat 8.30’da sahne açılırdı. Gece 2’ye kadar tek başımıza sahneden inmeden program yapardık. Ardından Nejat Alp, Ümit Besen, Cengiz Kurtoğlu gibi isimler geldi. O dönem sahnede arabesk de söylerdik. Ben de arabeske kravat taktıran adamım. O zamanlar arabeskçiler hep bağrı açık kıyafetle sahneye çıkardı. Biz de arabesk şarkıları söylüyorduk ama kravatsız sahneye asla çıkmazdık. Biz de arabeske kravat taktırdık. Sahnede modern arabesk yaptık.”
Ferdi Özbeğen üst üste 30 gün Harbiye’de çıksa doldurur
“Ferdi Özbeğen, dünya beyefendisi, dünya iyisi bir müzisyendi. Çınar Otel’de kendi orkestrasını kurdu. Kaderimiz bizim plaklarla birbirine örtüştü. Değeri öldükten sonra anlaşılan müzisyendir. Altın yıllarında Şan Tiyatrosu’nda konser verdi. Can arkadaşımdı. Ferdi, şu an Harbiye Açıkhava konserinde 30 gala çalsa 30 günü de doldurur. Yaptığımız işlerin lezzeti, keyfi, güzeldi. Ferdi ‘Bu işi ayağa düşürdüler, bak bir gün bitecek bu iş’ derdi. Bodrum’a kaçma nedenlerinden biri de buydu. Bizi dinleyenlerin kalitesi bozuldu.”
Atilla Kaya yaşasaydı Cengiz Kurtoğlu olmazdı
◊ Ümit Besen’in farklı bir ağır abiliği vardı. Hatta 80’li yıllarda Ümit Besen’i sahnede konuşturamazlardı. Birisi bir şey söylediğinde yüzü kızarırdı. Adana’dan İstanbul’a gelip birden şöhretli oldu. Hüseyin Emre ve Selami Şahin’le yakın arkadaştı. Onlar, Ümit Besen’e çok güzel bir repertuvar yaptı. Davudi bir sesle lezzetli bir müzik sundu.
◊ Atilla Kaya diye bir tavernacı arkadaşımız vardı. Kendine bakmayıp erken yaşta vefat etti. Kendine baksaydı ve daha uzun yaşasaydı, Türkiye’de Cengiz Kurtoğlu diye biri olmazdı. Büyük iddiamdır.
◊ O dönem Selami Şahin’den beste almak zordu, hâlâ de zor.
Müziğin yanında ticaretle uğraşıyorum
Atilla Yelken, 95 yılında sahnelere ara verme nedenini şöyle anlatıyor:
“95 yılında önüne gelen Tarabya’da çalmaya başlayınca Bodrum’a gittim. Orada bir restoran açtım. Müşterilerim beni sadece yazın dinlesin istedim. Kışın da Uludağ ve Palandöken’deki otellerde çalışmayı tercih ettim.”
76 yaşındaki sanatçı, 15 yıldır her yaz Edremit Körfezi’nde bir otelde çalıştığını söylüyor. Yelken, pandemi döneminde ise sanayici olduğunu belirtiyor:
“Pandemide arkadaşımın fabrikasında çalıştım. Fabrikanın yönetim kadrosunda sanayicilik yaptım. Kışları İstanbul’dayım. Yazın bir otelde hem sahne hem de denizcilikle uğraşıyorum. Çocuk yaştan beri yelkenciyim sonra yatçı oldum. Müziğin yanında ticaret de olsun istedim. Pandemiden sonra korktuk ‘Ya müzik biterse’ diye. Ayrıca koristlerime ders veriyorum. Müziği bırakmış değilim sadece albüm yapamıyoruz. Oğlum Murat Yelken’in film müzikleri yapan bir stüdyosu var. Kızım da tiyatrocu.”