Güncelleme Tarihi:
İlk albümünüz çıktığında sizi Bursa’da canlı izlemiştim. Ayıptır söylemesi Brad Pitt de değilsiniz ama insan gözünü ayırmadan izliyor sizi. Şeytan tüyü mü bu, sahne performansı mı, nedir alametifarikanız?
- Fettah Can: Aslına bakarsanız bunun için özel bir çaba sarf etmiyorum. Bu bir aura... Sahne kendimizi en iyi yansıttığımız yer. Orada içimizdeki gücün hepsi çıkıyor ortaya. Moraliniz çok bozukken de çıkabiliyorsunuz sahneye ve 10 dakika sonra bütün bulutlar dağılmış oluyor. Kendim için haricen bir şey söyleyeceksem; sürprizlidir benim sahnem. O da etkili olabilir. Orkestra bile benim sadece ilk şarkımı bilir her zaman. Asla hazırlanmış bir repartuvarla çıkmam oraya.
Henüz çok gençsiniz ama 24 yıllık bir sanat geçmişiniz var. “Bu işin cefasını çok çektim” demişsiniz. Neler çektiniz?
- F.C: Benim başladığım zaman her şey şu ankinden zordu. Şimdi dijital bir çağda yaşıyoruz ve her şeye çok kolay ulaşıyoruz. Benim zamanımda çok sevdiğin bir sanatçıyı dinleyebilmen için konserine gitmen gerekiyordu. Ya da para verip albümünü almak zorundaydın. Şimdiki gibi bir tuşla ulaşamazdın. Ee, bir de o dönemde benim gibi çok genç müzisyen yoktu. Büyüklerin arasına girmek, orada bir söz söylemek çok zordu.
“Damar şarkıların solisti deniyor sizin için. Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
- F.C: Şarkılarım aslında melankolik ama içinde eğlence de barındırıyor. Genel olarak bakınca hüzünlü şarkılar söylüyor gibi dursam da şarkılarımın birçoğu ritmiktir.
Bu değirmenin suyu nereden geliyor peki? Nasıl bu kadar insanların içine işleyen şeyler yazıyorsunuz?
- F.C: Özel bir ritüelim yok. Cansu’da vardır o daha çok. Benim yukarıda bir yerim var. Oturur orada, bildiğiniz mesai yaparım. Bazen biriyle sohbet ederken çıkar bir cümle; hoşuma gider ve onun üzerinden devam etmeye çalışırım.
CANSU EVLİLİKTEN HEP KAÇTI
Sizin gibi iyi yorumcu ve bestecilerin genelde özel hayatı çok sansasyonlu olur. Kabaca, aşkların biri başlar biri biter. Ama siz sekiz yıl devam eden bir aşktan sonra bir de üstüne evlendiniz. Hiç mi sıkılmadınız gerçekten?
- F.C: Hayat toz pembe değil tabii. Biz de çok kavga ettik ve hâlâ zaman zaman ediyoruz ama ikimiz de gerektiğinde bir adım geri durmayı, gerektiğinde öne çıkmayı biliyoruz. Bu da dengeliyor ilişkiyi. - Cansu Kurtçu: Evlilik bence çok güzel ve herkesin zamanı geldiğinde yaşaması gereken bir şeymiş diye düşünüyorum. Özellikle bizim gibi uzun süreli ilişkilerde hep şu denir: “Aman ne farkı var?”
Gerçekten ne farkı var?
- C.K: Bir kere manevi olarak her şey daha yerini buluyor. Aile olmak sahiden farklıymış. Aslında evet, baktığınızda biz sekiz senedir zaten bir aileydik. Ama resmi olarak da aile olmak çok başkaymış.
Toplumsal statü gereği mi?
- C.K: Hayır, sadece o değil. Kendi içinde de çok manevi bir değer katıyormuş ilişkiye. “Muş” diyorum çünkü ben de yaşayana kadar böyle düşünmüyordum.
Sekiz yıl neden beklediniz?
- C.K: Evlenmeyi hep istiyorduk o ayrı ama ben bir kere bile “hadi evlenelim” demedim Fettah’a. Hep kadınlar tutturur ya “ne zaman evleneceğiz, hadi artık!” diye...
- F.C: Demediği gibi hep kaçtı.
Nasıl yani?
- F.C: Ne zaman “hadi bu sene evleniyoruz” konusu açılsa Cansu onu hep “bir sene daha” diyerek öteledi. O sekiz yıl nasıl geçti dediniz ya az evvel (gülüyor)... Cansu’nun “bir sene daha” ötelemeleriyle geçti işte!
- C.K: Çünkü hep kariyerimiz için daha yapmamız gereken şeyler var diye düşünüyordum. Ama dediğim gibi hepsi evleninceye kadardı. Evlenince gördüm ki onlar benim hüsnü kuruntummuş meğer!
Kıskançlıkla aranız nasıl peki?
- C.K: Neredeyse hiç diyebilirim. Bizim hiçbir zaman birbirimize zarar verecek bir kıskançlığımız olmadı. Bir kere bile ona bu fotoğrafı niye koydun, o klibi niye öyle çektin gibi saçma yorumlar yapmadım, o da aynı şekilde. Kıskançlık özgüvenle ilgili. Hani o seven insan kıskanır klişesi vardır ya... Ona katılmıyorum. Özgüvensiz insan kıskanır. Net!
- F.C: Aslında özgüvenden de ziyade karşılıklı güven. Karşınızdaki insana sonsuz bir güven duyuyorsanız şayet, gerisi teferruat.
- C.K: Bence aşk da, kıskançlık da aslında anlatılabilecek duygular değil. Bunu anlatabilsek biz anlatırdık.
Yok mu hiçbir tanımlamanız “aşk şudur” diyecek?
- F.C: Aşk freni patlamış kamyon derim ben!
- C.K: Hormonal bir durum!
- F.C: O da doğru. Bilim adamları da öyle söylüyor zaten. Aşıkken salgıladığınız o hormonu bugün birine yükleseniz, aynı şeyleri baştan yaşayabiliyormuş mesela...
- C.K: Nasıl yani, o hormonu verdiğinde her halükarda mı? Mesela karşısında bir ayı varsa, ona da mı hissedecek aynı şeyleri?
- F.C: (Kahkahalar) Ee, olabilir. Ben demiyorum. Bilim adamları söylüyor bunu.
AŞKIN İLK HALİ ÇOK HASTALIKLI
‘Zamanla aşk sevgiye ve saygıya dönüşüyor’ anlayışı için ne söylersiniz?
- C.K: Biz çok aşık olarak birlikte olduk. Aşksa evet, bizimkisi aşktı işte. Hâlâ çok aşığız ama şu da doğru; o ilk zamanlardaki büyük tutkular, heyecanlar olmuyor.
- F.C: Aşkın o ilk hali hastalıklı bir şey zaten. O haliyle kalmaması da hayrımıza diye düşünüyorum.
- C.K: Sevgi daha kıymetli. Şu an Fettah’a duyduğum saygı, sekiz yıl öncesiyle kıyaslanamaz bile. Nasıl anne, baba, kardeş için et tırnak deriz ya hani... Biz de öyle olduk.