Güncelleme Tarihi:
◊ “Arka Sokaklar”a, sizin deyiminizle “yuvaya” döndünüz. Neler hissediyorsunuz?
- “Arka Sokaklar”a dönme hissini şöyle ifade edebilirim. Hani sizin en çok sevdiğiniz gömleğiniz vardır ya... Onu giydiğinizde müthiş bir huzur ve güven duyarsınız. Ne kadar yeni, pahalı şeyler alsanız da hiçbir zaman artık giyilmekten aşınmış hatta rengi atmış, belki bir yerinde ufak bir delik açılmış o gömleğin yerini tutamaz. Ve yine o en sevdiğinize geri dönersiniz, dönmek istersiniz. “Arka Sokaklar”a dönmek de işte böyle bir şey. Bütün oyuncuları çok iyi tanımak hatta kardeş olmak, ekibin müthiş uyumu, herkesin her yapacağı hamleyi evvelden kestirebilmesi, çekimlerde birçok spontane oyun çıkarmamızı sağlıyor.
◊ “Arka Sokaklar”ın bu kadar sevilmesinin ve vazgeçilmez olmasının sizce sebebi nedir?
- Bence seyircinin karakterleri benimsemesi, kendini bir parçası gibi görmesi ve sevmesi ile çok ilgili. Mesela Özgür Ozan’ın canlandırdığı Hüsnü Çoban karakteri ve onun ailesiyle olan ilişkisi. Zor şartlarda nasıl birbirlerine bağlandıkları, hayatın dramına rağmen komik durumları görmeleri, yaşamaları...
Şevket Çoruh’un canlandırdığı Mesut karakterinin tek başına yetiştirmek zorunda kaldığı oğlu Tunç ile olan ilişkisi...
Zafer Ergin’in oynadığı Rıza baba karakteri ve aile ilişkileri...
Yazar grubu Yurdakul ailesinin, hikayeleri her zaman dinamik, güncel ve gerçekçi tutması ve tabii ki bütün bunların Türker İnanoğlu’nun orkestra şefliğinde olması, asıl başarıyı sağlayan unsur.
◊ Engin Müdür’ü neler bekliyor şimdi?
- Bunu henüz ben de hiç bilmiyorum. Her şeyi senaryo geldikçe öğreniyorum. O yüzden sürprizleri hep beraber göreceğiz.
◊ Ekrandan uzak kaldığınız dönemde neler yaptınız?
- Ekrandan uzak kaldığım üç sene boyunca Amerika’da, Miami’de yaşadım. Orada emlak alım satım işi ile uğraşıyorum. Ortak arkadaşlarımla ihaleden evler alıp, onarıp sonra satıyoruz. Bazen kazanıyoruz, bazen kaybediyoruz. Evlerin çoğunu, evin durumunu görmeden alıyorsunuz. Dolayısıyla harcanması gereken miktar evin satış miktarını aşabiliyor. Bu işleri yapabilmek için bir emlak lisansınızın olması gerekiyor. O lisans için de okula gitmek, çok kalın bir kitabı ezberleyip imtihandan geçmeniz gerekiyor. O kadar zordu ki ben kursu iki defa almak durumunda kaldım, sonrasında imtihana girdim. Geçtikten sonra kendimle epey gurur duydum. Çünkü hiç bilmediğim bir konuda uzmanlaşmıştım (gülüyor). Hatta bu yaştan sonra daha da zevkli oluyormuş. Ayrıca Amerika’da olmanın en güzel tarafı, orada üniversitede okuyan oğluma yakın olmak ve onu sık sık görebilmekti.
◊ Yeni nesil oyuncuları nasıl buluyorsunuz?
- Çok beğeniyorum. Mesela en son uçakta benim daha yeni seyretme fırsatı bulduğum “Ekşi Elmalar”a rastladım, bayıldım. Yılmaz Erdoğan yine çok güzel bir film çekmiş. Başroldeki 3 kız kardeşin birbirleri ile olan ilişkileri muhteşemdi. Bravo Farah Zeynep (Abdullah), Songül (Öden) ve Şükran (Ovalı).
BİR GÜN YUMURCAK’IN GERÇEK HİKAYESİNİ FİLM YAPACAĞIM
◊ Kendinizle ilgili yanlış bulduğunuz ve değiştirmek istediğiniz bir algı var mı?
- Ben biraz mesafeliyimdir, hemen samimi olmayı sevmem. Sizi tanıdıktan sonra seversem, canımı bile verebilirim ama. Bazı insanlar bunu soğukluk olarak algılayabiliyor. Tribünlere oynamayı da sevmem. Ne kadar sevileceğim, ne kadar beğeni alacağım diye bir post koymam Instagram’a mesela. Gerçek fikirlerimi koyarım ve İngilizcesini yazarım. Hayatımın 30 senesi Amerika ve Avrupa’da geçtiği için arkadaşlarımın yarısından çoğu yabancı çünkü. Sizi sadece bir iki dizide seyretmekle hakkınızda her şeyi bildiklerini, sizi çözdüklerini zannediyorlar. Ama maalesef öyle değil. Bir gün “Yumurcak”ın gerçek hikayesini film yapacağım.
BENCE ZENGİNLİK SADELİKTE
◊ Şu an hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
- Artık hayatta sadece huzur arıyorum. Eskiden “şu da olsun, bunlara sahip olmak için neler yapmam gerek” gibi düşüncelerle hareket ederdim. Şimdi sabah güneşli bir güne uyanmanın zevkine, bir tost ve çayın tadına, oğlumun kokusunu duymaya, spor yapabilmenin, sağlıklı olmanın güzelliğine bayılıyorum. Bence zenginlik sadelikte. Yaşamın hızından hayatı kaçırıyoruz. Artık güzel bir çiçek gördüğümüzde ona bakmıyoruz çünkü o çiçek hep orada olacak zannediyoruz. Ama bir gün olmayabilir. O gün “keşke dün o çiçeğe baksaydım” diyebiliriz. Basit bir çiçekte bile tanrının bir mucizesini görebiliriz. Yorumsuz bir şekilde baktığımız zaman.