Güncelleme Tarihi:
◊ Audrey Hepburn’ün aramızdan ayrılmasının üzerinden 30 yıl geçti, ancak o kadar zamana rağmen etkisi halen sürüyor. Annenizi bu kadar özel kılan neydi sizce?
- Audrey Hepburn’ün mirası, güzel bir piramit gibi üç ana yönden oluşuyor. Birincisi, elbette aktris olarak bıraktığı miras. Yaptığı işi çok ciddiye alıyordu ama kendini o kadar ciddiye almıyordu. Elizabeth Taylor’ın Hollywood’un “Kleopatra”larında olduğu bir dünyada, annem küçük siyah elbisesiyle dünyaya açıldı. İnsanlar onu kendilerinden biri olarak gördü. İkincisi, stil ve zarafet mirası. Hiçbir zaman moda düşkünü olmadı. Şimdiki gençler, büyük moda makinelerine karşı isyan ediyor. Kullanılmış giysiler alıyor, kıyafetleri yeniden değerlendiriyorlar. Audrey Hepburn yıllar önce aslında tam da bunu yapıyordu. Üçüncüsü ve en önemlisi, sahip olmayan insanlar olduğunu fark etmenin lütfu. O kadar çok şeye sahip olduğunu hissetti ki, şükredecek çok şeyi vardı. Ömrünün sonunda UNICEF elçisi olarak geçirdiği 5 yıl, bence bu mirasın üçüncü ayağı. Bu, modayı takip etmemesine rağmen, zarif olma, kapsayıcı olma, katılımcı olma, yardım etmeye çalışma, çocuklar için geleceğimizi değiştirmeye çalışma modasını başlattı...
◊ Audrey Hepburn’ün klasik filmlerinden “Roma Tatili”nin 70’inci yıldönümü. Annenizle bu film hakkında hiç konuştunuz mu?
- Burada filmi yazanlardan bahsetmeliyim, çünkü onların sayesinde bu film zamanın testinden sağ çıktı. Demek istediğim, Greg (başrol oyuncularından Gregory Peck) harikaydı, annem de çok iyiydi ama senaryo olağanüstüydü. O zamanlar bir sihirle, bir parıltıyla yazılıyordu filmlerin çoğu. İnsanların yağmurlu bir pazar akşamında yeni filmleri izlemektense “Roma Tatili”ni tercih etmelerinin nedeni bu. Annemin Roma ile ilişkisi çok karmaşıktı. Oraya ailesiyle birlikte gitmeye başladı. 30’lu yıllarda Fregenae’deki sahile giderlerdi. Tabii o zamanlar ailem, o anın ideolojisini desteklemekle meşguldü. O günlerde çok fazla seçeneğiniz yoktu. Savaş başlayınca ve o ideolojinin gerçek uygulamalarını fark ettiklerinde her şey karmaşık hale geldi. Ama annem bu karmaşıklığa rağmen Roma’ya geri döndü ve bu olağanüstü filmi çekerek bir nevi kariyerini başlattı. Bence Roma’da kendini her zaman evindeymiş gibi hissetti. Oradayken merkeze gitmeyi ya da alışverişe çıkmayı severdi. Bunu İsviçre’de de hep yapıyordu ama Roma’da dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacağınız yumuşak ve harika bir şey var. “Roma Tatili”ni bugün hâlâ izleyebiliyor ve hayal kurabiliyoruz.
◊ Audrey Hepburn o filmde prenses rolündeydi. Sizce bugünün dünyasında prenses ya da kraliçe imajı hakkında ne düşünürdü?
- Sana ne düşündüğümü söylersem, bundan hoşlanmazsın... Çünkü benim için tüm dünya o kadar kokuşmuş ki, ondan uzaklaşacağım. Ama sana ailemden bahsedeceğim. Annem de babam da asildi. Annem bir barones olabilirdi, çünkü büyükannem öyleydi ve babam İspanyol tarafında bir konttu. İkisi de bunu bırakmaya karar verdi. Ailemizdeki asaletin sonu buydu. İlginç bir şekilde, annem Kensington Sarayı’na ilk gittiğinde Prenses Anne, Kraliçe Elizabeth’e doğru eğildi ve “O bizden biri” dedi. Ama bu onun tahminiydi. Annem bütün bunlardan etkilenmemişti. Herkese saygı ve nezaketle davranırdı. UNICEF için yaptığı çalışmalar sırasında, ideolojinin ne olduğunun çok farkındaydı. İdeolojinin bir bütün olarak insanlığa yaptığı çok önemlidir. İster siyasi, ister dini, herhangi bir ideoloji... Ve 62 yaşında burada oturup size bunların hiçbiri olmadan büyüdüğümü, temiz olduğumu ve çocuklarımın da herhangi bir ideoloji olmadan büyüdüklerini söylüyorum. Bu gezegen için tek bir şey diliyorum. Yaşadığımız sorunların araç, yetenek veya yetenek eksikliğinden değil, irade eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
◊ Tüm dünya tarafından tanınan iki yıldız ismin çocuğusunuz. Bu durum, kariyerinize başlamaya karar verdiğiniz dönemde sizi zorladı mı?
- Roma’ya taşındığım ilk birkaç hafta kolay olmadı. Ama sonra herkes gibi normal bir çocuk olduğumu anladılar. Uzun boyluydum ve beni futbol takımında kaleci yaptılar. Annem bana harika bir hediye verdi; normal bir çocukluk. Bana “Hollywood ebeveynliği” yapmadı. Belki de babam yapmak istediği her şeyi yapamadığı için daha çok acı çekiyorlardı. Son derece zeki, eğitimli ama bir şeyler yapmak isteyen biraz nevrotik bir adamdı. Aynı zamanda neyi nasıl isteyeceğini de bilmiyordu. Bence aslı sorun buydu, çünkü o olağanüstü bir yapımcıydı.
◊ Audrey Hepburn’ün savaş döneminde ayrı düştüğü, uzun yıllar sonra tekrar bulduğu babasıyla ilişkisinin umduğu gibi olmadığını, bu durumun erkeklerle ilişkilerini de etkilediğini söylemişsiniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
- Annem Viktorya dönemi geçmişinden geldiği için, ne tökezledi ne de üzüldü. Bana anlattığına göre babası savaşa katıldıktan sonra onu Kızılhaç aracılığıyla bulmuş. Dublin’e gidip onu anons ettirmiş. Uzun yıllar süren yokluğunun ardından anneme sarılmak için ayağa bile kalkmamış. Annem o anda, onun duygusal açıdan sakat olduğunu anlamış. Bunun kendisini çok incittiğini, hiç unutmayacağını söylemişti ama yine de bunu ona karşı kullanmadı. Babasını olduğu gibi kabul etti. Hayatının sonuna kadar onu maddi olarak destekledi. 50 yıl ayakta kalan harika çiftleri izlerseniz, hâlâ birbirlerine olağanüstü bir ışıltıyla baktıklarını görürsünüz. Ne olursa olsun; savaş, kıtlık, kanser, hastalık, bir çocuğun kaybı, her şeye rağmen o harika sihir hâlâ oradadır. Sanırım annemin babamla ilişkisinde umduğu da buydu ve bunu kısmen babamdan aldı. Çok ama çok mutluydular.
NATALIE PORTMAN’I ANNEM GİBİ SİYAH ELBİSEYLE ÇEKİP KAPAK YAPTILAR
◊ Hollywood’daki bazı oyuncular için kullanılan “Yeni Audrey Hepburn” ifadesini duyunca ne hissediyorsunuz? Aklınızdan neler geçiyor?
- Natalie Portman küçük bir kızken, Audrey Hepburn Çocuk Fonu’nun çocuk kurulundaydı. Onunla o zamandan beri arkadaşız. Yanlış hatırlamıyorsam onu tıpkı anneminki gibi siyah bir elbiseyle çekip fotoğrafını Harper’s dergisinin kapağına koymuşlardı. Bence bu haksızlık, çünkü herkes benzersiz ve kendine göre güzel. Başka bir Audrey Hepburn olacağını düşünmüyorum, onu bu kadar özel kılan da bu.
◊ Audrey Hepburn’ün hafızalarda çok canlı kalan, onu moda ikonu olarak andığımız bir görüntüsü var. O fotoğrafın özellikle Tiffany’s markası tarafından reklam amaçlı olarak kullanıldığını görüyorum...
- Doğru. Tiffany’s ile LVMH grubu markayı satın almadan önce başlayan uzun vadeli bir ilişkimiz var. Birebir kopyaları olmasa da annemin kullandığı ürünlerin benzerlerini imal ediyorlar.
ÖDÜLLER ONU ETKİLEMEDİ
◊ Audrey Hepburn, Oscar’dan Altın Küre’ye sayısız ödüle sahipti. Ödüller onun için ne anlama gelirdi? Başarıları onu nasıl şekillendirdi sizce?
- Oscar alması çok büyük bir sürpriz ve büyük bir onurdu. Altın Küre’yle de gurur duyduğunu biliyorum. Tüm ödülleri halen duruyor. İsviçre’deki evde televizyonlu bir oyun odası vardı. Küçük, siyah beyaz bir televizyon ve etrafında raflar vardı. Tüm ödüller en üstteydi. Benim de tahta oyuncaklarımdan oluşan bir koleksiyonum vardı. O ödüller kitaplarla, oyuncaklarla ve birbirine uyan Rus bebekleriyle bir aradaydı. Ödüller için çok müteşekkir olduğunu düşünüyorum. Ama neyse ki, onu gerçekten şekillendirmedi ya da etkilemedi. Bence onu Audrey Hepburn yapan, kendine yaptığı yatırımdı. O bir karakter oyuncusu değildi. Role gitmek yerine rolü kendisine getirirdi. Yani rolü, senaryoyu ve her şeyi kendisiyle bağdaştıran son yıldız neslinin bir parçasıydı. Çok ama çok alçakgönüllüydü. Akademi Ödülü alması, meslektaşlarının onun iyi bir şey yaptığını gördüğü anlamına gelir. Altın Küre de ona çok şey ifade ediyordu, çünkü bu basındaki profesyonellerin aslında onun özel bir çaba sarf ettiğini fark ettikleri anlamına geliyordu.
O BİZDEN BİRİ
◊ Audrey Hepburn, etkisi geçmişten günümüze ulaşan nadir isimlerden biri. Hâlâ bu kadar sevilmesiyle ilgili teoriniz nedir? Filmlerini hiç izlememiş yeni nesiller bile onu tanıyor...
- Biliyorum. Gençlerin odasındaki dolapların kapağında James Dean’in yerini aldı. Ergenler, onun kim olduğuna dair sürekli değişen bir görüşe sahip. Eski nesiller ise onun hikâyesini biliyor. Bence çocukların, ergenlerin duyduğu hisler içgüdüseldir. Bir şeyin gerçek ya da sahte olduğunu hissederler. Pek çok sahtenin olduğu bir dünyada onu dinliyorlar, izliyorlar ve onda dürüst bir şeyler hissediyorlar. Yaşlı insanlar da ona sahip çıkıyor. O bizden biri...