Güncelleme Tarihi:
Âşık olduğumuzda kullandığımız dil, konuştuğumuz dilden çok farklı.. Fransız felsefeci, gösterge bilimci, edebiyat eleştirmeni Roland Barthes’ın neredeyse yarım asır önce kaleme aldığı “Bir Aşk Söyleminden Parçalar” kitabında da aşk onlarca kelimeyle farklı bir samimiyette.
ZEYNEP TUĞÇE BAYAT :
BİRLİK: Sevilen varlıkla tam birlik düşü. “Birlik benim için önemli; çünkü aşk ancak iki kişinin bir olmasıyla büyük bir güce dönüşebilir. Biriyle birlikte yolculuğa çıkıyorum ve başıma her şeyin gelebileceğini biliyorum. Güzel şeyler ve belki de felaketler... Yolculuk boyunca büyüyorum, büyütüyorum, kökleniyorum, güçleniyorum, öğreniyorum, öğretiyorum. Olup olabileceğim en iyi, en yaratıcı insana dönüşüyorum. Ve aşkın yardımıyla yeni bir güç keşfediyorum: Sevgiyi. Benim için dünyanın nihai amacı bu.”
DOKUNUMLAR: Beti, arzulanan varlığın bedenine (daha keskin olarak tenine) kaçamak dokunmanın yol açtığı her türlü iç söylemi kapsar. “Hayatımız boyunca binlerce insanla karşılaşıyoruz. Kimine bakmıyoruz bile, kimi zaten hayatımızda var olması gerekenler oluyor. Sonra bir gün karşılaştıklarımızdan bir kişiyi seçiyoruz ve ona âşık oluyoruz, seviyoruz. O insanı seçtikten sonra, hayatın sıradanlığı değişmeye başlıyor. Hayatı bambaşka algılıyoruz artık. Onu düşünüyoruz, hayatımızın her alanında o oluyor, bir coşku, bir heyecan... Vücudumuzda kimyasal bir sürü şey oluyor ve tüm bunların içerisinde dokunum, başlarda ürkek ama bir o kadar da tutkulu bir durum... Ellerin, parmakların birbirine değmesi; hatta sadece tene değmek değil, gözlerimiz birbirine değdiğinde de önüne geçilmez bir dokunum isteği ortaya çıkıyor. Ardından dokunum, tam bir dokunma haline dönüştüğünde, vücutlar birleştiğinde, yani ruhlar, bedenler aracılığıyla konuştuğunda aslında bir taraftan da tükenmeye başlıyor maalesef. Ve tabii dokunduğumuzda, gerçekten karşımızdakine mi değiyoruz Sadece bedenine değil, aslında hem bedene hem ruha ve akla dokunuyoruz. Ama bir taraftan da aslında o, acaba bizim hayal ettiğimiz kişi mi? Ya da hayal ettiğimiz gibi birini mi yaratıyoruz? Shakespeare şöyle söylüyor: ‘Sıradan, çirkin, çarpık şeyleri bile aşk değiştirebilir; biçimli, değerli kılabilir. Aşk, gördüğünü gözleriyle değil, hayaliyle görür.”
OSMAN SONANT :
KUSURLAR: Günlük yaşamın birtakım çok önemsiz durumlarında, özne sevilen varlığa karşı bir kusur işlediğini sanır ve bundan dolayı bir suçluluk duyar. “Kusurların aşkın içindeki yeri çok önemli; zira gerçek aşk, o kusurların kabul edilip, kusurların bile güzelliğe
dönüşmesi ile mümkün. Ama kusurları kabul ettiğinizde gerçek aşk olmuyor, gerçek aşk varsa kusurlar da kabul ediliyor... Kusurlar, bazen doğuştan gelen bazen de sonradan kazanılan dezavantajlar gibi görünse de aslında öyle değil. İnsanların, duyguların evrilebilmesi ve daha güzele daha iyiye gidilebilmesi için yaşamsal değer taşıyan anahtar onlar. Aşk, her dönemde çağın ihtiyaçları
ve aydınlanmalarıyla şekil olarak değişse de, mana olarak her daim aranan, özlenen ve hayali kurulan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Binlerce yıldır ‘Gerçek aşk nedir?’ üzerine düşünülüyor ve bu durum sonsuza kadar sürecek. Kişiden kişiye değişebilir ama aşk hep var olacak.”
BUKET AYDIN :
GECE: Öznede içinde çırpındığı ya da yatıştığı (duygusal, düşünsel, varoluşsal) karanlık eğretilemesini uyandıran her durum. “Çok hasta olduğunuzda ağrı, sızı veya ateş sizi en çok gece rahatsız eder. Birçok hastalık geceleri artar. Bunun bilimsel açıklaması var elbette ama bana geceyi seçtiren en önemli unsur, aşkın olmazsa olmazı tutkunun aslında bir hastalık olması. Ve birçok hastalık gibi tutku da geceleri artar. Tutku adeta beyninizi kemirir geceleri. Bir de korku... Aşkınız, sevgiliniz hep yanınızda bile olsa, sizi içten içe tüketen bir korku hissedebilirsiniz. Bir gün gidecek ve elbet bitecek diye en çok geceleri korkarız belki de. O zaman aşkın yakın arkadaşlarından olan korku, yine geceyi hatırlatır. Ay tutulması gibi akıl tutulması yaşarız bazen, hatta mantık tutulması... İşte bu da aşkın bir başka karanlık tarafı. O yüzden aşk denilince aklıma ilk gece gelir. Ve bence bütün güzel aşk şiirleri gece yazılmıştır. Bir aşık için en değerli şey, sevdiğinin mutluluğudur. Madde dünyasında yaşamaz aşkını. Bence dünyayı kötü yapan, bizim sevgiyi kaybedişimiz. Aslında her şeyi sevebilirsiniz; yaşlıları, çocukları, hayvanları, çiçekleri... Ama biz genellikle sevmemeyi seçiyor, sevgiyi bir zayıflık ve bizi yavaşlatan bir duygu olarak görüyoruz. Seven, sevgisi arttıkça sevdiğine benzer. O yüzden nasıl sevdiğimiz kadar, kimi sevdiğimiz de önemli.”
HAZER AMANİ :
DOLULUK: Özne, inatla, aşk ilişkisinde arzunun tümüyle karşılanması, bu ilişkinin kusursuz ve sanki sürekli başarısı dileğini ve olasılığını öne çıkarır: Verilecek ve alınacak en yüce iyiliğin cennetsi imgesi. “Aşk dediğimizde yaşamla iç içe olmaktan söz ediyoruz. Tutkudan, vazgeçilmezlikten, bütünlükten ve tabii ki dolu dolu mutluluktan bahsediyoruz aslında. Ben yaşamımda yemeklerimle ve tariflerimle her an iç içeyim, onlarla yaşıyorum. Tariflerime, yemeklerime tutkularımı yansıtırken kendi yaşamımı, aklımı, hislerimi aktarıyorum, bütünleşiyorum onlarla. Bu nedenle de benim dolu dolu mutluluğumun en önemli ve en besleyici kaynaklarından biri yemeklerim oluyor. Yaşama çocukça, saf ve çıkarsız bir âşık gibi bakabildiğimizde dünya çok daha güzel bir yer olacak. Yaptığım yemeğe alacağım en güzel iltifat bir çocuktan aldığımdır, belki bundan dolayı içimdeki çocuk büyümesin diye elimden geleni yapacağım.”
ENGİN HEPİLERİ :
KARŞILAŞMA: Beti ilk tutulmadan hemen sonra, daha aşk ilişkisinin güçlüklerinin doğmasından önce yaşanan mutlu döneme gönderir. “Karşılaşmalar hayattaki en önemli zaman dilimlerimiz. Doğumda ailenle karşılaştığın ilk andan, hayatının işiyle karşılaşmana ve hayatını birleştireceğin aşkınla ilk göz temasına kadar, hepsi de tarif edilmez hatta belki de bilincinde bile olmadığın ama içten içe sıcacık hissettiğin bir duygu barındırıyor. O anların bilinçle alakalı olmadığının ve keyfine varmanın önemine inanıyorum. Hayatımın şu evresinde yepyeni bir aşka yelken açtım. Oğlum Can’la aşkın yepyeni bir şeklini yaşıyorum. Hele de süper kahraman annesi, gözümün
önündeki gücü ile hayatımın kadınına aşkımın katlanarak büyümesini sağlıyor. Bu hayata ne kadar teşekkür etsem az.”
ONUR GÖKHAN GÖKÇEK :
BAĞIMLILIK: İnsanların, sevilen nesneye tutsak olmuş âşık öznenin durumunun ta kendisi olarak gördüğü beti. “Yaşım ilerleyip farkındalığım arttığından beri hiçbir şeye ya da kimseye bağımlı olmamaya gayret ediyorum. Öncelerde âşıkken hissettiğim
bağımlı olma durumunun, çok da sağlıklı bir his olmadığını gördüm. Diğer yandan sanata bakacak olursak en güzel besteler, şiirler ve masallar bağımlılığın aşkından yaratılmıştır. Her zaman negatif olmuyor aslında bağımlı olma durumu, bazen çok güzel sonuçlar da doğabiliyor. Elbette modern çağla birlikte aşk ve aşkı yaşama biçimimiz de değişti. İnsanlar artık aplikasyonlardan tanışıp birbirlerini hiç görmeden aşk yaşayabiliyor. Teknolojinin negatif yönlerinden kendimi korumaya çabalasam da bazen kendimi içinde bulabiliyorum. Romantik bir insanım ve dolaysıyla hâlâ romantik olan aşklardan yanayım.”