Güncelleme Tarihi:
Bundan aylar, aylar önceydi… Zaytung Towers’da rahat, huzurlu, mutlu bir öğleden sonra geçiriyor, birazdan yapılacak haber toplantısına hazırlanır gibi yapıp, diğer editörlere çaktırmadan hunharca World of Warcraft oynuyor, keyfime keyif katıyordum ki o haber, her büyük medya devinin olduğu gibi Zaytung’un da haber masasına bomba gibi düştü: Madonna’nın Türkiye’ye gelişi kesinleşmişti.
Haberi duyar duymaz, ortaokul yıllarında gidip, o günden bu yana girdiğim her ortamda ballandıra ballandıra anlattığım eşsiz Metallica konserinin başıma dert olacağını, “Onur’un stadyum konseri tecrübesi var. Haberi o yapsın” denileceğini hissetmiş, hafiften bir tedirgin olmuştum. Hislerim beni yanıltmadı. Her ne kadar, “Abicim benim Madonna’yla ilişkim sınırlı, meraba-meraba, o kadar. Kadıncağız hakkında en güncel bilgim bile sittin sene öncesinden kalma füze sutyenler” dediysem de derdimi anlatamadım. ıhale bana kaldı.
şimdi, Madonna konseri haberini yapmaktan neden bu denli imtina ettiğimi anlayamayan okurlar için şu açıklamayı yapmakta fayda var: İktisat kıt kaynakların etkin kullanımını amaçlayan bir bilimse eğer; Zaytung bu bilimde çığır açarak işi ‘hiç kaynakların etkin kullanımı’na vardırmayı başarmış bir kurumdur. Karışık geldiyse şöyle söyleyeyim; konser için bana tahsis edilen harcırah, git gel metro ücreti ve bir adet köfte ekmeği ancak karşılıyor.
Durumu bildiğimden bir umut hemen ıstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni aradım. Dedim, Madonna geliyor ama hani ola ki bir hayır işlemek için geliyordur, toplu sünnet şöleninde konser verecektir, ne bileyim TOKı açılışında iki şarkı patlatacaktır… Eğer olay bu şekilde halk konseri boyutundaysa, iş rahat. Neyse efendim, dediğim gibi ben öncelikle belediyeyi aradım. Uzunca bir süre Madonna konseriyle ilgili olarak kiminle görüşeceğim konusuna çözüm getirilemeyince, en sonunda Temizlik ışleri Müdürlüğü’ne bağladılar beni. Temizlik ışleri’nde görevli memur, inanın Madonna’nın gelişine benden daha çok üzüldü. “Ohh koca stadı gene bize temizletecekler...” sözleriyle telefonu kapadı adam.
HAYRANLARI SAĞLIKLI GÖRÜNÜYOR
Konser günü Zaytung’dan resmi ödenekle aldığım metro jetonlarını koydum cebime, bindim metroya. Vagonlar dolusu Madonna hayranıyla birlikte seyahatime başladım. ılk fark ettiğim şey, Madonna hayranlarının hayret verici ölçüde sağlıklı göründükleri oldu. Bir koca vagon insanın kızlı erkekli, yanaklarından sıhhat pembesi fışkırır mı arkadaş? Biz metalciyiz, güne kahveyle sigarayla başlıyoruz, tenimiz kuruyor Allah canımı almasın, resmen yıllardır yanlış ata oynamışız.
Sıkış tepiş metro yolculuğunun ardından tüm bu Heidi-Peter kılıklı insanlarla beraber inip, stadyuma doğru yürümeye başladım. Aklımda bir yandan da, hani bir fırsatını bulur da kulise kaçabilirsem Madonna’dan bir röportaj koparabilir miyim düşünceleri var ama ne mümkün! Koruma üzerine koruma, güvenlik üzerine güvenlik! Çaresizce ortada dolanırken samimi gibi görünen bir abiyi gözüme kestirip onun üzerine oynamaya karar verdim. “Abi sizin de işiniz zor” falan derken söz konusu abinin, Madonna’nın TIR’larından birinin şoförü olduğunu öğrendim. Hah dedim, Madonna’yla röportaj olmuyorsa da emekçisiyle olur… Lakin “Üç TIR geldik, beş TIR malzeme taşıdık” biçiminde iyi gibi başlayan röportaj, “Viyadüklerde boşa alıp salıcan, bayıra gelince ikiye takıp şöyle bir ara gaz vericen” biçiminde TIR’lara ve onların gerçekten de hiç ilginç olmayan dünyalarına doğru gidince o iş de yalan oldu.
Konser, dışarıdan takip edebildiğim kadarıyla çok coşkulu geçti, onu söyleyebilirim. Hatta bir ek bilgi olarak, kitlelerin en çok, evet evet en çok şarkılarla coştuğu çok açıktı. Zaten, şarkıdan başka pek de bir şey yoktu. “Vay canına! ışte bu ülkeden Madonna geçti!” diye düşünürken, ansızın içerideki coşkun kitlenin konser çıkışında metroyu bu defa hiç binilmemecesine kilitleyeceği aklıma düştü. Bütün iyi niyetimle, konsere giremedim bari çıkışında seyircilerle sohbet edeyim, izlenimlerini alıp Zaytung’a aktarayım diye düşünürken karşılaştığım bu acı gerçek, “Eheh, ya Twitter’dan falan bakarım ben yorumlara, oradan hallolur o iş” rahatlamasıyla tatlıya bağlandı. Metroya doğru sinsi gibi yürürken Zaytung Haber Müdürü’nden beklediğim telefon da geldi…
“Tabii…Tabii abi konserdeyim ne demek…Last Niiiighttt…Saannn Pedrooooo….Elbette, röportaj da var abi… Yok, Madonna’yla değil… Hüseyin Abi’yle röportaj… Yesterdaaaay faaaar awaaayy… Hüseyin Abi mi kim? Abi şey o… Dur sesin gelmiyor gürültüden…. La islaaaa boniiiitaaa… Hadi ben ararım konser bitince… Tabii tabii, müthiş olacak bu haber, patlayacak yaa!”
Niye her sene gizli favori olduğumuz hakkında en ufak bir fikrim yok
ÇEK CUMHURİYETİ MİLLİ TAKIM TEKNİK DİREKTÖRÜ MİCHAL BİLEK
Ukrayna ve Polonya’nın ortaklaşa düzenlediği 2012 Avrupa Futbol şampiyonası’nın gizli favorisi olarak gösterilen Çek Cumhuriyeti Milli Takımı’nın Teknik Direktörü Michal Bilek sonunda isyan etti. Turnuva öncesi bir basın toplantısı düzenleyen Bilek: “Yıllardır elle tutulur bir başarımız yok, yine de her turnuvada ‘Çek Cumhuriyeti gizli favori’, ‘Çekler bu defa alacak’ sözleri ortalıkta dolaşıyor. Durduk yere bizi de gaza getiriyorusunuz. Maksadınız nedir arkadaşım?” dedi. Sürekli olarak gizli favori gösterilmenin, takım üzerinde baskı oluşturduğunu vurgulayan Bilek, bu yüzden kadro kurmakta dahi zorlandığını, oyuncuların önemli bir kısmının da “Lan yoksa benim yüzümden mi gizli favoriyiz, içimde bir aslan yatıyor da ben mi bilmiyorum” psikolojisine girdiğini ifade etti.
KİMSE BİZE GÜVENİP KUPON YAPMASIN
Sözlerini “Kimse bize güvenip de kupon yapmasın” diyerek noktalayan Bilek, muhabirlerden gelen “Sizce gizli favori kim?” şeklindeki bir soruyu ise şöyle yanıtladı: “Bana sorarsanız bu turnuvanın en gizli favorisi Türkiye. Bu sene çok iyi kamufle ettiler kendilerini, turnuvaya dahi katılmadılar. Ancak final maçı için Sadri şener’e bilet aldıklarını öğrendik. Kupa bir anda Türkiye’ye gidebilir…”