Güncelleme Tarihi:
Ben doğduğumda ne olmuş biliyor musunuz? "Babam, hastane koridorunda bir aşağı, bir yukarı volta atarak beklemekte..."
Sıkıntı dolu birkaç saatin sonunda ameliyathanenin kapısı aralanıyor...
Heyecanla ve son gücüyle koşuyor babam hemşirenin yanına...
Fakat o da ne! Hemşirenin yüzü bin parça!
Kötü haberi vermeye geliyor...
**
Babam zannediyor ki “Evladınız ölü doğdu maalesef” diyecek...
Halbuki hemşirenin üzüntüsü bebeğin ölü doğmasından değil...
Kız olmasından!
Velhasıl kelam, “Güzel” haberi veriyor...
Diyor ki, “Maalesef kız oldu”...
Babam şaşırıyor, sarılıyor kadının boynuna, “Yahu bundan daha güzel bir haber olur mu? Ne maalesefi??” diye...
**
İşte, bırakın erkeği, kadının bile beyninin kıvrımlarına yerleşmiş “kadın ikinci sınıftır, erkek daha değerlidir” anlayışı.
Hemşire kim bilir kendi hayatında neler yaşadı, gözleri neler gördü, neler hissetti...
İçinde doğup büyüdüğü kültür, ona “erkek patrondur, değerli olandır, başımızın tacıdır”ı öğretti...
Kadın, onun yardımcısı sadece.
Diyorlar ya, kadınlar çiçektir.
Saksının içine koy, dursun salonun köşesinde. “Hayatı güzelleştirmek için bir neden”
Canlı bir varlık değil sanki.
Ya da anne olma görevi olan iki ayaklı bir canlı...
Eh, kadın da ne yapsın, türünün doğumuna üzülüyor...
**
Her kadın hayatının bir bölümünde “erkek doğsaydım, belki hayat çok kolay olurdu” demiştir...
Keşke tek derdimiz fiziksel şiddet olsa...
“Hamile kadına şiddet” diye bir hadise var mesela.
**
Kadın hamile kalır, bunun keyfini çıkaramaz.
Mutluluk çığlıkları atamayan, “hamileyim!!” diye işteki “dostlarının” boynuna sarılamayan ne çok anne var, bir bilseniz!
Neden? Cevabı basit: “hamileyim” dediğinde işi tehlikeye girecektir. Hamile kadın demek, belirli bir süre “işe yaramayacak” kadın demektir çünkü. İş gücüne katılamayacak, bebeğini emzirecek, şirketine para kaybettirecektir.
Doğum iznine ayrılan kaç anne işinden oldu, kaç anne adayı acımazsızca karnında bebeğiyle işsiz bırakıldı...
İnanın bana bu konuda istatistik çıkaracak kadar “vaka” var memleket sınırları içinde...
Öyle “Analarımız...bacılarımız...” edebiyatı yapmakla olmuyor.
O analar işlerinden kovuluyor.
**
8 Mart’ın elbette kutlanacak bir yanı yok.
Ancak “kadınların dramını en çok andığımız gün” payesi verilebilir bugünkü haliyle...
Hele o mor makyajlı ünlüler, kadını “anlamak üzere” kadın kılığına girmiş erkekler...
O mesajlar dayakçı adamın kulağına gidiyor mu dersiniz?
**
Ne yazık ki korku kültürü içinde yaşayan, bu hisse göre şekillenen hayatları olan vatandaşlarız.
Kadına el kaldıran, bıçağını saplayan, namus cinayeti işleyen adamların önüne de ancak onları korkutarak geçebilirsiniz.
**
Kadına şiddetin en “hafif” halinin bile çok ağır cezaları olmalı.
Mesela trafikte karşılaştığımız, biz haklı olsak bile araçlarından inip camlarımızı yumruklayan, haykırıp bağıran o adamlar var ya...
Ağır cezası olsa bu işin bir daha yapabilirler mi?
Kadının işyerinin kapısında, onu bıçaklamak üzere duran adam, bunu yaptığı, hatta yapmasa bile sadece korkutmak için geldiği için bile büyük ceza alacağını bilse, bir daha cesaret eder mi?
Bir eder, iki eder...
Sonra alır ağzının payını, oturur kıçının üstüne ancak tesbih çeker...
**
Sorun ortada, çözüm ortada...
“Neden bu iş bitmiyor” diye sormayın...
Nerede yaşadığınızı unuttunuz mu yoksa?