Güncelleme Tarihi:
Fuat Saka, Türkiye’ye geleli henüz dört yıl olmasına rağmen çoktan kendi dinleyicisini kemikleştirmiş bir müzisyen. 12 Eylül’den sonra gittiği Almanya’da müziğine devam etti. 20 senecik küçük bir ayrılığa rağmen Karadeniz müziğinden vazgeçmeyen tipik bir Karadeniz ‘uşağı’.
Onca yıl yurtdışında yaşamasına rağmen o şahane şivesi hiç bozulmamış. Fuat Saka geçtiğimiz hafta başında Lazutlar Livera adında yeni bir albüm çıkardı. Lazutlar mısır taneleri, livera da Karadeniz’de bolca bulunan bir bitkinin adı. Albümde yok yok. Güneydoğu’nun ağıtı da, Karadeniz’in türküsü de, Ege’nin zeybeği de, Balkanlar’ın melodisi de var. Ve albümün asıl sürprizi, Yunanlıların ünlü şarkıcısı Maria Farantouri ile yaptığı iki düet. Albümün kayıtları İstanbul, Atina ve Hamburg’da yapılmış.
Gazeteci yazar Haşmet Babaoğlu ile fiziksel olarak benzediğinizi söyleyen oldu mu?
- Yok ama şimdi sen söyleyince bazı benzerlikler var. Ama onun yüzükleri bende yok. (Sol kulağını işaret ediyor) Ama bak benim de küpem var.
Siz uzaktan bakıldığında soğuk, ‘ben zaten aşmış biriyim’ edasıyla dolaşan, gıcık biri gibi gözüküyorsunuz. Böyle düşünmekle saçmalıyor muyum yoksa bunu daha önce size söyleyen oldu mu?
- Yok valla ilk defa sen söylüyorsun ya da ilk defa bunu yüzüme söyleyen sensin. Çok konuşmayan ama içki içince herkes gibi çenesi düşen biriyim ben de. Belki çok konuşmadığım için öyle hissettiriyorumdur. Yüzsüz suratsız adam değilim valla, cana yakınımdır.
20 yıl kesintisiz Almanya’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye döndünüz. Sudan çıkmış balık sendromu yaşadınız mı?
- Birden kendimi Türkiye’de bulmayayım diye trenle geldim yavaş yavaş. Gece saat 3’te Kapıkule’ye geldiğimizde arkadaşlarım karşıladı. ‘Ne olur yavaş gidin sindireyim’ dedim. Birdenbire karşımda İstanbul’u bulmaya cesaret edemedim.
ESKİ ARKADAŞIMI YILLAR SONRA BULUP EVLENDİM
Türkiye’de tutunabilir miyim endişesi yaşadınız mı?
- Türkiye’ye herhangi bir hesapla gelmedim. Sadece, Türkiye’de olayım, hasretim dinsin, eşimle dostumla tekrar selamlaşayım istedim. İş güç sonradan geldi. Geldiğimde bütün eski arkadaşlarımı arayıp buldum. Ben resim öğretmenliği yaparken tanıştığım bir resim öğretmeni arkadaşım vardı. Onu da tekrar buldum, hatta bulmakla kalmayıp onunla evlendim.
Türkiye’ye geleli dört yıl oldu. Dört yılda dört albüm çıkardınız. Peşinizden atlı mı koşuyor, memleketten ayrı kalmanın hıncını mı çıkarıyorsunuz yoksa sadece çalışkan mısınız?
- Karadeniz insanı plan program yapmadan aklına estiğini yapar. Almanya bana disiplini öğretti. Tembel biri de hiç olmadım. Disiplin ve çalışkanlık bir arada olunca çıkıyor işte ortaya bir şeyler.
Siz aynı zamanda çok iyi enstrüman da çalıyorsunuz. Hangi enstrümanları çalabiliyorsunuz?
- Çalmadıklarımı söyleyeyim. Nefesliler ve yaylılar hariç her şeyi çalarım. Ben enstrüman çalmaya evimizin bahçesindeki hamamda darbuka çalarak başladım. Abim kulağımdan tutup beni hamama sokar, sonra sanki elimde darbuka varmış gibi bana boşlukta darbuka çaldırmaya başlardı. Aylarca öyle boşlukta darbuka çaldım. Sonra abim bir gün darbukayı getirdi, çal bakalım dedi. Bir baktım çatır çatır darbuka çalıyorum.
Karadenizliler pek yerinde duramaz. Vücutlarında fazla adrenalin vardır. Siz de onlardan biri misiniz?
- Karadeniz’den ayrılalı 30 yıl oluyor. Biraz ağırlaştım o yüzden. Zaman zaman keçilerim yoklar ama. Aniden parlar, iki dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi davranırım.
FARANTURİ İLE MÜZİKHOLDE ŞARKI SÖYLERKEN TANIŞTIM
Albümde ünlü Yunanlı şarkıcı Maria Farantouri ile iki şarkıda düet yapmışsınız. Nasıl tanıştınız kendisiyle?
- İki yıl önce Yunanlıların Teodorakis kadar ünlü bestecisi Dionasis Savapulos aradı. Balkan Bisikleti adında bir projeleri olduğunu söyleyerek benim de bu projeye katılmamı istedi. Yunanistan’a gittim. Orada bir ay konserler verdik. Sonra Yunanistan’daki müzikhollerde her gece çalmaya başladık. Bir gece biz çalarken, Maria Farantouri de dinlemeye gelmiş. Gıyaben tanıyordum ama tanışmamıştık. Ben sahneden indikten sonra hoş geldin demeye gittim. O arada bana, ‘Ben albümüme senin üç tane parçanı aldım. Kayıt yapıyoruz’ dedi. O çalışma iki ay önce yayınlandı, şimdi benden aldığı parça Yunan müzik listelerinde ikinci sırada.
E, o sizden üç parça alınca siz de kontratak yapıp, ‘Madem öyle ben de sizinle birlikte benim albümümde şarkı söylerim mi’ dediniz?
- (Gülüyor) Biraz öyle oldu. Ama çok keyif aldık ikimiz de. Kayıtları da Yunanistan’da yaptık.
Son dört albümünüzün adı Lazutlar. Bu Lazutlar 1,2,3 diye gidiyor. Bu isim markalaştı mı? Niye albümlerinize başka isimler vermiyorsunuz?
- Lazutlar mısır taneleri demek. Biz bu ismi çok sevdik. Öyle seri halinde gitti. Ama Lazutlar 1, 2 vesaire sadece Karadeniz müziğiydi. Bu albümde Ege’nin öteki yakasından da bir şeyler olduğu için buna Lazutlar 4 demedik de, Lazutlar Livera dedik.
Sorması ayıp Livera ne?
- Karadeniz’de bolca bulunan bir bitkidir. Özellikle ısırgan otu yanıklarının panzehiridir. Acıyı en aza indirip derideki kabarmaları önler. Müziğin banalleştiği şu günlerde livera kulağımızın panzehiri olur diye ümit ettim. Bundan sonra 1, 2 gibi rakamlarla değil, böyle kavramlarla devam edecek albümler.
KELİM DİYE KOMPEKSİM YOK BERE TAKMAYI SEVİYORUM O KADAR
Ben çok üşüyen biriyim. Kel olduğum için kafam üşüyor o yüzden de hep takıyorum. Kesinlikle kompleks yaptığım yok. Seviyorum bere takmayı. Ayrıca hepi topu iki berem var. Biri siyah, biri rengarenk. Şili’de Kızılderililer tarafından örülmüş bir bereyi takıyordum ve çok seviyordum. Samsun’da bir konser sırasında bir genç istedi vermedim. Sonra alıp arka cebime koymuştum. Oradan yürütmüşler, çok üzüldüm ona. Kaç röportajımda alan getirsin dedim, kimse getirmedi.