Lirik bir olaydır Bülent Ersoy

Güncelleme Tarihi:

Lirik bir olaydır Bülent Ersoy
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 28, 2005 01:26

Kalın dudaklarını öne uzatıp, bir yandan sağ elini yumruk yapmış göğsüne sertçe vururken, ablanız size kurban olsun diye gelenleri bağrına basacakmış gibi halleri de vaki. Karşısındakine kızmış, yanağındaki beni titrete titrete, çatallaşmış sesiyle fırça kaydığı da.

Gazinoda havası en tepeye ulaştığında arkasındaki orkestraya dönüp, kudur, diye bağırırken şaşırmayın. Sefam olsun diye elindeki rakı kadehini bir dikişte fondip edip yere atarken, parmağındaki pırlanta tek taş fırlayınca, bulmaları için etraftaki garsonlara küfürler savurduğunda da öyle. Zira sanki bir şeylerden gocunuyormuş gibi en cafcaflı abiyelere bürünüp, en süslü mücevherlerle dolaşan Bülent Ersoy’un hayatı işte biraz da bu çelişkilerdir. Onunki, Müzeyyen Senar ekolü tok sesli yeni yetme oğlanın, Zeki Müren ile kapışa kapışa büyüttüğü cinsiyetsiz şahsiyeti, çapkın kadına dönüştürme öyküsüdür. Hepsi bir yana, sadece müziğinin değil, siyasetinin, hukukunun, toplumsal

değerlerinin en keskin virajlarında bu ülkenin trafik levhası gibidir. Sert bir dönüş var, dikkat! İster şöhret için diyecek kadar katı, ister ekmek parası için diyecek kadar naif, ister kendini bulması için diyecek kadar romantik olun; ayrıca, kozasından çıktığı dönemde her halükarda epey bir ıstırap vardır. Cemal Süreya’nın dediği gibi; lirik bir olaydır Bülent Ersoy olayı, hatta kendi içinde destansı bir yanı da yok değildir.

Hastanede doğar. 1952’de İstanbul Üsküdar’daki Zeynep Kamil’de. 9 Haziran’daki doğumundan sonra çıkartılan mavi nüfus kağıdında ad hanesinde Bülent, soyadı kısmında Erkoç yazılıdır.

Annesi Necla Hanım, Bülent’i doğurduğunda daha 16 yaşındadır. Ailesinde herkes bankacıdır. Babası bir bankanın muhasebe sorumlusu, annesi aynı bankanın memuru, dedesi de o bankanın hissedarları arasındadır. Yıllar sonra verdiği bir röportajda, musiki merakını, kanun çalan dedesi ve udi babaannesine bağlayacaktır. Hatta bu sayede daha üç yaşında, 40 yıllık usta gibi musiki okuyabildiğini söyleyecektir.

O yıllarda ailece Altıyol’daki Erkoç Apartmanı’nda oturmaktadırlar. Daha sonra Göztepe’ye yerleşirler. Bülent Ersoy’un da seneler boyunca ayrılmayacağı semte.

İlkokul, ortaokul hep Yeldeğirmeni semtinde geçer. Bankacı aile fertleri yüzünden, 1966’da Haydarpaşa Ticaret Lisesi’ne başlar. O yıllar musiki ilgisi, terennümlerle ufak ufak kendini gösteriyordur ama iş daha ciddileşmemiştir. Asıl hikaye, liseye girdiği aynı yıl Kadıköy Musiki Derneği’nin kurucusu udi Rıdvan Aytan ve geçtiğimiz aylarda ölen ünlü bestekár Melahat Pars’tan dersler almasıyla başlar. Ailenin de bunda teşviki vardır.

Üniversiteyi kazanamaz. Bir ahbapları kanalıyla, İstanbul Belediye Konservatuvarı’na girer. Klasik Türk Musikisi şan bölümüne. Bir yandan konservatuvar bir yandan musiki cemiyeti, artık kendini tamamen müziğe vermiştir. Ve müzikle gelecek şöhretin hayaline...

NİŞANLISI KIZLA VAPURDAYDI

‘Bir gün vapurda gördüm. O zamanlar daha genç bir delikanlıydı. Bir hanımla beraberdi. Nişanlısı. Ama makyajlıydı da. Boynuna fularını bağlamıştı. Elimdeki gazeteyi görünce, ‘Acaba, Bülent’imden bahsediyor mu gazete?’ diye sordu nişanlısı hanım. ‘Bülent’iniz sanatçı mı?’ diye sordum ben de: Evet, Kadıköy Musiki Cemiyeti’nde. Şimdi de Saray Sineması’ndaki konserden dönüyoruz.’

Gazeteci Hulki İlgün, Bülent’i gördüğünde daha 70’lerin başıdır. Konservatuvara artık hiç uğramadığı, cemiyette Melahat Pars’ın yardımıyla keşfedilmeye çalıştığı yıllar. Fena da değildir gerçi durum. Onun sayesinde bir plak anlaşması bile yapmıştır. Ama hayatındaki asıl milat, 1974’tür. Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan ve Müzeyyen Senar’la tanıştığı yıl.

‘Fahrettin Aslan’a uğramıştım. Yeni birini Bebek Maksim’de sahneye çıkartacağım, bir dinle, dedi. Önem vermediğim için yüzümü bile dönmemiştim. Ama baktım biri beste okuyor, aksak okuyor, maya söylüyor. Çok iyi. Bir süre sonra onu hatırladım. Evvelden bir arkadaşımın ricasıyla evime gelmişti. Doldurduğu bir plağını dinletmişti. Pırıl pırıl bir sesi vardı. Fahrettin’e döndüm, hemen al, bu çocuk çok başarılı olacak, dedim. Biraz sonra yanıma gelerek elimi öptü. ‘Şimdi adım Bülent Ersoy efendim’ dedi.’

Senar, 2 yıl önce Set Üstü’ndeki evinde de gördüğünde çok beğenmiştir Bülent’in sesini. Hatta o zaman bir nasihatte de bulunmuştur. 25 yıl önce Zeki Müren’e söylediği şeylerin aynısıdır: ‘Seni dinlerken acaba ben mi söylüyorum diye tereddüde düştüm, Mutlaka kendi üslubunu bulmalısın.’

Daha sonra Cemal Süreya da o dönemin şarkıcılarını anlatırken, şöyle yazacaktır: ‘Son kırk-elli yıllık evre içinde tek doğurgan ses Müzeyyen Senar’dır. Zeki Müren onun parıltılı çocuğu, Behiye Aksoy hayırsız kızıdır. Bülent Ersoy’a gelince, ona da Müzeyyen Senar’ın mafya ile birleşmesinden doğmuş, gizlice ama özenle büyütülmüş yasadışı çocuğudur diyebiliriz.’

ZEKİ MÜREN PES ETTİ

O dönemki yeraltı dünyası-gazino ilişkilerinde Mehmet Nabi İnciler’den (İnci Baba) Nurettin Güven’e etrafı babalardan yana hiç eksik olmaz gerçekten de. Arkası sağlamdır. Ama bütün duruşunu etkileyecek, belki de onu bıçak altına yatma kararına kadar götürecek asıl olay Zeki Müren meselesidir. Ve Paşa’nın etkisinin yadsınamayacağı cinsellik öyküsü...

Daha çocuk yaşlarda annem evden gidince annemin elbiselerini giyer, makyaj yapıp, elime de bir sigara alarak ayna karşısında kadınsı pozlar verirdim, diyor ama bir dönem bir kıza nişan yüzüğü takmışlığı da var. Tanburi Sadun Aksüt’ün 2000 yılında çıkan ‘‘Alkışlarla Geçen Yıllar’’ kitabına göre ise Bülent’in eşcinselliği gençliğinde ders aldığı udi Rıdvan Aytan’a uzanıyor.

Nasıl olduğu ya da nasıl doğduğu tartışılır. Ama bu yönüyle o dönem 28 cm’lik apartman topuklarla Çankaya’da cumhurbaşkanlığı davetine katılan, etekle sahne tozu atan Zeki Müren’i fazlasıyla andırdığı muhakkak. Tabii bir farkla. Ondan hem daha genç hem de daha gözü karadır. Eşcinselliğini çok daha açık yaşayacak kadar. Yarışamayacağını anlayan Müren’i ‘Ben göğsümü gere gere ortaya çıkarım, o nasıl yapacak?’ diye erkek ağzıyla konuşturacak kadar. Hatta, ‘Zeki Müren ve ben bu ülkenin iki neferiyiz’ diye şirinlik yapmaya çalıştığında, Paşa’ya ‘Ben askerliğimi yedek subay olarak yaptım, o kendi adına konuşsun...’ dedirtip, artık bu alanda teslim bayrağını çektirtecek kadar...

Ece Ayhan demiş bir keresinde, Zeki Müren gençken gerçekten bir kelebekken, Bülent Ersoy da şimdi bir kelebektir. Farkı zaman içinde açar. Daha frapanı, daha efeminesi, daha adamın gözünün içine sokanı... Belki de bu yüzden hiçbir zaman yıldızları barışmaz. Ne Paşa benimser Ersoy’u ne de Paşacılar. Ersoy, bunun kendisi için bir ukde olduğunu yıllar sonra açıklayacaktır: ‘Bugüne kadar beni gazinoya gelip de dinlemeyen tek bir sanatçı vardır. O da otorite kabul ettiğimiz Sayın Zeki Müren Beyefendi’dir. Değerli teşriflerini senelerce bekledim. Ama ne yazık ki gerçekleşmedi. Gerçekleşmeyecek de.’

CUMA NAMAZI VE FONDİP RAKI

Paşa, Bülent Ersoy’u izlemeyi reddetse de, 70’lerin sonunda artık eğlence aleminde Bülent Ersoy vardır. Cuma namazı kılan, eşcinsel olduğunu bağıran; abdestsiz sahneye çıkmayan, rakıyı fondip içen; sahnede kibar kibar konuşan, sinirlenince dümdüz giden delikanlı artık kendini kabul ettirmiştir. Bütün meraklı kadınların kocası, bütün maço erkeklerin karısı gibidir.

İş orada kalmaz ama. Sahnesindeki pornografi gittikçe yükselmektedir. 1980 yılının eylül ayında ilk adli vakasını yaşar. İzmir Fuarı’nda sahnedeyken ‘aç, aç’ tezahüratları arasında seyircilere hormonlarla şişirilmiş memelerini gösterince, İzmir Savcılığı, ar ve adaba aykırı haraket etmekten kovuşturma başlatır. O olaydan sonra sahne yasağı aldığı güne kadar ‘aç, aç’ tezhüratı yapılmayan programı olmaz. Ama işler hiç de umduğu gibi gitmeyecektir. Olaydan tam bir hafta sonra askeri darbe olur. 12 Eylül dönemi başlamıştır.

Ortada sıkıyönetim var. Memleket diken üstünde. Biraz durulmak lazım derken, ilkinin üzerinden iki hafta geçmeden Bülent Ersoy yine karakolluk olur. Bu sefer hakime hakaretten yargılanmıştır ve tutuklanmasına karar verilir. 19 Eylül günü, Buca Bölge Cezaevi’ndeki 48 günlük hapisliği başlar. Erkeklerle de yatmaz, kadınlarla da. Özel bir bölümde tutulur. Duruşma hakimi daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığı da yapacak olan Sabih Kanadoğlu’dur ve karar duruşmasında Ersoy’a Türk filmlerindeki babacan hakimler gibi konuşur: ‘Aklını başına topla, bu senin için bir şanstır.’

12 Eylül, hem yaptıkları hem de ilişkilerinden ötürü iyice sıkıştırmıştır ve artık bir karar vermesi gerekmektedir. Ya sahnede çekiciliğini yitirme pahasına kendine çeki-düzen verecek ya da bambaşka bir kimlik yaratacaktır. 1981’de ‘Neden kadın oldum’ adıyla Hürriyet’te yayınlanan yazı dizisinde ameliyat kararını nasıl verdiğini anlatır: ‘Benim için erkek olarak yaşamanın imkansız olduğunu, homoseksüel olarak yaşamanın da imkansız olduğunu anladım. Ayrıca homoseksüelliğin de bizim toplumumuzun görüşlerine ters düştüğü fikri ağır basınca ameliyata kesin karar verdim. Hapisteki günlerimde bundan emin oldum.’

YARI TIBBİ YARI HUKUKİ BİR VAKA

Ameliyat Londra’da gerçekleşir. 1981 yılının 14 Nisan’ında. O güne kadar Türkiye’de böyle bir şey ilk defa yaşandığından, herkes bunu konuşmaktadır. Türk halkı vajina estetiğinden, kadınlık hormonuna kadar hiç duymadığı terimler okumaya başlar. Ameliyat detayları bir yana asıl kıyamet daha ‘soyut’ bir konudadır: Şimdi Bülent Ersoy kadın mıdır, erkek midir?

Psikolog, sosyolog, jinekolog, politolog kim var kim yok fikrini söylemeye başlar. Herkesin kendine göre bir ele alış tarzı vardır. Bülent Ersoy, o dönem hiçbir cinsiyete ait olmayan, y kromozomu ile suni vajina arasında sıkışmış, yarı tıbbi yarı hukuki bir vakaya dönüşmüştür. İnsani yönü bir tarafa uzun süre de böyle kalacaktır. Hayatında karşılaşacağı diğer değişiklikler ise bunun yanında teferruattır. Artık cuma namazlarına gidemeyecek olması ya da ameliyattan önce jön prömiye olarak Gülşen Bubikoğlu, Fatma Girik gibi yıldızlarla oynarken sonraki filmlerinde jön dam olduğundan ikinci sınıf aktörlerle yetinmek zorunda kalacak olması gibi.

Ameliyatın ardından avukatları mahkemeye başvurur ve Ersoy’un hem cinsiyetini hem de soyadını (Erkoç iken resmen Ersoy olur) değiştirirler. Ellerindeki rapor her şeyi açık açık yazmıştır. Devlete Ersoy’un sakallarının çıkmadığını, memelerinin büyük olduğunu ve 14 cm derinliğinde bir vajinaya sahip olduğunu bildirmektedir.

Sonrası malum, İstanbul Valiliği pek öyle düşünmez. Genel ahlak kurallarına aykırı bulunur, mahkemenin kadınlık kararından 8 gün sonra, 13 Haziran 1981’de sahne yasağı yer. Sonra Yargıtay kadınlık kararı alan mahkemenin kararını da bozar, muayeneler, mahkemeler, itirazlar, tekrar muayeneler, mahkemeler derken sahneye çıkmasına bir türlü müsaade edilmez. O dönem sadece kaset yapar, yurtdışı konserlerine gider. Parasız kaldığı olur, mücevherlerini satar, intihara teşebbüs eder, yardım edecek adam arar, kurtarabilir mi diye Deniz Baykal ile konuşur, ama bir türlü olmaz. En sonunda Turgut Özal kurtarır ve 14 Şubat 1988’de arkada Semra Özal’ın yolladığı dev bir çiçek önünde 7 yıl aradan sonra tekrar sahneye çıkar. Bu arada her şarkı arasında ellerini açıp ‘Allahıma şükürler olsun’ diye dua etmektedir.

Bülent Ersoy’un o dönem neden yasaklı olduğu çok tartışılır. Kimine göre Fahrettin Aslan kendi gazinosuna çıkmadı diye böyle bir karar aldırmıştır. Kimine göre Kenan Evren bizzat istemiştir. 12 Eylül öncesi yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Meclis bir türlü ittifak sağlayamazken, bazı zarflardan Bülent Ersoy ismi çıkması Evren’i o dönem çok sinirlendirmiştir o da intikam almıştır. Ya da yeraltı dünyasına yönelik operasyonlarda Bülent Ersoy da ilişkilerinden dolayı sahnelerden ‘temizlenmesi’ gereken biridir. Ar, ahlak, siyaset, yeraltı dünyası, aslı bilinmez; ama sebep her ne ise o dönem bitip Bülent Ersoy tekrar sahneye ve televizyon ekranına kavuştuğunda bambaşka bir kişiliğe bürünmüştür. Hacimli saçlar, takma kirpikler, hafif taşmış ruj, koyu bir allık, uzun tırnakların üstünde kıpkırmızı oje, dekolteli, işlemeli ağır abiyeler, incecik topuklu pabuçlar, alameti farikası yelpaze ve pırlanta takılarla daha az agresif, daha ölçülü, daha kadın biri olarak çıkmıştır. Paraya boğduğu genç sevgilileriyle boy boy fotoğrafları çıktığında, artık çoğu kimse onunkini eşcinsel bir ilişki olarak değerlendirmeyecektir. ‘Dönmüş’ olması aklın bir kenarında mahfuz kalmak kaydıyla, muzır bir homoseksüelden, zengin ve çapkın bir kadına terfi etmiştir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!