Zarif, sade ve ne yediğinizi anlayacağınız tabaklar...

Güncelleme Tarihi:

Zarif, sade ve ne yediğinizi anlayacağınız tabaklar...
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 27, 2023 07:00

Yeni açılan The Peninsula İstanbul’un içindeki The Lobby isimli restoranı, dünyadaki tüm benzerlerinden ayrıcalıklı kılan İstanbul Boğazı manzarası. Lobide başlayıp Boğaz’ın kenarındaki terasa uzanan bu restoranın başındaysa şef Alessandro Santi var.

Haberin Devamı

Üst segment global otel markalarının şehre gelmesinin farklı artıları oluyor. Bunlardan ilki ve bence en önemlisi gelir düzeyi yüksek yabancı turisti çekmesi. Çünkü bazı turistler sadece o otelde konaklamak için bile tatil destinasyonu belirlerken istediği otelin bulunduğu şehri seçebiliyor. Marka bağımlılığı, tutkusu, sevdası... Adına ne derseniz deyin, müşteriyi kendine bağlayan bir dizi özellikleri olabiliyor. İşte The Peninsula da bunlardan biri.

Mesela kapıda bembeyaz giyinmiş şapkalı ‘page’lerin (otel görevlisi) sizi güler yüzle karşılamaları, kapıda duran ikonik araçların sizi şehirde yakın noktalara ücretsiz servisi, göze batmayan lükslükteki dekorasyonu ve iddialı restoranları Beverly Hills’tekine de gitseniz aynı, Paris’tekine de... The Peninsula İstanbul’un açılışı öncesinde, ocak ayında verdikleri ufak bir davete katılıp heyecanlarını paylaşmıştım, resmi açılış tarihleri depreme denk gelince haliyle sessiz sedasız kapılarını açıp misafirlerini ağırlamaya başladılar.

Haberin Devamı

Zarif, sade ve ne yediğinizi anlayacağınız tabaklar...


The Peninsula İstanbul’da iki restoran olacak. Biri yaz aylarında açılacak olan ve Fatih Tutak’ın danışmanlığını yaptığı Gallada, diğeriyse The Lobby. Peninsula’ların bir ortak yanı da lobi alanlarının yaşayan yerler olması. Yani insanların bir şeyler yiyip içtiği, kenarda canlı bir piyano performansının olduğu, şık insanların sosyalleştiği yerler. İstanbul’daki de öyle. The Lobby adlı restoran, otelin lobisine konumlanmış ama bunlarla sınırlı değil. İstanbul Peninsula’nın restoranını dünyadaki tüm diğerlerinden ayrıcalıklı kılan başka bir özelliği daha mevcut: İstanbul Boğazı. Lobide başlayıp Boğaz’ın kenarındaki terasa uzanan bu restoranın başındaysa şef Alessandro Santi var.

BİNANIN MAZİSİNE İNEN TASARIM

Otelin restorasyonunda Zeynep Fadıllıoğlu’nun dokunuşları olmuş. Lobideki yüksek tavanı değerlendirip binanın mazisine (cruise yolcu bekleme salonuymuş) gönderme yapmak için oluşturduğu asma katın özellikle ön kısmında oturmak müthiş. Ama hava güzelse mutlaka restoranın dış alanında oturmanızı tavsiye ederim. Tarihi Yarımada’yı da gören teras eminim ki İstanbul’un en ikonik manzaralı mekânlarından biri olarak yakında global şehir rehberlerinde başköşede yerini alacak. Bu özel alanı sığdığı kadar masayla dolduralım kafasına gitmemişler. Mesafeler kişisel mahremiyeti koruyacak, yan masada konuşulanı duyamayacak kadar ayarında tutulmuş. Otelin zarif ve müşteri memnuniyeti odaklı tavrını sadece buradan bile anlamak mümkün.

Gelelim The Lobby restorana... Şef Alessandro Santi mutfağını ‘Hafif, basit, yemesi ve anlaşılması kolay’ olarak tanımlıyor. Bu ne demek? Mesela bir tabakta beşten fazla malzeme olmaması gibi basit tutmaya çalıştığı kuralları var. Zarif, sade ve ne yediğinizi anlayacağınız tabaklar onun stilinin temelini oluşturuyor. Baharat çeşitlerini de tabaktaki ana malzemenin lezzetini kapatmayacak derecede, kıvamında kullanmayı seviyor.

Haberin Devamı

Zarif, sade ve ne yediğinizi anlayacağınız tabaklar...


The Lobby’de Türk esintili Akdeniz mutfağı servis ediliyor. Şimdiden yok satan bazı tabaklar var. Istakoz ve avokadolu salata bunlardan biri. Izgara mısır, bıldırcın yumurtası ve bezelye filiziyle hazırlanan tabakta taze aromatik otlarla hardallı bir sos kullanılıyor. Tüm tabaklarda şefin Uzakdoğu ülkelerinde uzun süre çalışmasının verdiği tezat tat dengelerini, yediklerinizin damağınızda yarattığı canlılıkla hissedebiliyorsunuz. Ana yemeklerden en iddialılarıysa kuzu sırt ve levrek. Önce sous vide, daha sonra tavada mühürlenerek iki aşamalı pişirilen kuzu sırt, nanenin demi glace sosta demlenmesiyle hazırlanan bir sosla servis ediliyor.

DONDURMASI BİR BAŞYAPIT

Levrek filetolar mandolin rendede ince ince dilimlenen kabakla birlikte yine sous vide tekniğiyle pişirilip sos vierge denen ve içinde domates, kapari, soğan, sarımsak ve baharat bulunan bir sosla sunuluyor. Karbonhidrattan sakınmayanlar, İtalyan şefin elleriyle yaptığı makarnaları da tercih edebilir.
Menünün tatlıları ve beş çayı menüsü Executive Pastry Chef Malte Rohmann’a emanet. Başrolü kapan, kadayıf ruloları. İncecik, çıtır çıtır kadayıf rulolarının içi pudra şekeri, vanilya, portakal kabuğu rendesi, limon suyu ve ricotta’yla hazırlanan nefis bir harçla doldurulmuş. Yanında servis edilen kavrulmuş Antep fıstıklı dondurmaysa kendi başına bir başyapıt. Çok tadında oryantalist dokunuşlarla hizmet vermeye başlayan bu global markanın İstanbul ayağının namı, eminim çok kısa sürede dünyada ses getirecek.

Haberin Devamı

Zarif, sade ve ne yediğinizi anlayacağınız tabaklar...

Karaköy Kemankeş Cad. No: 34, Beyoğlu/İstanbul; (0212) 931 28 88

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!