Güncelleme Tarihi:
Adım başı açılan kahveciler hepimizi ele geçirmeden önce Nişantaşı, çok sevdiğim mahalle barı konseptinin tadını çıkardığımız semtlerdendi. Özellikle Topağacı’na çıkan sokaklarında,
iş sonrası veya hafta sonu arkadaşınızla oturup içkinizin, sohbetinizin yanında güzel şeyler tadabildiğiniz, gümbür gümbür müzik çalmayan mekânları vardı. Pandemi sonrası lezzet çıtasını düşürmeden bunu devam ettirenlerin sayısı azaldığı için, The Bono’yu keşfedince cevher bulmuş gibi sevindim.
Sokağın hareketinden kopmak istemeyenler için mekânın barı ve birkaç geniş masası hemen girişte. Arkada dasakin, fazla masayla sıkıştırılmamış, rahat bir bahçesi var. Özellikle bu yaz sıcaklarında bir akşamüstü oradaysanız, yön ve rüzgâr isimlerinden esinlendikleri kokteyl menülerinde çok iddialılar. Düzce’nin dağçileklerinden bir püre kullandıkları Karayel ve gerçek koruk suyuyla yapılan Batı, çoğunluğun favorisi. Ama beni şaşırtan çeşitlilikteki yemek menüsü, rakı ve şarapla da kolayca eşleşecek nitelikte. Soğuk paylaşımlıklar kısmında ızgara salatalıklı kuru cacık, avokadolu ahtapot salatası, rezene ve rakılı fava, çıtır ekmekli kaşık salata, zeytinyağlı gelin sarması (65 lira) gibi mutlu eden seçenekler var.
EKMEK BANMALIK TAVA CİĞER SOSU
Ara sıcaklarda Edirne tava ciğeri, soyalı, limonlu ve tereyağlı yoğun bir sos içinde, yanında kırmızı soğan turşusuyla geliyor (110 lira). Soya sevmediğim halde ekmek banmalık sosu da ciğeri de
çok lezzetli buldum. Tokat asma yaprağında fırınlanan Ezine peynirini (60 lira) ballı-sumaklı bir sosla lezzetlendirmişler. Tokat narince yaprağının lezzeti zaten malum, peynirle çok yakıştırıyorum. Ege otlu mücver toplarında, kullandıkları taze otların ve soğanın dengesi iyi, yağ çekmeden pişmiş. Ama altındaki yoğurdu yoğun bir isli ya da tuzlu tercih etseler çok daha yakışırmış. Pide çeşitleri de var. Bunlar, Trabzon’dan getirdikleri ustasının elinden çıkıyor. Hamuru Trabzon yağlısı nasılsa bire bir öyle... Divle obruk peynirli ve trüflü de es geçilmez ama mancarlısından (kandıra da deniyor) iki-üç tane yeseniz bıkmazsınız. Hakkımı rezeneli-rakılı favadan yana kullandığım için isli midyeli ılık favayı tadamadım ama aklımda yer etti. Bir dahaki sefere...
Menüde ana yemek bölümü yok ama ona en yakın olanlar ‘ortaya sıcaklar’ adıyla toplanmış. Yine yerinden, Gümüşhane’den getirdikleri sironla yaptıkları siron kebap (140 lira), bu bölümde en sevdiğim tabak oldu. Bildiğimiz tirit gibi, altında kurutulmuş hamur parçaları (siron) üzerinde yağ, yoğurt, domates sosu ve çok lezzetli bir köfte... Basit ve nefis.
Farklı tatlara açıksanız sucuklu kuru fasulye üzeri ızgara levreğe mutlaka şans verin. Kuru fasulye üzerinde deniz ürünlerine son dönemde iki yerde daha rastladım. Geleneksel bir yemek olduğu için garip gelse de deniz ürünlerine iyi uyduğunu düşünüyorum. The Bono’dakini ayrıca sevdim çünkü kuru fasulyeyi salçasız ve tam kıvamında pişirmişler. Izgara levrekse yine asma yaprağı arasında...
The Bono’nun Şırnak’ta üretim yapan Midin gibi, her yerde bulunmayan şarap seçenekleri var. En bildiklerinize yönelmeyip tavsiye almanızı öneririm.
(60 lira). Birbirlerine yakışmışlar. Pastacı kreması seviyorsanız sırf ‘Bono festival’ yemek için mekâna gitmekten pişman olmazsınız. İyi yapılmış bol pastacı kreması, üzerinde mevsime göre değişen meyve sosu ve arasına karıştırılmış milföy kıtırlarıyla kaşık kaşık yediriyor. Özetle; The Bono’ya günün hangi saatinde giderseniz, mahalle barı ortamının, özenli bir içki seçkisinin ve hemen her zevke uyabilecek lezzetlerin tadını çıkarmak mümkün.