Güncelleme Tarihi:
Eski tabirle ‘piyasa’ mekânlara mesafeli duranlardan oldum hep. Beca İstanbul’un kulaktan kulağa yayılan açılış haberini duyduğumda da ayaklarım geri gitmedi değil. Elimdeki tek bilgi, Beca’yı Lucca’nın başarısının ardındaki tecrübeli isimlerden Bahadır Gürceer’in açmış olmasıydı. Haliyle mekânın yakalayacağı popülerlik öne geçer sanmıştım, yanılmışım.
Beca, Etiler’in geçmişten bugüne yerini koruyan ya da kapanıp giden birkaç özel mekânıyla aklımda yer edinen sokaklarından Yeşim’de açılmış. Hemen girişinde sade ama sevimli, ferah bir bahçe bölümü var.
Konuklarla ilgilenen bir şef
Özellikle sigara içenler bahçedeki masalardan vazgeçmez ama Beca’da yemek yerken kesinlikle içeride oturmanızı tavsiye ederim. Girişteki geniş, şık bardan açık mutfağa doğru yayılan restoran, muazzam bir ışık alıyor. Girenin içini açan bu aydınlığı, etrafı saran yeşiller, masadaki mevsim çiçekleri, beyaz mermer masalar, oturması çok rahat bar ve masa sandalyeleri tamamlamış. Açık mutfağın josper ve pizza fırınları, ön tarafındaki kırılmış odun detayları da göze hitap ediyor.
Masaların arasında dolaşan güler yüzlü genç biri, menüyle ilgili yardımcı olmak isteyince koordinatör şef olduğunu öğrenip şaşırdım. Mutfaktan çıkmayı, konuklarla sürekli iletişimi seçmesini bir an yadırgadım sanırım. Sonra seçim yaparken bu kadar net ve iyi yönlendirilmiş olmak çok hoşuma gitti. Kokteyller için sohbet edebileceğiniz ayrı bir uzmanları da var. Artık çok yüksek ücretler ödediğimiz restoran deneyimi için bu yardımlar, belki her zamankinden daha kıymetli.
Şef Kübra Nur Altıntaş, altı sene D.ream grupta çalışmış, birçok tanınmış şeften tecrübe kazanmış. Beca’da mutfağı baş şef Umut Kırbaş’la paylaşıyor. Mutfak uzun yıllardır varmış gibi çıtır çıtır işleyen bir düzende. Bunda Gürceer’in görmüş geçirmiş çizgisinin, yeme-içme direktörlüğünü teslim ettiği Ceylin Atay gibi genç vizyonların ortak etkisi büyük, eminim.
Beca’nın menüsünde başrol bence ev yapımı sosların. Her tabakta çeşit çeşit sos kullanarak tatlı nüanslar yaratmışlar. Yemeklerde İtalyan ve Uzakdoğu mutfaklarından yoğun etkiler varsa da hiçbiri bire bir orijinali gibi değil. Basit, doyurucu ama ilgi çeken, tekrar gelip yemek isteten, Beca’ya özgü bir lezzet standardı yakalamış, içine güzel dokunuşlar katmışlar. Kübra, sektörün sürekli farklı olmaya iten tarafını benimsemediklerini, ‘Basit en güçlüdür’ diye yola çıktıklarını anlatıyor zaten.
Menü başlangıç, salata, pizza, makarna, josper, ana yemek gibi bölümlerle kısa ve net tutulmuş. Makarnalar ev yapımı değil ama votka soslu fusilli (burgu makarna) gibi ilgi çekecek seçenekler var. İddialı olduları pizzalardan stracciatella peyniri ve pesto sosluyu (190 lira) tattım. Manda sütünden bu peyniri seviyorsanız taze pesto sosu ve bol malzemeyi iyi tutan hamuru da mutlu ediyor. Napoli usulüne benziyor ama daha incesi...
Başlangıçlarda en az ilgimi çeken ‘ponzu mantar’ın (120 lira) çok sevildiğini duyunca sipariş ettim. Ponzu sos normalde hazır bir ürün ancak Beca’da umamisi yüksek bu sosu trüf ve tereyağıyla zenginleştirmişler. En önemlisi de mantarı pişirdikleri josper fırının lezzete kattığı etki. Şahane bir paylaşımlık.
Orzo, bizim şehriyenin İtalyanı. Risotto usulü, domates sos ve sebze suyuyla çektirerek pişirmişler. Yanındaki köfteyle birlikte (140 lira) hem görünüşü hem tadı İtalya’nın karakterli esnaf lokantalarının ev yemeklerine benziyor. Kaşıkladığınızda verdiği his de böyle...
‘Et tataki ve yasemin pirinci’ tabağıysa bence birkaç dokunuş istiyor. Tataki’nin az ateş görmüş tadı ve kesimi çok iyi. Buharda pilavın soyalı, zencefilli, susam yağlı sosuysa çok baskın. Et için bir hardal sos da olunca, bütünlük dağılıyor.
Beca’nın ‘living room’ adını verdikleri geniş bir lounge alanı da var. Yemek öncesi ya da sonrasında vakit geçirebiliyorsunuz. Burada bazı akşamlar DJ performansları da oluyor. E, müdavim restoranı dediğimizin de önce iyi bir lokanta, sonra eğlenceli bir arkadaş olmayı bilmesi gerekiyor.