Güncelleme Tarihi:
Frankie’yi yıllar önce Nişantaşı’nda olduğu zamanlardan bu yana seviyor ve ayrı bir yere koyuyorum. Trendleri, ulaşmak istediği kitlenin ihtiyaçlarını iyi belirliyor. Galataport’un seveni sevmeyeni çok, bu konuya girmiyorum ama Frankie, tartışmasız manzarayı en iyi gören, en sakin yerinde. Terası özellikle gemi olmayan bir akşama denk geldiyseniz lebiderya. Geniş şık barı, rahat masa ve sandalyeleri, püfür püfür rüzgârıyla kargaşadan, sıcaktan bunalıp gidenlere gerçek bir ‘oh’ dedirtiyor.
Tabii İstanbul’da manzarası güzel mekân bulmak zor değil. Ama bunu iyi yemek ve müzikle birleştiren yerler az. Frankie terasta bu yaz pazar ve pazartesi hariç haftanın beş günü Kübalı bir grup Latin müzikleriyle sahneye çıkıyor. Gece boyu yemeğinize eşlik ediyorlar ama bol bol molayla, sohbete de izin vererek. Enerjisi yüksek, sempatik bir grup, masalarla da iletişim halindeler.
Şef Aykut Doğanok
SEZAR ÇITA ATLAMIŞ
Frankie mutfağında yeni dönemin en yetenekli şeflerinden olduğunu düşündüğüm Aykut Doğanok var. Daha önce Nicole’ün mutfağındaki yaratıcı tabaklarıyla tanıdığımız Aykut Şef, Frankie’de buranın ‘Mediterrasian’ denen Asya-Akdeniz mutfakları karışımı konseptinde tabaklar hazırlıyor. Şef, Asya tekniklerini bizim malzemelerimizle iyi birleştiriyor ve bence özellikle hazırladığı soslarla fark yaratıyor. Asya-Akdeniz birleşimi son yılların en popüler konseptlerinden. Frankie de gidenleri mutlu etmeyi hedefleyen bir mekân. Bu anlamda menü ve terasın birbirine uyumu başarılı.
Zaten kendine has bir yazlık mekân gibi konumlanan terası tamamen gastronomi odaklı bir yer yapmak yanlış olur. Ancak Aykut Doğanok en az mekânın beklentilerine cevap veren tabakları kadar kendi stilinde de çok özel işler çıkaracak potansiyelde bir şef. Bu potansiyeline menüde biraz daha yer açması gerektiğini düşünüyorum.
Şef sezar salata, tempura çeşitleri, sübye mürekkepli risotto, ahtapot gibi klasik tabaklarda gerçekten fark yaratmayı başarmış. Bizde yıllardır neden bu kadar talep gördüğünü anlamadığım sezar salata, Yedikule marulu ve bezelye filizleriyle çıta atlamış. Sosunu da o ağır ve baskın havasından çıkarmış, ançüeze boğmadan daha dengeli, hafif bir hale getirmiş. Üzerine serptiği mavi haşhaşlar çok yakışmış. Hep yazıyorum, haşhaş en özel malzemelerimizden. Daha çok şefin tabağında görsek keşke. Ahtapotun pişimi tam ayarında, sunumu şık. Sübye mürekkepli risotto deniztarağıyla geliyor (1.250 lira); lezzetli bir paylaşımlık. Mavi yengeç dolgulu kabak çiçeği (950 lira), beyazpeynirli bol bir harçla yapılmış. Harcı bol tutmak için gördüğüm en büyük kabak çiçeklerini bulmayı başarmışlar. Bunu yanında gelen mavi yengecin kendi suyuna ve tuzlu erik mayoneze banmadan tatmayın. Dediğim gibi Aykut Şef’in sosları gerçekten farklı.
Galataport O Blok Kat: 2 İstanbul; (0212) 401 05 57
Başlangıçlardan benim favorim salatalık gazpacho ve enginar oldu (650 lira). Zeytinyağlı enginar dilimleriyle gelen Girit kabaklı ve rezeneli bu soğuk çorbaya şef kivi eklemiş ve kendir tohumları serpmiş. Tam bir yaz serinliği. Paylaşabilecek kalabalık bir grupsanız ana yemeklerden kuzu kolu öneririm. 9 saat kendi yağıyla pişirdiği kuzuyu kemiklerinden yaptığı sosuyla ve limon zest’le servis ediyor.
Deneyemedim ama burrata’yla servis edilen pesto soslu gnocchi ve fesleğen soslu levrek farklı bulduğum ve aklıma yazdığım seçenekler. Mekânın iyi bir kokteyl menüsü var. Şarap listesinin geniş tutulması ve her yerde bulamadığımız yerli çeşitlerin olması da beni ayrıca sevindirdi...