Güncelleme Tarihi:
Lokantaların en sevdiğim saatleri akşam servisinin yeni başladığı sıralar. Gün henüz ‘düşmemiş’, her şey çiçek gibi hazırlanmış, beyaz örtüler serilmiş. Akşamın hareketi daha başlamamış, masalar boş, ihtimaller bol... Saat 17.00 civarı, Novotel’in bahçe katındaki yeni yerine taşınan eski dostumuz Karaköy Lokantası’nın kapısındayım. Tek başıma olmama takılmadan “Güzel masalarından birine kurulurum, özlediğim yemeklerini tadar çıkarım” diye düşünmem de bu tanıdık hisler yüzünden. Çoğunluğun aksine tek başıma restorana gitmeyi de en az kalabalık masalar kadar sevenlerdenim üstelik. Ama Karaköy Lokantası’nın hatıralarımda kalan tanıdık kapısını bu kez yeni haline açınca hayli yabancılıyorum.
Girişte meze seçenlerin ya da masa bekleyenlerin oturabileceği uzun sandalyeleri ve geniş taş tezgâhıyla şık bir bar var. Nedense dokusunu Karaköy Lokantası’nın girişiyle kafamda bağdaştıramadım bir türlü. Sonra garsonlarla aramda uzun bir bakışma süreci başladı. Tek başıma olduğum için, arayıp geldiğim halde nereye oturtacaklarını bilemediler. Sonunda şef garsonun barın girişinden “Oturt oraya” diye işaret ettiği yere yerleşebildim. Bu yazıyı yeni bir restoran için yazsaydım daha az alıngan olurdum belki ama ayaklarım bir an geri gitmedi değil.
Karaköy Lokantası bölgenin vaktiyle yaşadığı büyük hareketliliği başlatanlardan... Öğle saatleri şık bir esnaf lokantası, akşamları da modern meyhaneye dönüşen konseptleri, geleneksel Türk mutfağını, İstanbul lezzetlerini başarıyla servis ederek semtin akla ilk gelen adreslerinden biri oldu her zaman. Eski yerin imzası çinili turkuvaz duvarları, yüksek sütunlarıydı. Yeni mekânın içerdeki mutfak boyunca uzanan uzun bir duvarı da bu kez soğuk mavi tonlarda seramik çinilerle kaplanmış. Yere kadar inen camlar, eskisine çok benzeyen belki aynı sandalyeler, açılı ahşap tavan, etrafa yayılan yeşilliklerse içime su serpen, gıcır gıcır havayı dağıtan detaylar.
Masaya yerleşip yemekleri sipariş etmeye başladıkça hikâyenin gerisi iyilik güzellik diye devam ediyor neyse ki... Masamla ilgilenen iki garson da işinin ehli. İnci gibi sıralanmış cam meze dolabında günlük çeşitler dizili. Beyin salatası, dil söğüş, humus gibi sevilen seçenekler yerli yerinde. Balık mezelerinde genelde lakerda ve hardallı levrek en sık karşılaşılan seçeneklerdir. Karaköy Lokantası’nda da bunlar var ama çiroz, uskumru ya da sardalya gibi alternatifleri tercih edebilmek çok güzel. Uskumru (56 lira) yağı ve sosuyla daha çatala alırken lezzetini belli eden türden.
TAHİNLİ MUHALLEBİ TABAK SIYIRTIYOR
Üsküdar’daki bir fırından gelen ekmekleri çok lezzetli. Ama ekmeğin en sevdiğim eşlikçisi taramayı (56 lira) biraz zayıf buldum. Karides tava, kalamar mücver, muska ve paçanga börekleri, çıtır mantı gibi tanıdık seçeneklerin arasında ara sıcakların en hevesle sipariş ettiğim tabağı kabak ve pancar tava (44 lira) oldu. Yunan usulü, yağı çekmeden hafif hafif çıtırdatabileni çok azdır bu lezzetin. Karaköy Lokantası da hakkını vermiş.
Kuzu yaprak ciğer (65 lira) İstanbul’da tadabileceklerimizin en iyilerinden. Yaprak ciğerden çok az daha kalın olan bu kesim ayarı favorim! Belli ki çok kısa süre tavada kalmış ve pamuk gibi pişmiş.
Ana yemeklerde böyle şık bir lokantada sunulduğuna en sevindiğim seçenek dana çökertmeyi (80 lira) sipariş ettim. Antrikot gibi tadanı mutlu etmesi zor bir eti tam kıvamında pişirmişler. Yoğurdu, patatesiyle herkesin yüzünü güldürür, eminim.
Mutfağı çok zorladığı ve devamlı çay servisi veren bir alan gerektirdiği için son zamanların popüler isteği ‘ara çay’ı kaldırmışlar. Sadece kahve ikram ediyorlar. Tatlılarda cevizli kabak, kaymaklı ayva tatlısı gibi klasikler var. Ben tahinli muhallebiden (28 lira) tattım. Tahin ve pekmezin güçlü tadıyla ezilmemiş, kıvamıyla önde kalmayı başarmış muhallebi tabak sıyırtıyor.
Karaköy Lokantası’na bir misafirimi zevkle götürürüm. Benim gibi eski halini bilip özleyenlerin ilacıysa yenisiyle daha sık görüşmek sanırım. Tek başına gidip bir sürü şey tatmak isteyenler çoğu yemeği yarım porsiyon da sipariş edebileceğini unutmasın!