Leyla Gencer’in köyünü yılda 30 bin kişi ziyaret ediyor

Güncelleme Tarihi:

Leyla Gencer’in köyünü yılda 30 bin kişi ziyaret ediyor
Oluşturulma Tarihi: Haziran 02, 2008 00:00

Safranbolu’nun 11 kilometre doğusunda, Araç Çayı’na kuşbakışı konumlanmış bir Türkmen köyü Yörük. Geçmişi 500 yıl öncesine uzanıyor. Halkı yüzyıllar boyunca İstanbul’da suculuk, börekçilikten kazandığı parayla, içinde kitaplıkları, çalışma odaları bulunan köşkler inşa ettirmiş.

Geçen ay hayata veda eden La Scala Operası’nın ünlü "Diva Turca"sı, Leyla Gencer’in anısı köyde bir sokak adıyla yaşatılıyor. 200 nüfuslu köye, bahar aylarında günde 20 turist otobüsünün uğradığı oluyor.

Safranbolu - Kastamonu otoyolundan Yörük’e saptıktan az sonra karşımıza geniş bir otopark çıkıyor. Bekçisi parkı işaret ediyor. Köye araç girişi yasak. Sokaklar yayalaştırılarak hem trafik terörü durdurulmuş, hem de özenle yapılan arnavut kaldırımı sokaklar korunmuş.

Güneşli bir mayıs ikindisinde, gelincik tarlasını andıran mezarlığın yanından, Yörük’ün içlerine yürüyoruz. En yeni görünümlü mezarın taşındaki ölüm tarihi 1906! Köyün ilk küçük meydanına ulaştığımızda karşımıza Safranbolu köşklerini andıran, iki - üç katlı, cumbalı, kimilerinin çatılarına gösterişli geyik boynuzları asılmış evler çıkıyor. Herbiri küçük birer köşk. Mimarilerindeki özen dikkat çekici. Sokakların ıssızlığı, evlerin terk edilmişliği Ege’nin eski Rum köylerini andırıyor. Akla gelen ilk soru şu: Bozkırın ortasında neden böyle bir köy kurulmuş, evlere yatırılan servet nasıl kazanılmış, yapılar betonlaşma modasından nasıl korunmuş?

YAPILAR KORUMA ALTINDA

Yörük’ün tarihini, Safranbolu’yla ilgili rehberlerde bulmak mümkün. Kayı Boyu’nun Karakeçili aşiretinden üç kardeş, kesin olarak bilinmeyen bir tarihte kurmuş köyü. Adı ilk kez 16. yy Osmanlı belgelerinde, Yörükan-ı Taraklı Borlu ya da Göçenbeyler kazasının merkezi olarak geçiyor. Peki altın değerindeki safran üretmek ya da katırlarla Karadeniz kıyısından iç bölgelere taşımacılık yapmak bu evleri inşa ettirecek serveti biriktirmek için yeterli mi?

Köy muhtarı İbrahim Sarı’yla sohbet ederken alıyoruz cevapları. Söylediklerinin ışığında, Yörük’ün ilk bakışta hayret veren bazı özelliklerini çözmek daha kolay. "Dedelerimiz 15 ve 16’ncı yüzyıllardan itibaren İstanbul’a gidip, saraylarda, köşklerde çalışmış, ticaret yapmış. İstanbul’un tüm ünlü börekçileri, Karaköy, Sarıyer, Kardeşler bu köydendir. Kazançlarıyla ailelerine evler yaptırmış, köylerini güzelleştirmişler, kültüre hep önem vermişler."

Yörük’teki 138 evin 103’ü tarihi yapı. Ahşap ve toprakla yapılmış, Horasan sıvasıyla kaplanmışlar. Köylülerin talebi üzerine bölge SİT alanı ilan edilmiş. İnşaat, restorasyon izne tabi. Tarihi evlerin ön cephe röleveleri çizildiği halde, bakanlıktan destek gelmeyince restorasyonları tamamlanamamış.

Kışın 10 hanede bacaların tüttüğü köyün nüfusu yazın 200’ü buluyor. Sokaklar nisan - temmuz, eylül - kasım arasında Safranbolu’ya turla gelen yerli gezginlerle dolup taşıyor. Muhtar Sarı, bu yılın ilk beş ayında otoparklarına 12 bin 500 otobüs girdiğini, kabaca bir hesapla yılda 30 bin ziyaretçinin geldiğini söylüyor. Beş yıl önce bu rakam 2 bin kişi civarındaymış. Yörük Vakfı’nın çabaları ve TV’lerde yayımlanan programların etkisiyle ziyaretçi patlaması yaşanmış. "Bugüne kadar huzuru kaçtığı için şikayetçi olana rastlamadım, hepimiz mutluyuz" diyor İbrahim Sarı.

Köyün yaşlı nüfusu, sokaklardan kimi zaman mitingi andıran kalabalıklarla geçen turistlerden para kazanmanın yolunu bulmuş. Mutfaklarında hazırladıkları dağ çileği, patlıcan, gül, vişne reçellerini, çayırlardan toplayıp kuruttukları üç ayrı çeşit kekik, nane, kantaron, biberiyeyi, hazırladıkları tarhanayı özenli paketler içinde, evlerinin önünde açtıkları tezgahlarda satıyorlar. Reçelin kavanozu 5 YTL, baharatların poşeti 1 YTL. Kimileri poşet üzerlerine otların hangi rahatsızlıklara iyi geldiğini bile yazmış. Üç gözlemeci hafta sonunda arı gibi çalışıyor ziyaretçileri doyurmak için.

BEKTAŞİ KÖYÜNÜN ÇAMAŞIR RİTÜELİ

Kastamonu yakınlarındaki Kayaboğazı köyünden gelen modern köçek, davul eşliğinde, bir yol ağzında maharet sergiliyor. Meraklı kalabalığıyla çevrilmiş. Gösterisinin en çok alkış alan bölümü, yere atılan kağıt paraları ters köprü kurarak yerden ağzıyla toplaması. Yokuş yukarı yürürken bir köşedeki levha dikkatimizi çekiyor: Leyla Gencer Sokağı. Ancak köyü gezen kalabalıkların ilgisi karşı köşesindeki Kurşuntaşı’na odaklanıyor. Her beş dakikada bir tepesine farklı bir turun rehberi çıkıp başlıyor anlatmaya: "Bu görmüş olduğunuz taşşş..." Falcılar kurşunu üç yol ağzında dökermiş. Yörük’ün kurşun dökme merkezi de bu köşe. Yukarı devam ettiğinizde köyün sınırına varıyorsunuz. Son yapılardan biri, Sucu Hafız Konağı Gezievi. Köyün tarihi konaklarından üçü sahiplerince müzeye dönüştürülmüş. Beylerbeyi Sarayı’nın sucusu Hafız, 1886’da yaptırmış konağını. Şimdilerde dördüncü kuşak torunları, evi gezdirip bilgi veriyor. Aynı dönemden kalma Sipahioğlu Konağı ise sahiplerince ikiye bölünmüş, giriş katında hediyelik mağazası bulunuyor. Üçer katlı, yüksek tavanlı, saray aynalı, dağ manzaralı, ferah konakların belki de en ilginç yanı, kitaplıklarının, çalışma odalarının bile bulunması.

Gökçeada’daki Rum köylerini çağrıştıran çamaşırhane binası, Cemil İpekçi Sokağı’nın sonunda, köyün sınırında. Yüzlerce yıl boyunca köyün kadınları burada, hep birlikte, kirli giysileri özel bir ritüelle yıkamış. Aralarından en yaşlısı içerdeki yüksek sete oturup, ortadaki, köşeleriyle 12 imamı simgeleyen dev taşta çamaşır tokaçlayanları izler, kadınların en genci ise içten kilitlenmiş kapının dış eşiğinde gözcülük yaparmış. Çamaşırhane şimdi müze ve sergi salonu olarak kullanılıyor.

İki kardeşin, ikinci kuşak torunları olan Leyla Gencer (Ayşe Leyla Çeyrekgil) ve Cemil İpekçi’ye gelince... Çeyrekli Sülalesi’nden gelen aile büyükleri geçen yüzyılın başında İstanbul’a yerleşmiş. Gencer’in ailesi Karaköy Börekçisi’ni kurmuş, Çubuklu suyunu ve Beyoğlu’ndaki ünlü Lale Sineması’nı işletmiş. Babasının Yörük’teki evi Çöken Meydanı’nda. 1965’te satılıp, yıkılmış. Yerine yenisi inşa edilmiş. 1999’da köyün yolları, bazı evleri, Metin Sözen’in öncülüğünde, Yörük Vakfı’nca restore edilirken, Gencer’in adının bir sokağa verilmesi kararı alınmış. Vakıf Başkanı Hüseyin Remzi Çağlayan, tekliflerini Ankara’da dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın huzurunda Leyla Gencer’e ilettiklerini, sevinçle kabul ettiğini anlatıyor. "Köy kitabını inceleyip, Talay’a döndü. Bu gençlerden korkulur, bakın neler yapmışlar, dedi. Ancak adını verdiğimiz sokağı hiç görmedi..." Gencer’in İstanbul’da yaşayan yeğeni İbrahim Çeyrek ise halasını defalarca köyüne götürmek istediğini "Hastalanabilirim, beş saatlik karayolu gözümde büyüyor" cevabını aldığını söylüyor. "Köyde yaşamamış olmasına karşın, bu jestten çok etkilendiğini her fırsatta dile getirirdi" diyor.

Köye yolunuz düşer ve konaklamak isterseniz dört odalı bir de pansiyon var. Necati Erdem’in Yörük Pansiyon’u (0370 737 21 53) yıl boyunca açık.

BUNLARI YAPMADAN DÖNMEYİN

á Yerel lezzetleri tadın

Safranbolu’da yerel mutfağı sunan esnaf lokantası ararsanız, Eski Çarşı’daki Kazan Ocağı’na uğrayın. Nebile Özağartan, küçük restoranında ev yemeği özeniyle mevsim lezzetlerini hazırlıyor. Yemek çeşitlerini sık sık değiştiriyor. Hamur işlerinde her zaman iddialı. Kıyma yerine süzme yoğurtla yapılan, yoğursuz yenen mantı benzeri peruhi, cevizli erişte, bükme bu lezzetlerden bazıları. (Çeşme Mah. Kasaplar Sokak. No: 19)

á Tarlasını görün, safran alın

Hatice Özkul (78), Yörük Köyü’nün yaklaşık 10 kilometre uzağındaki Davutobası’nda, iki dönümlük bahçesinde safran yetiştiriyor. Meraklı gezginleri sevgiyle karşılıyor, sabırla anlatıyor safran tarımını. "Bizim aile mesleğimiz. Dedem beline sarıp, atına atlar, dağları aşıp, safran satmaya gidermiş. Çok emek isteyen, zor bir iş." Bir çiçekten toplu iğne büyüklüğündeki üç tepecik alınıyor sadece, bir dönümlük araziden yaklaşık 500 gram kuru safran elde edilebiliyor. Gramı Safranbolu Çarşısı’nda 12 YTL, Özkul ise 8 YTL’ye satıyor. Tarımı zor olduğu için, bir zamanlar dağında, taşında safran yetişen Safranbolu’da 15 civarında üretici kalmış. Valiliğin beş yıldır yürüttüğü kampanya sonucu toplam yıllık üretim 12 kiloya ulaşmış. Özkul’la yapılan röportajı, safran üretiminin zorluğunu köyün web sayfasındaki video klipten izleyebilirsiniz: www.davutobasi.com

á Safran çayı için, türkü dinleyin

Halkmüziği araştırmalarının önemli ismi Sadi Yaver Ataman’ın (1906-1994) türkülerini 1930’larda derleyip kitaplaştırdığı, öldükten sonra gömülmeyi vasiyet ettiği Safranbolu’da bugün yerel ezgiler neredeyse unutulmak üzere. Halk müziğine gönül veren Erhan Kutsal, Safranbolu merkezindeki Yemeniciler (çarıkçılar) Çarşısı’nda, tarihi Boncuk kahvesinde, kaybolan geleneği yaşatmaya çalışıyor. 10 yılda 120 civarında türkü toparlamış. Akşamları enstrümanını kapıp gelen müzikseverlerle kahvenin bir köşesinde meşk ediyor. Kimi zaman İstanbul Radyosu’ndan emekli bağlama sanatçısı Erhan Kutsal, bölge ozanlarından Aşık İrfan da ekipte yer alıyor. Türkülerin, safran çayı, kızıldut, çilek şurupları eşliğinde, adabına uygun çalınıp söylendiği meşkler gecenin geç saatlerine kadar sürüyor. İçecekler, gül yapraklarıyla süslenmiş tepsilerle servis ediliyor.

á Eski çarşıdan sahlep alın

Eski Çarşı’daki küçük dükkanında, sahlep, kuru ceviz ve badem satıyor Necati Horozoğlu. "İstanbul’a yılda bir ton sahlep gönderiyorum" diyor. Sahlepçilik Horozoğlu’nun dede mesleği. İlbaharda Safranbolu çevresindeki dağlarda yetişen orkide soğanlarını "abdallar" toplayıp ona getiriyor. O da kurutup, yılboyunca satıyor. "İhtiyaç olduğunda, Konya’ya, Maraş’a kadar gidip sahlep alırım" diyor. 100 gramlık paketinin fiyatı 12 YTL. Fiyatının yüksek olmasının nedeni, orkidelerin azalması. Horozoğlu’nun söylediğine bakılırsa, 1 kilo sahlep soğanı için, iki ay dağlarda gezmek gerekiyor. Buna karşın bir tatlı kaşığı kadar saf sahlep tozuyla, yarım litre sahlep ya da dondurma hazırlamak mümkün.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!