Güncelleme Tarihi:
Laila’ya beni davet edecek değiller ya... Ben de bu kalburüstü dumanaltı 2.700 Türk büyüğünün arasına girememiş olmanın verdiği eziklikle, bu tür “mekanlar” hakkındaki düşüncemi anlatacağım size.
Daha doğrusu görüşümü değil, (tek) tecrübemi. Annesinin ve kızkardeşinin evde olmadığı bir gün, oğlumun beni cebren ve hileyle götürdüğü bir “mekanı”...
Milliyet’te yayımlanmış, 6 Şubat 2001 tarihli bir yazı...
*
Giden de pişman
Etiler ve Levent'teki "gece klabları"na (kulüp değil, klab denilecek) gidemeyenler, gönlünüzü ferah tutun. Sizin için böyle bir yeri test ettim: kaçırdığınız bir şey yok!
Nispetiye Caddesi'nde bir "mekan". Cumartesi gecesi 00.30 - 03.30 arası (Gece birden önce gitmek kırolukmuş; genelde 4'ten önce çıkmak da öyle).
Cüneyt Arkın'ın yolda önünü kesen kötü adamlara benzer üç dört kişi üzerinize geliyor kapıda:
- Rezerveniz var mıydı?
Kaldırım olmadığı için, geçen belediye otobüsünden gerinizi kurtarmanız gerek; siz kapıya hamle ettikçe, birileri yolunuzu kesiyor.
- Var. Serdar adına..
- Hi-da-yet! Bak bakiim Serdal diye birine rezerve var mı?
- Buyur Serdal abicim...
- Vestiyer alalım abi.
Sizin "vestiyer alınırken" biri, hâlâ, klabın kapısına yaklaşmanızı engellemekte. Üzeriniz aracak, makine var mı diye. Racon gereği silahsız girilen mafya toplantıları gibi, ceketin önü şöyle bir el hareketiyle açılıp, tık tık, kemer yoklanacak.
- Buyur abi!
*
Ancak, asıl zorluk şimdi başlıyor. İçeri daldığınızda (dalmak doğru fiil, çünkü koyu bir karanlık, kesif duman ve kaldırma kuvveti hayli yüksek bir müziğe dalacaksınız) midenize midenize darbe başlıyor. Sonuna kadar açık ampliden gelen müziği, kulağınızla değil, diyaframınız ve mide kaslarınızla hissediyorsunuz. Her biri 15 dakika tekrarlanan, dım-tıs-dım-tıs şeklinde bir bas.
- Ne alırdınız?
Ne içerseniz için. Hesabı, içtiğinizden çok, oturduğunuz yer belirliyor. Sahnenin önüne yaklaştıkca, fiyat artıyor. Tam önde oturdunuz mu, şarkıcıya bir Cordon Rouge açtırmak racon icabı. (Şarkıcıya ikram edilen bu şampanyaların bir özelliği de, aynı şişenin gecede 7 - 8 kere patlayabilir olması.)
İçkiniz gelince, dikize geçiyorsunuz. Müşteriler çeşit çeşit. 25 - 40 yaşlarında çiftlerden oluşan gruplar çoğunlukta. Beyler etrafı incelerken, hanımlar ceple mesaj atmakta. Gürültüden, sohbet zaten imkansız. Bir başka grup, duvar dibindeki taburelere tünemiş "saplar". Derken, 17 - 18 yaşında iki delikanlı, en öne buyur ediliyor. Palto ve atkıyla oturup, derin derin burun çekiyorlar. Arasıra birileri gelip onlarla kafa tokuşturuyor.
*
Gece 2'ye doğru orkestra yerini alıyor ve sırasıyla, bir kro, bir nonoş ve bir travesti "sahne alıyor." Eski ve yeni şarkılardan oluşan bir potpuridir başlıyor. Müşteriler çılgın gibi. Bağırarak şarkıya eşlik ediyor, bir yandan da, oturdukları yerde 45 derece öne eğilerek, tuhaf bir hareket yapıyorlar. İki kol havaya kalkık, alkışlar gibi değil, içeriden dışarıya, elinin tersiyle havayı iter gibi bir hareket.
Arasıra kordonruj şişesi geri geliyor. Şarkıcı, 50 - 60 milyonu toka etmiş hayranına dönerek teşekkür ediyor:
- Ertem bey, hem yakışıklı hem jantiysiniz!
“Sarı saçlarını gönlüme bağlamışım, çözülmüyor, Mihrişah"
- Elleri görelim elleri.. Ay kız bileydim tesettürlü gelirdim ayoool!
"Bile bile gönlüme gir diyemem..."
İlk gidişinizse, şarkılara eşlik edemiyorum diye üzülmeyin. Zaten hangi şarkının çalındığı belli değil. Müziği duyamaz, mikrofonu ağzına sokmuş şarkıcının söylediklerini anlayamazsınız. Ama herkes memnun. Elleri görelim elleri...
- Hadi baay; yarın ikide Akmerkez'de, unutma!
- İyi akşamlar Serdal abi, araç vardı mı? Taksi çağıralım...
*
Bu yazıyı kırk yıllık arkadaşım Kemal’e seslenerek bitirmişim. Demişim ki “Üzülme gidemiyorum diye, Kemal. Dertlenme! Topla Melih'i, Atilla'yı; çağır Serdar'ı, İmam'ı, Osman'ı. Hacı Abi’de bir okey çevirelim. Sonra, eski günlerdeki gibi, minibüse atlar, ıslama köfte yemeye gideriz. Buralar bize göre değil!”
Laila açıldı, Gülhane Parkı imaj değiştirdi haberlerini okurken eski günleri düşündüm. Özledim. Okul kırıp Hacı Abi’ye kaçtığımız, Mösyö Marcoul’un kahveyi basıp bizi tek sıra halinde derse götürdüğü, süfli aslanlara içimiz acıyarak Gülhane Parkı’nda elli tur attığımız günleri...
I-ıh, bu “mekanlar” bizi bozar!