Güncelleme Tarihi:
Yüzün, olgun üzüm tanesi,
Gözlerinden Sakız Adası’nın,
Yanaklarından Pramni’nin,
Ağzından, dudaklarından
Kea şarabının aktığı.
Yunanlı halk şairi boş yere övmemiş adasının üzümlerini.
İstanbul’da, Kasımpaşa, Tophane, Galata’nın Osmanlı meyhanelerinde “Şerefe” deyip kadeh tokuşturulmuş Kea şarabıyla. Tarih boyu nice uygarlığın şölenlerine, ayinlerine, muhabbetlerine eşlik etmiş buranın şarabı.
Yurt dışında seyahatteyken, Türkiye’den geldiğimizin bilinmesi farklı dönemlerde farklı sorulara neden olabiliyor.
Kea Adası’na, Atina- Venizelos Havaalanı’nın 40 kilometre güneyinde, Lavrio’dan kalkan vapurlarla iki saatlik yolculukla varılıyor. Sokrat’ın, fikirlerinin yeşerdiği, Praxitales’in heykellerini yaptığı, Sophokles’in oyunlarını yazdığı Yunan demokrasisinin iktisadi gücü, bu limana yakın gümüş madenlerinde kölelerin ölesiye çalıştırılmasından gelmiş.
1980’lerin sonunda, Kea’da kışın da kalmaya ilk geldiğimde, Lavrio’da 12 Eylül diktasından Ege üzerinden kaçan siyasi mültecilerin kampı vardı. O günlerde burada tanıştıklarım Türkiye’de neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Yıllar geçti.
TUZAĞA DÜŞTÜLER
Bu sefer gelirken Atina sokaklarında, meydanlarında “Her yer Gezi,” yazılarını gördüm. Elçiliğin önünde gösteri vardı. Şimdi de Kea’da, tavuk ve domuzlarını beslediği kır evinde kendi imali şarabını içtiğimiz Dimitri, şaşkınlıkla Türkiye’de İslami hükümetin günlük yaşamda kamu alanını daraltan otoriter uygulamalarını soruyordu, “Bizler İstanbullu, Anadolulu dede ve ninelerimizden biliriz adam gibi içip eğlenmesini. Nereye gidiyorsunuz?”
Lakin, Türkiye’de olup bitenlerle ilgili Ankara’nın “iç düşman-dış düşman” açıklamalarını aratmayacak bir yorum da kalıplarından kurtulamayan Yunan solundan: “Gezinin arkasında bizim derin devletimiz var!” Başını Zeus’un çektiği Yunan tanrıları, Kea’dan çoğu Batı müzelerine kaçırılmış Apollo, Athena, Dionisus tapınaklarının kalıntılarından, hepsine buranın bir atasözüyle fısıldıyor, “İnsanın planlarına tanrılar güler.”
Kea, deniz ve dağlar.
Kekik kokusu. Ağustos böcekleri.
Korsanlardan korunaklı tepelerde yaşam.
Kaybolduğum dar dolambaçlı sokaklar.
Yollardan gökyüzüne açılan kemerler
Adım başı denize nazır teraslar
Mavi kepenkli, kilitsiz kapılı, tek gözlü, beyaz evler.
Yük taşıyan eşekler, keçi sesleri.
Yolda karşılaştıklarımla, “Kalimera,” “Yazu,”
Odun fırınları, zeytin ağaçları,
En çok da çocuklar.
Çocukluğumun çocukluğu.
“Yabancılarla konuşmayın,” denmediği.
Yunanistan’da, demokrasinin denetleyemediği bankaların çıkardığı krizde, işsizlik yüzde 50’nin üstünde. Ayda ancak bir gün çalışabilen, düzen düzenbazlarının defterlerinin işsizlik istatistiklerinde yer almıyor. İktidarını Berlin’e borçlu kukla hükümetin politikacılarının halka dayattırdığı yeni vergi yasalarıyla, kazanılan her bir Euro için herkes yüzde 27 vergi ödemek zorunda. Büyük kısmı üniversite mezunu işsiz gençlerin geçim kaynağı, anne babalarının, dedeleriyle ninelerinin, onlarla paylaştığı emekli maaşları.
Bankaların, devlet zararımızı telafi eder rahatlığıyla önüne gelene borç verme kervanından Kea da nasibini almış. Varlıklı Atinalılar, buranın ıssız koylarına bakan tepelere evlerini kondurmaya başlayınca, adalılar baba mesleklerini terk edip inşaat sektörüne girmiş. Kimi kiremit satmış, kimi nalbur olmuş. Yük çekmişler, çimento dökmüşler, duvar örmüşler.
Kriz patlamış.
EKONOMİK KRİZ UNUTULAN BALCILIĞI CANLANDIRDI
Niko’larla komşuyduk. Onu adanın merkez yerleşim yeri Chora’da ilk okula gittiği günlerinden tanıyorum.
“İnşaat durunca bizi babalarımız, dedelerimiz kurtardı. Arıcılık, hayvancılık, tarım…. Onlardan öğrendik. Çürümeye yüz tutmuş boş kovanları, tarım aletlerini bırakıldığı yerlerde bulduk. Bir kuşak daha geçseydi aç kalmıştık. Bilemeyecektik işlerin nasıl yapıldığını.”
Kea, krizle, küresel ısınmayla, kabuk değiştiren dünyamızda geleceğe hazırlanıyor. 21’inci yüzyıl yepyeni bir düzene gebe. Adada hemen herkesin toprağı var. Para gerektirmeyen, vergiyi fuzuli kılan değiş tokuş ekonomisi yaygınlaşıyor. Güneş, rüzgar enerjisi yayılıyor. Esas olan, kendi kendine yeterlilik.
Bir çok Kealı gibi Nikoların, adanın tepesinde Chora’da, diğeri kırda, iki evleri var. Annesi İngiliz. Disleksi uzmanı. Çocukların eğitim programlarına yardımcı, İngilizce öğretiyor, haftada bir aynı işi Atina’da yapıyor. Para almıyor. Yaptıkları emek karşılığı. Kocası çiftçi ve inşaat ustası. O da para almıyor. Evin geliri Nikos’dan. Yat limanı Voukaris’de bu yıl açılan, bar- lokanta karışımı deniz kıyısındaki “Illusion’da ahçılık yapıyor. Yemekleri dünya mutfağından seçme örnekler. Beş yıldızlı otel kalitesinde. İçki dahil, üç kişi 50 Euro.
ECZACI YORGOS’UN BEYOĞLU TANIKLIĞI
Kea, Pompey gibi binlerce yıl yanardağı küllerinin altında kaldıktan sonra keşfedilen Santorini’yle ünlü Kiklad adalarını turlayan yatların ilk uğrak limanı.
Sahilde tavernalar, adalı ressam kolonisinin eserlerinin satıldığı resim galerileri, barlar. Kimi son moda dergilerinin sayfalarından çıkma, kimi balıkçı köyü salaşlığında. Koya hakim tepecikte arkeologların hâlâ çözemediklerinden “Linear A” diye adlandırdıkları bronz çağı yerleşim merkezi, Aya İri’nin kalıntıları. İki yönde, Pisses ve Otzias gibi sayısız koylarda ıssız plajlar. Chora’da adanın antik ve klasik çağdan kalma kalıntıların sergilendiği müze ibretlik. Türkiye’de kendi topraklarından çıkanlara, Başbakan “çanak çömlek” diye baktığından, “gayri Müslim” uygarlıkların eserlerine üvey evlat muamelesi gösteren Kültür Bakanlığı için...
Kea’ya ilk gelişimde, Türkiyelilere alışık olmadıklarından, kim olduğumu anlamakta güçlük çektiler. Polise düzenli rapor verdiklerini, içki ahpabım eczacı Yorgo söyledi. 1960’larda Beyoğlu’ndan apar topar ayrılmaya mecbur bırakılan İstanbullu bir Rum’un “Kimlerdensin” sorusuna, Milli Şef İnönü’nün, İkinci Dünya Savaşı yıllarında anti-faşist duruşundan ötürü gazetesini yıktırttığı dayım Zekeriya Sertel’in adını vermem, çoğu sosyal-demokrat PASOK yanlısı adalıların nezdinde konumumu bir nebze meşrulaştırdı. Bu vesileyle ben de ondan Tan Gazetesi matbaasının yerle bir edilişinin ertesi günü, İstanbul meyhanelerinde “Rus Salatası”na “Amerikan Salatası,” denmeye başlandığını öğrendim.
HAD BİLMEYİ ÖĞRETİYOR
Kea, çoğunu kartpostallardan tanıdığım, bir kısmına gittiğim, başka Yunan adalarına benzemiyor. Ev, oda kiralamak kolay. Oteller bir kaç tane. Fiyatlar uygun. Günler boyu kimseye rastlanmayacak antik çağlardan kalma patikalarda, dağlarda, ovalarda, ıssız, korkusuz özgürlüğünüzle başbaşa kalabilir, istediğiniz yere çadır kurabilirsiniz. Adanın güneyinde, ancak iki saatlik yürüyüşle erişilebilen Katomaria’da kalıntıları olan tek şehir devletinin bile bin kişilik açık hava tiyatrosu olduğu Kea’nın, bugün, çoğu köylü olmak üzere, toplam nüfusu 2400.
Tarihinin farklı dönemlerinde Kea’nın değişen rolleri, “Ülkem şöyledir, böyledir,” diyenlere hadlerini bilmelerini hatırlatıyor.
Padişahları yıldırmışlardı
Bağımsızlık, adanın 5 bin küsur yıllık ortak kimliği. Sokrat’ın gençleri dinden uzaklaştırıyor diye mahkum edilişinde, Kea’da yetişen baldıran otuyla kendini zehirleyip öldürmesi, o dönemde adada yaşlıların da hayatlarına son verme adetinin yansıması. 70 yaşına gelip ileride topluma yük olacaklarını gördüklerinde, baldıran otunun suyunu içip, kendilerine özgü bir huzurla intihar ediyorlarmış. Adalıların bağımsızlık ruhları tarih boyunca sürmüş.
Anadolu’ya da hakim Pers İmparatorluğu, imparatorları Daryus’un sivrisinek vızıltısı diye telakki ettiği, Atina’ya saldırdığında, ön safta savaşıp galibiyeti sağlayan Kealılar. O denli bağımsızlıklarına düşkünler ki, adada bir değil, aynı zamanda, ayrı para birimleri olan dört bağımsız şehir devlet iktidarı olmuş. Haçlı Seferlerin başında Venedikliler 1204’te Constantinople’ı yağmaladıklarında, Latinlere teslim olmayıp yıllarca direnen onlar. Adanın 300 küsür yıl Osmanlı işgalinde “yola gelmedikleri” için padişahların “Mürted Adası” diye adlandırdığı yer Kea (Keos). Ve nihayet bağımsızlık savaşlarında, gizli devrim örgütlerinde, şairleriyle, askerleriyle Kealılar gene ön safta. Osmanlı’nın burada tek dikili taşı olmamış. İsyan ettirene dek vergi toplamış. İsyan ettiklerinde kılıçtan geçirmişler. Gene de Kea’nın şaşalı dönemi 18’inci yüzyılda, Akdeniz’den İstanbul’a giden ticaret gemilerinin durağı olduğu Osmanlı döneminde. Her büyük devletin konsolosluğu burada. Gezginler, görkemli konaklarda ziyafetleri, valslar yapılan baloları anlatıyor.