La Traviata’ya olan tutkusunun, Sultan Abdülhamit’ten dolayı başladığını anlatan Özpetek, Türk, Şark ve Garp kültürünü harmanlayarak, nargile, lokum, hilal unsuru ve şampanyayı sahnede bir arada kullandı, başroldeki Violetta’ya ise Osmanlı modasına has, Türk kumaşından yapılmış kıyafetler giydirdi.
Napoli’de bulunan Avrupa’nın en eski lirik opera binası San Carlo Tiyatrosu, 5 Aralık’ta yeni sezonunda perdelerini, bir aşk melodramını konu edinen ‘La Traviata’ ile açacak. 1853 yılında ilk kez sahnelendiği Venedik’te fiyaskoyla sonuçlanan ancak, zaman içerisinde başyapıt halini alan, İtalyan kompozitör Verdi’nin La Traviata’sının rejisörlüğünü Ferzan Özpetek üstlendi. 1.5 yıl önce Floransa’da sahnelediği Aida Operası’nın dekorunda, Nemrut’taki heykel başlarını kullanan ünlü yönetmen, La Traviata’da yine Türk kültüründen esintilere de yer vermeyi ihmal etmedi. Bunun için Fransız romancı Marcel Proust’un ’Kayıp Zamanın İzinde’ adlı eserindeki oryantal unsurlardan yararlandığını söyleyen Özpetek, 1910’larda Osmanlı modası ve kültüründen esinlenmiş bir Paris’i La Traviata’nın sahnesine taşıyarak, görsel anlamda bu ünlü operaya farklı bir anlam kattı.
Operanın ilk sahnesi, nargilenin içildiği, lokumun yenildiği, Osmanlı’da hayatı anlatan tabloların olduğu ve Türk hizmetkarların dolandığı, baş kahraman, hafifmeşrep Violetta’nın verdiği bir ev partisiyle başlıyor.
Violetta partide, Osmanlı kadınlarının giydiği, Osmanlı kırmızısından ve yüzde 100 Türk kumaşından elde edilmiş bir kıyafetle dikkat çekiyor. Üçüncü sahnede ise Violetta’nın arkadaşı Flora’nın evinde verilen partide, Osmanlı efendileri fesleriyle boy gösteriyor.
Sahnede her şeyi ölçülü kullandığını ifade eden Özpetek, perde ilk açıldığında Osman Hamdi’nin tabuları gibi bir hava estiğini söyledi. Özpetek, eleştirmenlerin bu bakış açısına nasıl yorum getireceklerini merakla beklediğini bildirdi.
Özpetek, aynı zamanda ikinci filmi Harem Suare’nin başlangıç sahnesi olan La Traviata’nın San Carlo Tiyatrosu’ndaki kıyafetli provaları sırasında DHA’nın sorularını yanıtladı.
LA TRAVIATA’YI, SULTAN ABDÜLHAMİT’TEN DOLAYI SEVDİ
Özpetek, Harem Suare’nin başlangıç sahnesi olan La Traviata’ya olan tutkusunun nasıl baş gösterdiğini şöyle anlattı:
"Harem Suare’yi hazırlıyorum. O benim zor bir dönemimdi. O filmi hazırlarken Yıldız Sarayı’na gittik. Orada küçük bir tiyatro var. Sordum ne olduğunu. Abdülhamit’in burada istediği operayı izlediğini söylediler. Operayı izlemek için İtalyanca öğrenmiş. Çok özel bir sultan, padişah. Benim o zaman çok dikkatimi çekmişti. Herkesin ’Korkunç, zalim’ dediği ama halbuki bir yandan da çok hoş yanları olan bir insan. Sultan Abdülhamit operaların sonunu değiştirirmiş. La Traviata’daki kız ölmez, bir şey içip kurtulurmuş mesela. Bütün operaların iyi sonları olmasını severmiş Abdülhamit. O yüzden Harem Suare’de La Traviata’yı kullanmıştım. Bu, Osmanlı’nın ne kadar ileride olduğunu gösteriyor. Operanın içeride olduğu, kıyafetlerin çok ileride olduğu, piyano çalan, Fransızca konuşan, namaz kılan insanların olduğu bir olay. Bizim kültürümüzde Doğu’yla Batı’yı karıştıran güzel bir şey var."
LA TRAVIATA’DA LEYLA GENCER ETKİSİ
Özpetek, çalıştığı kastın da çok önemli insanlardan oluştuğunun altını çizerek, Violetta rolündeki Carmen Giannattasio’nun liriğin en iyi seslerinden birisi olduğunu vurgulayarak ’ilginç’ olarak nitelendirdiği tesadüfü şöyle anlattı:
"Carmen, Leyla Gencer’in ortaya çıkarttığı bir kızmış. Her operaya yaklaştığımda hep Leyla Gencer’den bahsediyorlar. Çünkü burada opera çevresi Leyla Gencer’e tapıyor. Opera yaptığım zaman Leyla Gencer’i hep hissediyorum. Muhakkak bir yerlerden çıkıyor. Bakın Carmen Giannattasio’nun da hocasıymış. Carmen, ona çok şey borçlu olduğunu söyledi. Ayrıca Carmen, Leyla Gencer’in taklidini çok güzel yapıyor. Leyla Gencer olmasaydı ben bugün yoktum diyor. Güzel şeyler bunlar."
NEMRUT’TAKİ HEYKEL BAŞLARI HOLYWOOD’DA
La Traviata’nın sanat yönetmenliğini yapan, Oscar ödüllü Dante Ferretti’nin çok önemli biri olduğunu da vurgulamadan geçmeyen Özpetek, "Çok mutlu oldum" dediği bir gelişmeyi ise, "Aida Operası’nda Nemrut’taki heykel başlarını kullanmam çok etkiledi insanları. Mesela Dante Ferretti, benden sonra bir Amerikan filminde Nemrut’taki kafaları kullanmış. Şu an çekimleri bitmiş olan, Sergey Bodrov’un ‘The Seventh Son’ adlı filmi. Ferretti, herkesin buna bayıldığını söyledi. ‘E o zaman bana bir yüzde verirsin artık’ dedim. 6 ay sürmüş o filmin çekimleri ve yakında çıkacakmış" diyerek aktardı.
KIYAFETLER YÜZDE 100 TÜRK KUMAŞINDAN
Ferzan Özpetek’in oryantal bir hava estirdiği La Traviata’nın tüm kıyafetleri, tamamen Türk kumaşından dikildi. Kıyafetlerde, tafta, dantel ve saf ipek de kullanıldı. Özpetek, bir Türk kumaş firmasının kendilerine sponsor olduğunu ve bu desteğin kendileri için çok önemli olduğunu şöyle anlattı:
"Opera, lirik çok pahalı. Çok masrafın olduğu bir sanat bölümü. Kumaş ve giysiler konusunda hep sıkıntı var. Ben güzel kumaşların olmasını istiyorum hep. Twitter’da tanıştığım Yusuf Efe adlı birisi, dünyanın en önemli kumaş fabrikalarından birinde yönetici olduğunu söyledi. Burada, İtalya’da da ofisleri varmış. Ben de ‘Bizim bir Traviatamız var, yardımcı olur musunuz?’ diye sordum. Kırmadılar. Armani’den tutun da bir sürü dünya çapında markaya kumaş veriyorlarmış. Bu anlamda Türkiye’nin bana destek olması güzel duruyor. Kostümler dünya çapında çalışan Tirelli Atölyesi’nde dikildi."
OPERA ÇOK ZOR
Ferzan Özpetek, opera yönetmenin,
sinema yönetmekten daha zor olduğunu da gizlemeyerek, şöyle konuştu:
"Sinemada senaryoyu ben yazıyorum, ben sözlerini ekliyorum. Burada ise, uymak zorunda olduğun şey ritim. Yani müziğin bir ritmi var ve ona uyman lazım. Oyunculuklar biraz daha abartılı olmalı ki görsün seyirci. Salvo Nastasi ve Rosanna Purchia’nın ısrarları üzerine söz konusu operayı yönetmeyi kabul ettim."
Özpetek, İtalya Cumhurbaşkanlığı himayesinde 15 Aralık’a kadar sahnelenecek olan La Traviata’da klasik hikayeye bağımlı kalmayı tercih ettiğinin altını çizerek, "La Traviata’yı yaparken çok etkilendim. İnsanın baya psikolojisine dokunuyor. Çünkü Verdi’nin yarattığı kişilikler, bizim hayatımızla, bizim kendi psikolojimizle çok bağlantılı. Benim koyduğum yenilikler de var ama yine de klasik bir Traviata yapmak istedim. Ancak klasikliğini 1910-12 yılları arasında, Paris-Osmanlı İmparatorluğu’nun modası ve etkisinden alan bir Paris. Karakterler, nargile de şampanya da içiyorlar" dedi.
Özpetek, geçmişte yapılan La Traviata’lara nazaran, kendi operasında baba-oğul ilişkisini çok ağırlıkta tuttuğunu söyleyerek, "Hatta onun copyright’ını (haklarını) alman lazım çünkü şimdiye kadar hiç yapılmamış bir şeyi yaptın diyorlar" diye aktarıyor bu değişimi.
VERDİ’NİN 200’ÜNCÜ YILI, İTALYA’DAKİ OPERALARI BİRBİRİNE KATTI
Gelecek yıl değerli kompozitör Giuseppe Verdi’nin 200. doğum yılının kutlanacağını hatırlatan Özpetek, bu konuda İtalya’daki lirik dünyasında bir polemik yaşandığını ise şu sözlerle dile getirdi:
"İtalya’da çekişen 2 opera var. Milano’daki La Scala ve Napoli’deki San Carlo. San Carlo, Verdi’yi bir Türk yönetmenle, yani benimle yapıyor. Milano’da ise Vagner yapıyorlar. Bu yüzden de bunun üzerinde hafif bir polemik var. Napoli, İtalyan Verdi’yi yaparken Milano neden Vagner’i yapıyor diye. Dolayısıyla benim böyle bir şeyde yönetmenlik yapmam çok gurur verici bir şey. Buranın Verdi’yi yapması çok önemli."
SANATÇILARA AY-YILDIZLI YÜZÜK
Ferzan Özpetek, her filminin ardından gelenek haline getirdiği, oyunculara birer aksesuar hediye etme geleneğini operada da sürdürdü. Özpetek, oyunun sahnelenmesi ardından erkek sanatçılara kol düğmesi ve kadınlara da, Lecce’li bir mücevhercinin tasarladığı, Türk bayrağının simgesi olan ay-yıldızdan oluşan yüzükler hediye edecek.