Güncelleme Tarihi:
Kuş Cenneti, öteki adıyla Kuş Gölü, Güney Marmara’nın hafif engebeli düzlüğünde, Bandırma’ya bir koşumluk mesafede (18 km.). İzmir-Balıkesir-Susurluk, Bursa-Karacabey ve Çanakkale-Biga yönlerinden gelindiğinde de kolayca ulaşılabilecek bir “cennet.”
“Varalım hele, görelim hele!” dedik. Yıllardır acele acele geçtiğimizden erteleyip durduğumuz bir ziyaret bu.
Kışa soyunmuş ağaçlar; suları unutmuş, öylece yalnızlık gibi duruyorlar. Kışın müstesna günlerinden biri. Hava hafif puslu, güneş arada bir kendini gösteriyor ama soğuk değil.
Göle doğru sokulan yarımada üzerindeki taş döşeme yolda ilerlerken, sakalarla sığırcıkların bildik sesleriyle ortalık cıvıl cıvıl. Sanki bu ufaklıklar, “Siz bakmayın ötekilerin saltanatına, yaşama sevincinin türküsü bizdedir” der gibiler.
Önce girişteki müzeyi geziyoruz. Doldurulmuş kuşların doğal yaşam alanlarına benzetilmiş cam bölmelerde sergilendikleri müze öylesine canlı ki, bize ölümü değil yaşamı anlatıyor. Arı şahini en çok dikkatimizi çeken.
KUŞLARI GÖRMEK İÇİN KULEYE TIRMANIYORUZ
Müzeden sonra, kuşları yakından ve canlı görmekte sıra. Bize söylenenlere bakılırsa, çok bol oldukları bir dönem değilmiş bu. Onları görebileceğimiz yer ise yüksekçe bir gözlem kulesi. Yanlarına sokulmak, rahatsız etmek yasak. Birer dürbün veriyorlar. Dürbünler elimizde kuleye tırmanıyoruz. Hava durgun. Göl cam gibi. Kuşlar, kendi dünyalarında, bizden habersiz günlük yaşamlarını sürdürüyorlar. Uzaktan uzağa, silik soluk fotoğraflarını almaya çalışıyoruz.
Kuş Gölü’nde 266 türden 2-3 milyon kuşun yaşadığı ya da belli dönemlerde uğradığı, konakladığı söyleniyor. Bu kuşlardan 66’sı her yıl, 22’si bazı yıllarda burada kuluçkaya yatıyormuş. 178 türü yalnızca göçte uğruyormuş.
Doğa kendini, “Beni koru,” der gibi olanca güzelliği ve zenginliğiyle sunuyor. Evliya Çelebi burayı, “Her gece kaz ve kuğu sesinden, kanat şakırtısından Manyas sahrası titrer” diye anlatmış.
Nasılsa korumayı düşünmüş olduğumuz, bu neredeyse kutsal yaşama alanında doğayla bütünleştiğimizi görüyor, onun bir parçası olduğumuzu anımsıyoruz.
Bir tek şey: Örtülü, bitkilerle iyi kamufle edilmiş camekânı andıran tünelimsi yollarla bu kuşları yakından görmek/göstermek mümkün olamaz mı?
Gönen’i ilk olarak 1990’da gördüm. Ömer Seyfettin Ödülleri nedeniyle düzenlenen tören ve gece müthişti. Yıldız Otel’in salonunda bin kişi vardı ve o gece Gönenliler’in harmandalı oynayışlarındaki hava beni gerçekten pek etkilemişti.
Sonra defalarca gittim Gönen’e. Hemen her defasında, ilk uğrağım, ilk gerçek öykücümüz Ömer Seyfettin Anıtı oldu. Bildiğiniz gibi, Ömer Seyfettin, ünlü And öyküsüne “Ben Gönen’de doğdum” diye başlar. Babasıyla sık sık önünden geçtiği Çarşı Camii’nden, harap şadırvanından, tomrukların yüzdüğü küçük nehircikten, sıcak sulu hamamın havuzundan, her akşam sürülerle mandaların, ineklerin geçtiği tozlu sokaklardan, siyah kiremitli çatılardan, büyük duvarlardan, küçük ahşap köprülerden söz eder. Sonra, Gönen’deki evlerine gelir sıra. Ama bugün, o Gönen’den izler bulmak, hele hele Ömer Seyfettin’in anısını yaşatacak yapılara rastlamak olanaksız. Onların yerinde yeller esmekte ve yerlerini bilenleri bulmak bile sorun.
En güzeli, caminin bahçesinde, şadırvana yakın bir yerde bulunan Ömer Seyfettin anıtını görmek. İşte benim her sefer yaptığım bu. Ancak bu kez beni şaşırtan bir şey oldu. Bu kez anıt yerinde yoktu. Bir süre sağa sola baktım. Beş on metre öteye, yol ayrımına taşınmıştı, yeni bir düzenleme yapılmıştı. Nedenini bilemiyorum ama yadırgadım.
YEŞİL GÖNEN DENMESİ BOYUNA DEĞİL
Gönen içerlek bir kasaba. Anayollardan birinin üzerinde değil. Oraya gidebilmek için Bandırma-Çanakkale yoluna ulaşan ve bir V harfi oluşturan iki yoldan birine, gidiş yönünüze göre önünüze ilk çıkana sapmak ve yirmi beş kilometre kadar gitmek gerek.
Gönen, bir düzlüğe kurulmuş, ortasından adıyla anılan çayın aktığı eski bir yerleşim merkezi. İlçenin merkezine yakın kesimler ve kuzey bölümü ovalarla kaplı. Güneye doğru gidildikçe yükseltiler ve dağlar başlıyor. Gönen Çayı, Susurluk Çayı’ndan sonra Güney Marmara’nın ikinci büyük akarsuyu. Ovayı sulayarak geçer ve ona bolluk bereket verir. Gönen Ovası’nda önemli ölçüde çeltik ekilmesinin nedeni, onun sularının bolluğu. Sarıköy Ovası, çeltik üretiminin beşiği. “Gönen Baldosu”, dillerde yaratılan bir marka gibi. Modern araçlarla tarım yapılan Gönen Ovası’nda çok çeşitli sebze, meyve, endüstri ve yem bitkileri yetiştirilmekte.
Gönen’in “Yeşil Gönen” diye anılması boşuna değil. Dağından ovasından belik belik sular akıyor. Ortalık sanki her dem yeşil.
Gönen’de hayvancılık eskiden beri başta gelen üretim alanlarından biri. Koyun ve sığır yetiştiriciliği yoğun bir biçimde yapılan Gönen’in bütün kırsal alanlarında hayvan sürülerine rastlamak mümkün. Süt ürünleri ve peynirinin ününü duymayan yok gibi.
Bunun yanında Gönen, son zamanlarda kimi sanayi yatırımlarına da sahne olmakta. Özellikle çok sayıdaki çeltik fabrikasıyla bu alanda bir öncülüğe sahip.
HÖŞMERİMİN TADI OYALARIN GÜZELLİĞİ
Balıkesir çevresinde bazı başka yerlerde olduğu gibi, hayvancılığın ve süt ürünlerinin merkezi Gönen’de de, taze peynirden yapılan bir tatlı olan höşmerimin tadı bir başka.
Yolunuz Gönen’e düşerse, peynir ve süt ürünlerinin yanı sıra, höşmerimin tadına da mutlaka bakmalısınız.
Gönen kadınları boş durmayı sevmez. Ellerinde tığlar, oya örüp dururlar. İğne oyacılığı bu ince el işlerinin en zoru ve insanı hayran bırakanı. Göz nuru elişlerini satanlar son zamanlarda arttı. Artık salı günleri ilçede “Oya Pazarı” bile kurulmakta. Kaplıcalara gelenler ve meraklıları Oya Pazarı’ından göz nuru oyaları almakta, bu da ilçe için yeni bir gelir olmakta.
Yalnız iğne oyacılığında değil, çeyiz ve ev tekstil ürünlerinde de zengin bir çeşitlilik sunuyor Gönen. Bu işe, uluslararası bir fuar düzenleyecek kadar büyük bir ciddiyetle de sarılıyorlar.
MODERN KAPLICALIK ANLAYIŞI HAKİM
Gönen tarihten beri kaplıcalarıyla ünlü bir yer. Pek çok hastalığa çare olduğu belirtilen bu kaplıcalar, geçmişten bugüne insanların ilgisini çekmiş. Termal otelleriyle bu alanda bir öncü Gönen. Kaplıcaları sayesinde Gönen’de turizm hayli canlı. Romatizma, boyun ve bel fıtığı, eklem ağrıları, lumbago ve siyatik gibi rahatsızlıklar için çare olarak gösteriliyor Gönen Kaplıcaları’nın suları.
Yıldız Otel başta olmak üzere, Yeşil Otel, Güneş Otel ve Park Otel, bir anonim şirket olan Kaplıcalar İşletmesi’ne bağlı olarak, yetmiş dönümlük bir parkın yeşilliklerine bakan düzenleme içinde modern ve tam bir hizmet veriyor. Sosyal ve kültürel çalışmalar, eğlence mekânları, spor tesisleri çağdaş bir turizm anlayışının ürünü olarak insanımızın emrinde. Yerleşik, sıkıcı, kapalı bir kaplıca anlayışı burada çoktan terk edilmiş.
Kış dinginliklerinde bir süre için bu köşeye çekilmek sağlıklı günlere götürebilir sizi. Ayrıca, su başları, ta Büyük İskender’den kalma köprüsü başta olmak üzere irili ufaklı köprüleri, kaleleleri de dikkatinizi çekebilir. Saklı güzellikler, en çok doğada bulunmaz mı?