Güncelleme Tarihi:
‘‘Büyükannemin kara kahvede gördükleri,
Elimde okudukları hep mutluluğu müjdeliyor.
Kızıl bir gelinlik, senin gibi biri.
Ve senin Kürt prensesin
Sana sadık kalacağına yemin ediyor.’’
Sarı saçlı, masmavi gözlü insanların arasından ona yaklaşıyorum.
CD mağazasının içinde dev gibi bir poster.
O, kapkara kocaman gözleriyle sanki bana bakıyor.
Yüzünü çevreleyen upuzun, simsiyah saçları çok tanıdık.
Gözgöze geliyoruz.
Ortak bir şeyler var bizi yaklaştıran:
Sapsarı, dev gibi insanların dünyasında küçücük, kara saçlı, kara gözlü iki kız.
Ana dili gibi İsveççe konuşan, Abba dinleyen, yüzünde kaybolmuşluk ifadesiyle hayat boyu oradan oraya savrulmaya hazırlanan iki küçücük kız.
Rüzgárın sürüklediği başıboş, titrek yapraklar gibi bugünlere gelmişiz, büyümüşüz ve şimdi sürüklenmeye başladığımız yerde, Stockholm'de karşı karşıyayız.
Bu duygularla kabaran yüreğim, bana ulaşan yumuşak sesiyle neye uğradığını şaşırıyor.
Mükemmel İngilizcesiyle CD mağazasında yankılanıyor sözleri:
‘‘Grandmas sight in black coffee
Or read my palm, just say that I'll be happy
Wedding dress in in red, someone like you.
And your Kurdish princess
Swears you to be true.’’
İsveç'in o buz gibi ortamında sımsıkı yapışmış köklerine Dilba.
Peki tek gerçek bu mu?
Hayır. Çünkü tek kimliği bu değil Dilba'nın.
Ülkesinin dışında büyümüş hiç kimsenin tek bir kimliği yok.
Olamaz da.
Biz, birçok farklı kimliğe bir anda sahip olmuş, tüm bu kimlikler arasında debelenip bunlarla ne yapacağını bir türlü kestiremeyen çok kişilikli çocuklar olarak yetiştik.
Hiçbir yere ait olmadık ama aynı zamanda her yere aittik.
Birçok lisan öğrendik.
Her dilden ve dinden arkadaşlarımız oldu.
Tüm bunlar bizim için bir zenginlikti ama aynı anda da içimizde hiçbir zaman yok olmayacak bir boşluk, kapkara bir nokta yarattı.
‘‘Dünyayı değiştirebileceğime inanıyorum kimi zaman. Bazen de kendimi hiçbir yere ait olmayan küçük bir kız gibi hissediyorum. O zaman da tüm dünyaya ‘‘canınız cehenneme’’ demek geliyor içimden,’’ diyor Dilba, ‘‘Hannes’’ adlı dergideki röportajında.
İşte asıl gerçek bu.
Kocaman bir güven ve kendini beğenmişlikten küçücük bir böceğe dönüştüren duygu karmaşası içinde, bazen ne yaptığını bilmeden varolmaya çalışan kaybolmuş çocuklar.
Karanlıkta, el yordamıyla en doğru yolu bulmaya çalışan çocuklar.
Bu çocuklar sonunda yolunu buldu, ama hálá duygu uçurumlarında bir koşuyor, bir emekliyor, bir sürükleniyor, bir düşüyor.
Bu çocuklar biziz.
Sapsarı bir dünyada çiçek açmaya çalışan kumral çocuklarız.
Peki Dilba'yla tek farkımız?
O Kürt, ben değil.
Eee, sonra?
Başarısız olmak istiyorsanız, bu yazıyı mutlaka okuyun
Bazen hayatımızla, işimizle ilgili her şeyi doğru yapmaya uğraşırız, ama ne yaparsak yapalım bir türlü bunu başaramayız.
Sanki bir şeyler sürekli aleyhimize çalışır.
Hiçbir şeyi yerli yerine oturtamayız ve bunun nedenini bir türlü anlayamayız.
Çünkü gereken her şeyi yapmışızdır ama başarı bir türlü kapımızı çalmaz.
İşte o zaman dönüp kendimize bakmamız gerekir.
New York Üniversitesi'nin profesörlerine göre bazen biz, kendi kendimize en büyük düşmanlığı ediyoruz.
Başarıya giden yolu açacak tüm anahtarlar elimizde dahi olsa, birçok engel çıkarıyoruz. İşte NYU bu yıl, bizi başarısızlığa iten nedenleri anlamaya ve düzeltmeye yardımcı olacak ‘‘10 Ways to Sabotage your Career and your Life and how to Avoid them’’ (Kariyerinizi ve Hayatınızı Sabote Edecek 10 Şey ve Bunlardan Kaçınmanın Yolları) adlı dersi programına aldı.
Sözü geçen 10 madde şunlar:
1. Aşırı sevgi ve onaylanma ihtiyacı
2. Mükemmelliyetçilik
3. Tam kontrol isteği.
4. Çok fazla şey istemek ve beklemek.
5. Bazı şeyleri abartarak dünyanın sonu gelmiş gibi davranmak,
6. Sürekli kendini suçlamaya ve eleştirmeye eğilimli olmak.
7. Başkalarına karşı iki yüzlü bir tutum sergilemek.
8. İşini sürekli ertelemek.
9. Risk almamak.
10. Aşırı endişe.
Uzmanlar, yukarıda saydığımız hususlardan herhangi birine ya da daha fazlasına sahip olanların mutlaka bu derse katılmaları gerektiğini söylüyorlar.
Bu huyların düzeltilebileceğini ve bunun sonucunda başarıyı mutlaka yakalayacağımızı düşünüyorlar.
Aslında bu dersi almak da şart değil.
Bunların farkında olmak dahi, hayatımızda birçok şeyi değiştirecektir.