Güncelleme Tarihi:
Çocukluk travması yaşayan ya da boşanmış aile çocuklarının arasında özel bir bağ olduğuna inanıyorum. Binlerce insanın arasından tek kelime bile etmesine gerek kalmadan kimin böyle bir dram yaşadığını pat diye bulabilirim.
Çocukken ne kadar çok acı çekersen büyüyünce bir o kadar güçlü oluyorsun. “Daha kötü ne gelebilir başıma?’ düşüncesinden mi, artık ruhun bağışıklık kazanmasından mıdır bilemiyorum. Bildiğim tek şey birinin yüzüne bakınca çocukluğunu görebiliyor olmam. Çok konuşan, çok gülen, umursamaz, yaratıcı, garip ve dengesiz insanların genellikle büyük travmaları var geçmişlerinde. Aile kavramının yitip gitmesi çocukta yaratıcılığı geliştirip diğer insanlardan soyutluyor. Kendini bir yere ait hissetmiyor, sürekli taşınmak zorunda kalıyorsun. Birine ait hissetmiyorsun kendini, hep terk edilme korkusu yaşıyorsun. ‘Gidecek, aldatacak, sevmiyor, sevmeyecek, soğuyor, uzaklaşıyor’ derken kafanın içinde tek güzel kelime geçmiyor, en güzel anlarda bile bir yerde şüphe seni esir alıyor. İlişkini zedeliyorsun, hatta arkadaşlık ilişkilerini bile tam anlamıyla kuramıyorsun. Çok komiksin, çok cana yakınsın, çevrende onlarca kişi var ama hep bu kişiler değişiyor. Yitip giden arkadaşlıklarına ne olduğunu sorsan, sen bile cevabını veremezsin ama bir süre sonra kendini kapatıyorsun.
Her yıl gelenekselleşmiş bir karakter oturtma, kendini bulma dönemi oluyor. Bu dönemde milyonlarca karar alıyorsun, baştan aşağı yeni gardırop düzüyorsun, tarzını bulduğunu sanıyorsun ama bir sene sonra bu halinden de sıkılıyorsun. İnsanın kendinden sıkılması kadar kötü bir şey var mı? Kendine tahammülü olmayan insan başkasına nasıl katlanabilir ki? Anlayacağınız bu aile yapısı bozuk yetiştirilme tarzının çocukluğu gibi yetişkinliği de berbat. Sanırım o yüzden annesine ailesine bağlı adamlar buluyor, kendimce onların düzgün olduğunu düşünüyor, ileride iyi bir baba olacağı kararına varıyorum. Üstelik fakında olmadan. Adamla tanışırken “Anangiller nasıl? aileni sever misin? En son kavganız neden olmuştu?” demesem de eşşek kadar herifin anasının dizinde yaşaması garip bir mutluluk veriyor.
KENDİNİ HÂLÂ TELEVOLE’DE GÖREN BİR KIZ BABASI
Tüm bunları Deniz Akkaya ve Efe Önbilgin’in kızları için yaptıkları tartışmayı izlerken düşündüm. Kavganın gidişatının çirkinliği dışında, bir annenin kızı için bu kadar uğraşması sanırım bir benim gözümü doldurmuştur. Bir de bizimkilere bak! Büyük ihtimalle kendi koyduğu adımı bile hatırlamıyordur annem. Boşanma davasında da annemden yana “Çocukları sen al, ben almam hepsine bakmam.”, “Büyüğü ben alayım bari. Yaz tatillerinde al ama başımdan” gibi tartışmalar dönmüştü.
Deniz Akkaya’nın anneliğini sorgulamak bana asla düşmez ama Efe Önbilgin (Allah bütün kadınları ondan ve testislerinden korusun!) ne olursa olsun bir ‘kız babası’ gibi davranması gerekirken hâlâ kendini Televole’de görmesi, haksızlığını bastırabilmek için karşı tarafın alakasız açıklarını ortaya koyması, o yırtıcılık, kendini savunurken verdiği zararlar çok çok çok kötü. Deniz Akkaya’nın davasını kazanıp, kızını kendi büyütmesi en hayırlısı olacak. Büyük ihtimalle küçük kız bu olaylardan etkilenecek ve o da ileride çocukluk travması yaşayan insanları bir bakışta tanıyacak. Kulübe hoşgeldin Ayşe! En az zararla bu olayları atlatman dileğiyle...