Güncelleme Tarihi:
MELİKE İPEK YALOVA
Bir Özpetek filminde bardak bile taşısam yeter
Balıkçıda keşfedilmeden önce ne yapıyordunuz?
- Çok yakın bir arkadaşımla ortak, düğün ve davet organizasyon şirketimiz var. Ofisimiz İstanbul Bebek’te. Aslında öğle yemeğine dışarıya çıkma âdetimiz yok. Arkadaşım ogün inatla “Çıkalım” dedi. Ofisin karşısındaki balıkçıya gittik. Oyuncu Mehmet Günsür ve senarist Meral Okay ile yemek yiyen yönetmen Nermin Eroğlu gelip kartvizitini verdi, “Seni çok beğendim, görüşelim” dedi.
Böyle keşfedilmeyi bekliyor muydunuz peki, oyunculuk var mıydı idealinizde?
- Hayır tabii ki! Ama oyunculuk herhalde biraz genlerde var. Okul tiyatrosunda rol almıştım. ABD’ye gitmeden önce de CV’me yazabilmek için bir TRT dizisinde görünmüştüm. Malum orada sosyal aktivitelere katılmış olmak önemli. Ama bir ajansa kaydolmayı düşünmedim hiç. İdealimde de yoktu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler’den sonra Roma La Sapienza Üniversitesi’nde uluslararası politikalar ve kriz yönetimi master’ı yaptım.
Niye eğitiminizi aldığınız meslekleri tercih etmediniz?
- Diplomatlığı düşündüm ama yurtdışında yaşamak istemedim. Çünkü ülkemi ve insanlarını çok seviyorum. ABD’de, İtalya’da kaldım ama kendimi oralara ait hissetmedim. Türkiye’de bir olay olduğunda kilometrelerce uzakta kalma hissi beni rahatsız ediyor. Her dönüşümde toprağı öpme hissiyle dolardım. Türkiye’de başınıza bir şey gelse tanıyan tanımayan “Bacım, n’oldu” diye koşturur, yurtdışında bunu çok fazla bulamıyorsunuz. Ayrıca benim birinden emir alabilmem için ona çok hayranlık duymam lazım ki o işi sürdürebileyim ve işe yarayabileyim. Kendi şirketimizi kurup böyle özgür olmak istedik.
Dizide de emir alıyorsunuz!
- Yağmur (Taylan) Hoca’ya da Durul (Taylan) Hoca’ya da hayranım. Bu hayranlık nedeniyle de ödüm kopuyor ikisinden de. Tansu Çiller’e dönemin Genelkurmay Başkanı’nın dediği gibi; “Tak diyorlar, şak yapıyorum.”
Kamera sevmiş görünüyor sizi. Asıl yapmanız gereken iş buymuş gibi geliyor mu size?
- Bu aralar öyle geliyor, evet. Çalıştığım insanlar bu işin eğitimini almadığımın farkında, bana çok tolerans gösteriyorlar. Bu sayede dublaj hariç, çok zorluk çekmedim. .
Aileniz, arkadaşlarınız ne diyor?
- Ailede bir şey değişmedi. Onu getir, bunu yap, şunu yap, uyan... Annem ve en yakın arkadaşlarımdan hâlâ fırçayı yiyorum. Genelde merhametli davranıyorlar yorum yaparken.
Sokakta tanınma durumu başladı mı?
- Biraz. Tanıyanlar iyi dileklerini iletip gidiyor. Gerçi çok fazla gezmeyi tozmayı sevmem. Çekim bitince doğru eve geliyorum. İspanyolca ezber çok vaktimi alıyor. Yağmur Hoca ilk görüşmede, “Ezberin tam gel” demişti. Ezberden arta kalan zamanlarda uyuyorum. Beni sadece markettekiler görüyor. O kadar komik kılıklarla iniyorum ki markete onlar da konduramıyordur. Ama sonuçta bu da bir iş, bir de patronunuz var. Onu mutlu etmek için çalışıyorsunuz ki siz de mutlu olasınız. Olay bu kadar basit.
Fransızca, İngilizce, İtalyanca üzerine İspanyolca mı öğreniyorsunuz?
- Şimdiye kadar da bol bol hakaret sözü öğrendim. Çok barbarsınız, çık dışarı, bırak beni... Filmde genelde İtalyanca konuşuyorum.
Isabella Fortuna karakterine alıştınız mı?
- Biraz şirret (gülüyor). Sürekli şikâyet etme halinde. Ama alıştım. Ara sıra “Sen prensessin, onu itemezsin. Nedimenle mesafeli ol” gibi yönlendirmelere ihtiyacım oluyor.
Daha önce izler miydiniz bu diziyi?
- Çok fazla dizi izleyemiyorum çünkü sürekli takip edemiyorum. Ama ‘Muhteşem Yüzyıl’ öyle bir dizi ki etrafımdaki herkes izlediği için, izlemeden bile nasıl olduğunu biliyordum zaten. Önceki bölümleri senaryoyu aldığımda izledim. Kendini hiç tekrarlamayan bir diziymiş. Bir bölümünü kaçırınca dünyanız kararmıyor.
Bundan sonra hayatınızın akışını bu iş mi belirleyecek?
- Diğer işime de devam ediyorum, o benim çok keyif aldığım bir iş. Ama bu işte plan yapabilmem için önce Yağmur ve Durul hocalardan ‘aferin’ almam lazım ki önümü görebileyim.
Dizi 22 ülkeye satılmış. Hollywood kapılarının yakın olduğunu düşünüyor musunuz?
- (Gülüyor) Benim için şu an tek yakın olan, bu işi başarıyla bitirmek. Hollywood’u düşünmedim ama Ferzan Özpetek’in filminde bardak bile taşısam mutlu olurum.
YÜKSEL YALOVA
Yönetmen olacaktım Atıf Yılmaz yüzünden bakan oldum
Melike’nin rol aldığı ilk akşam eski bakan Edip Safter Gaydalı aradı; “Sen kendini oyuncu sanmaya devam et, boynuz kulağı geçmiş” dedi. Tarifsiz bir sevinç. 1972’de Çine Lisesi’nde Şükran Güngör’ün yeğeni Yalçın Dinçer’in sahneye koyduğu ‘Deli İbrahim’de Sadrazam Kara Mustafa Paşa’yı oynamıştım. O rol vasıtasıyla girdim konservatuvara. Şimdi kızım da bir Osmanlı dönemi filminde oynuyor. Gözümün önünden Kenter Tiyatrosu, TRT’nin tek tabanca olduğu yıllarda Münir Özkul’la ‘İbiş’in Rüyası’, Aydın Kültür Sanat Derneği Başkanı’yken yetiştirdiğim ilk öğrenciler geçti. Konservatuvar üçüncü sınıfta, bir yandan da İstanbul Hukuk devam ediyor, Atıf Yılmaz’ın asistanı olmak istedim. “Hukuk fakültesini bitir öyle gel” dedi. Aradan yıllar geçti. Milletvekilliği, bakanlık, meclis başkanvekilliği yaptım. Bir gün yemekte “Beni asistan yapmadın, başıma bu işler geldi. Oysa şimdi ne güzel ünlü bir yönetmen olacaktım” dedim. “İsabet olmuş, iyi ki öyle demişim” dedi. Sinema, dünyanın en güzel işlerinden biri. Sevdiğiniz işi yapacaksınız, inanacaksınız ve çok çalışacaksınız. Melike inanılmaz disiplinli ve çalışkan. Bir avantajı da yıllardır birkaç dille dünyaya bakıyor. Ben de siyaset bilimi ve anayasa hukuku doktoralı biri olarak, onun üniversitede hazırladığı tezleri, ki Sapienza’daki tezi PKK üzerinedir, birçok doktora tezinden çok daha kaliteli bulurum. Dizideki disiplini de gerektiği gibi ama başarısını seyircisi ve uzmanlar değerlendirir.