Kozak’ın gizli lale bahçesi

Güncelleme Tarihi:

Kozak’ın gizli lale bahçesi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 29, 2013 00:00

Madra Dağları’nın yükseklerinde, çam ormanlarıyla çevrili Kozak köyleri çam- fıstığı üretimiyle meşhur. Mart, nisan aylarında ise değerli kuzugöbeği mantarı toplanıyor bu bölgede. Bir pazar günü kuzugöbeğinin peşinde, Kozak köylerinden Demircidere’ye yolum düştü. Ormanın derinlerinde yabani lalelerin açtığı cennet bahçesini andıran bir bağa rastladım.

Haberin Devamı

İlkbaharda Ayvalık pazarını gezmek büyük zevk. Haftanın son gününde kurulan köylü pazarı yenilebilir yaban otlarını merak eden, yeni türler öğrenmek isteyen büyük kent ahalisi için gerçek bir keşif sahası. Kazdağları’nın, Madra Dağları’nın yükseklerindeki köylerden gelen kadınlar tezgâhlarında yörelerinin doğal zenginliklerini sergiliyor.
İki hafta önce yağmurlu bir günde yolum Ayvalık pazarına düştü. Tezgâhlar körpe enginar, iç bakla, bezelyelerle dolmuştu. Gezerken Bergama köylülerinden Zümrüt Hanım’la tanıştım. 80’ine merdiven dayamıştı. Ve uzun yıllardır bu pazara baharda ot getirdiğini söylüyordu. Yere serdiği çuvalın üstüne şevketi- bostan ya da yöredeki adıyla sarıkızları, ebegümecileri tepeleme doldurmuştu. Ardından yabani kuşkonmazla karşılaştım ilk kez. O da Bergama taraflarından geliyordu. Kabuklu badem aldığım esnafla sohbet ederken pazarda bu mevsimde nadide kuzugöbeği mantarı da satıldığını öğrendim. Satıcısını, ücra bir köşede buldum. Kazdağları’nın bir yaylasından geldiğini söyleyen köylü kadın “Tüccarlar kuzugöbeğini köylerden toplayıp ihraç ediyor, bu nedenle bulmak zor. Pazara iki kilo getirdim, hemen satıldı” dedi. Kilosunu 30 TL’ye sattığı mantar Avrupa’ya çok yüksek fiyatlara ihraç ediliyor, kurutulduktan sonra ise fiyatını neredeyse 10’a katlıyordu.

Haberin Devamı

BÜLBÜLLERİN AŞK ŞARKISI

Bu konuşmadan yaklaşık iki saat sonra mantar meraklısı dostlarımla otomobile atlayıp kuzugöbeği mantarını, yetiştiği dağlarda görmek, fotoğrafını çekmek için yola koyulmuştuk. Kazdağları yerine, Ayvalık’a daha yakın olan Madra Dağları’na gidiyorduk. Kozak Yaylası’ndaki Demircidere’den bir gönüllü rehberimiz vardı. Edremit yolundan ayrılıp dağlara vurduktan yaklaşık yarım saat sonra göz alabildiğine uzanan çam ormanlarına girmiştik. 25 kilometrelik yolun önemli bölümü ormanlardan geçiyordu. Balıkesir-İzmir il sınırının hemen ardından Demircidere çıktı karşımıza. Köylüler yakındaki Madra Barajı’nın nemlendirdiği ormanlarda marttan itibaren kuzugöbeğinin çıkmaya başladığını, iyi bir sezonda 100/120 kilo mantar toplayıp yaklaşık 3 bin lira kazandıklarını söylüyorlardı.
Köyün karşısındaki tepelerde, çamların altında yürüyüşe çıktık. Beş mantar avcısı, toplam 10 göz ilk yarım saatte hiçbir şey bulamadı. Oysa rehberimiz geçen yıl bu bölgeden sepet sepet mantar topladığını, ormandan hiç boş dönmediğini söylüyordu. Havanın kararmasına sadece iki saat kalmıştı ve dönüşü de hesapladığımızda zamanımız kısıtlıydı. Yağmurlarla yeşeren orman zemini yemyeşil çimler, beyaz çiçeğe bürünmüş ladenler ve zarif, küçük kır çiçekleriyle kaplıydı. Ormanın içinden küçük pınarlar akıyor, şırıltıları ancak yakınlarına gelince duyuluyordu. Ağaçlar seyreltildiği için uzağı görmek mümkündü. Buna karşın dalların tepesinde tüm güçleriyle aşk şarkıları söyleyen bülbüllerden hiçbiri görünmüyordu. Öylesine derin, güçlüydü ki ötümleri, bu hançerenin ancak tavuk büyüklüğündeki bir kuşta olabileceğini düşünebilirdiniz. Oysa avuç içine sığacak kadar küçük ve narin kuşlardı bunlar.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55eaa47af018fbb8f88d5deb

NADİDE MANİSA LALELERİ

İlk sinyal ormanın aşağılarında kalan bir arkadaşımızdan geldi. Hemen ardından ben daha önce görmediğim büyüklükte, körpe bir kuzugöbeğine rastladım. Tepe bölümü yaklaşık 15 santimetreydi ve Fethiye’de rastladıklarımın yanında dev gibi kalıyordu. Makarna soslarında, çorbada, et yanında garnitür olarak kullanılan bu mantarın sadece tepesi yeniyor, sapı atılıyordu.
Mantarların peşinde koştururken, telle çevrilmiş bir bağa girdik. Ve cennet bahçesiyle orada karşılaştık. Ormanın derinlerindeki bu gizli bağ, nisanda kuzugöbeği ve lale bahçesine dönüşmüştü. Karın doyuracak miktarda olmasa da göz doyuracak fotojenik mantarlar bizi bekliyordu. Sığırcık yumurtası büyüklüğündeki zarif kırmızı laleler ise yeni patlamış, ilk sürgünlerini çıkarmış bağ kütüklerinin arasında öbekler halinde çıkmıştı. Serpiştiren yağmurla üstlerine düşen damlacıklar, goncaları açılmamış laleleri daha da güzelleştiriyordu. Kimilerinde goncaların alt bölümü sarımsıydı, bunlar nadide Manisa lalesi olmalıydı. Bir yandan yetersiz ışıkta netlik ayarı yapmakta zorlanan fotoğraf makinemle, diğer yandan hızını arttıran yağmurla uğraşırkan, yol arkadaşlarım lalelerden birer demet yapıp, mantarların fotoğrafını çekip çoktan dönüş yoluna koyulmuştu.

Haberin Devamı

Çelebi bakkalın ardından sevgiyle baktım

Dönüş yolunda, ormanın içine adeta gizlenmiş küçük bir mezarlığa rastladık. Telle sıkıca çevrilmiş, kimi taşların üstüne uzun deyişler yazılmıştı. İki yıl önce Kocaeli’nde Hıdrellez’i izlemek için gittiğim köyü hatırladım. Panayırın yanı başındaki mezarlığa girdiğimde, daha önce hiç görmediğim türde uzun ağıtlar yazılmış mezar taşlarıyla karşılaşmıştım. O da Demircidere gibi bir Alevi köyüydü. Vahabi geleneğinin aksine, sevdiklerine ölümlerinden sonra da sahip çıkıyor, mezarları süslüyor, başında mum yakıyorlardı. Fakat ormanın içindeki bu mezarlık çok daha güzeldi. Bizim gibi durmaksızın dörtnala koşturan büyük şehir şaşkınlarını telaşı bir kenara bırakıp, bir ağacın dibine oturup, hayatla ölüm arasında tefekküre dalmaya davet ediyordu...
Şırıldayarak akan küçük pınarlardan, yemyeşil çayırlardan, çiçeğe durmuş ayva ve elma bahçelerinden geçip köye döndük. Meydana doğru yürürken parke taş kaplı zemin dikkatimi çekti. Ardından siyah taşlarla yapılmış desenler. Evet, bu köyde bir farklılık vardı. Diğerlerinden daha düzenli, halkı güler yüzlüydü. Köye girdiğimizde kahvede, yeni yapraklanmaya başlayan büyük çınar ağacının altındaki ihtiyarların nasıl canıyürekten “hoş geldiniz” dediğini hatırladım.
Meydandaki bakkal, dükkânının önündeki küçük sandalyeye oturmuş, etrafı seyrediyordu. 60’lı yaşların başında olmalıydı. Sinekkaydı tıraşlı ve takım elbiseliydi. Biz otomobilimize binerken yerinden kalktı, ağır adımlarla içeri girip dükkânını kapattı. Ne önünde asılı topları ne de kapısı kilitsiz camlı dolaptaki ekmekleri, simitleri içeri aldı. Yaklaşıp “Dolabı kilitlemiyor musunuz” diye sordum. “Acıkan olursa dolaptan ekmeği alır, yer” dedi gülümseyerek. Stresten uzak, müthiş huzurluydu ses tonu. Bu küçük köyün bakkalı, bir pazar günü kaç lira kazanmış olabilirdi ki?
Uzaklaşırken ceketinin cebindeki mantarı açılmış şarap şişesi ilişti gözüme. Vahabilikle sınanan bir ülkenin, bir orman köyünde karşıma çıkan çelebi bakkalın ardından sevgiyle baktım...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!