Koynunun boş veya dolu olması hayatımızın çerçevesidir

Güncelleme Tarihi:

Koynunun boş veya dolu olması hayatımızın çerçevesidir
Oluşturulma Tarihi: Ocak 29, 2006 00:00

Askerdeyken, arkadaşı Ataol Behramoğlu’nu tanıyan Orhan adlı bir çocuk, bir şiir getirir bir gün İsmet Özel’e. O sırada kendisi de askerde olan Behramoğlu’nun, arkadaşına moral vermek için yazdığı bir şiirdir bu. İsmet Özel, mukabil bir şiirle karşılamak ister arkadaşının bu jestini. Ne var ki, askerlikte ’zaman’ diye temel bir sorun vardır. Düşünür ve bulur çaresini.

Revire gidip üç dişini birden çektirir. Bu, üç günlük koğuş izni demektir. Ancak, üç gün yetmez başladığı şiiri bitirmesine. Üçüncü günün sonunda, tekrar revire gidip iki dişini daha çektirir. Önceki üç dişte aranırsa biraz sorun bulunabilir belki ama son iki diş sapasağlamdır. İki dişin sağladığı iki gün yeter şiiri bitirmesine. İsmet Özel şiirine áşiná olanların zihnine kazınan "Yıkılma Sakın" adı şiirdir bu. İsmet Özel, sadece dişlerinden değil, daha pek çok şeyden vazgeçebilecek kadar ciddiye alıyor şiiri. Belki de bunun için günümüz Türk şiirinin en güçlü sesi denildiğinde, aklıma tereddütsüz gelen ilk isim o. Geçtiğimiz günlerde, Özel’in, "Son şiir kitabım" dediği "Of Not Being A Jew / Yahudi Olmamak Üzerine" adlı kitabı Şûle Yayınları tarafından yayımlandı. Kitaba adını veren şiirin bir bölümü, bundan tam yirmi yıl önce Adam Sanat Dergisi’nde neşredildiğinde hiç de hafif sayılmayacak bir gürültü kopmuştu edebiyat çevrelerinde. "John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi" başlıklı şiiri okuduğunuzda ise, İsmet Özel’le aynı yıllarda yaşamış olmanın hem gururunu hem de sorumluluğunu hissediyorsunuz ister istemez. Beylerbeyi’nde, fena halde yağmurlu bir akşam üzeri, İsmet Özel’le, Yahudilikten, yaşlanmaktan, aşktan, ölümden ve dostluklardan söz ettik

62 yaşındasınız, çok yaşamak iyi bir şey mi bir şair için?

- Şairden şaire fark var. Benim bildiğim ileri yaşlarında hálá dişe dokunur şeyler yazan az şair var. Bunlardan biri Ezra Pound. Ben ömrünü şiire bağlamış birisiyim ve dünyanın háli şiir yazma sürecinde bana imkán veriyor.

Bunu yaşa nasıl bağlıyorsunuz?

- Gençlik, en azından fizyonomik olarak, yapabilme dönemi. Dolayısıyla şiir eğer ciddi bir atak ya da ciddi bir atılım anlamı taşıyacaksa, gençlikle bu tavır denk düşüyor. Hayatlarını bilhassa bu şartların mahkumiyetini kırmaya vakfetmiş insanlar, şiirin vaat ettiği şeyler bakımından yaşlanmaktan kötü veya olumsuz etkilenmiyorlar. Ben o insanlardan biriyim. "Yapılacak şeyler artık bizden geçti" cümlesiyle özetlenen duruma yabancıyım.

Yaşlanmanızla barışık mısınız? Öyle mi algılamalıyız bu söylediğinizi?

- Hayır, tam tersine, yaşlanmış olmaktan fevkalade rahatsızım. Zaten onun için yaşlanmaya teslim olmayacağım diyorum ya...

Ölüm korkusu ile ilgisi var mı bunun?

- Ölüm benim gençlik şiirlerimden beri temas etmekten hiç geri durmadığım bir metafor. Sadece metafor değil elbette. Ben aynı zamanda, yıllardan beri Heidegger’in bir sözünü benimseyerek tekrar etmekten hoşlanırım. "Sadece insanlar ölür, diğerleri telef olur." Ölme işi, insan olmakla kopmaz bağlara sahip. Ölmenin hakkını verebilmemiz, ölümün altından kalkabilmemiz lazım. Şiiri kullanarak telef olmaktan kurtulmak mümkün.

Yazdığınız bütün şiirleri aşk şiirleri olarak okumak mümkün aslında.

- Yıllardır tersini söylüyorlar.

Onlar belki de anlayamamışlardır İsmet Özel şiirini. Mesele şu: Her iyi şair gibi kadınlarla sorunlarınız var. Daha ilk şiirinizden başlıyor bu. Nedir kadınlarla probleminiz?

- Ben bunu bir mülakatımda söylemiştim. Kadınların beni sevgili olarak seçmemiş olmaları, rahatsız edici bir şey.

Bütün kadınların öyle mi?

- Elbette. Ama türkünün dediği gibi, "Şeftalinin irisi / Geçti kızlar sürüsü / Sürüsünden fayda yok / Yaktı beni birisi." Tabii ki sürüsünden fayda yok ama o "birisi" nerede?

62 yılda herhalde birkaç tane "birisi" olmuştur?

- İnsan, ömrü boyunca bir muhatap arar. Üstelik, insanlar arasında bunu bulamayacağını bile bile yapar. Ama bu arayıştan vazgeçmesi mümkün değildir. Aranan muhatabın ideali de sevgilidir. İnsan söyleyecek sözünü, sevgilisine söylemek ister. Şairlerin bu türden insani endişelerin en yoğun bulunduğu alanda yer aldıklarını bilmemiz lazım.

Muhatap aradığınızı söylüyorsunuz ama aşkla veya kadınlarla ilgili olarak kullandığınız kavramlar genellikle savaş kavramları. Muhatap bulamamaktan kaynaklanan bir öfke mi yoksa bu?

- Sevişmek ve savaşmak kelimesi niye bu kadar birbirine benziyor? Biz belki de ulaşmak istediğimiz nokta dolayısıyla hem sevişir, hem savaşırız.

Şiirde de söylediğiniz gibi "özlenen bir pişmanlık" mı sadece aşk? Aşka ayırdığınız zamanlara hayıflanıyor musunuz?

- "Özlenen bir pişmanlık diye tarif ederler aşkı sorarsan." Benim mısram bu. Önce aşkın ne olduğunu sormamız lazım, soruyor muyuz bunu kendimize?

O zaman soralım, nedir aşk?

- Pişmanlık dediğimiz şey, keşke olmasaydı dediğimiz şey mi, yoksa ah keşke olsaydı dediğimiz şey mi acaba? Bu paradoksun insanlara bir şey öğretmesi lazım. Kaybeden kazanıyor ancak.

"Savaş Bitti", nefis bir aşk şiiri. Şiirin finali de bunun somut göstergesi zaten: "Artık fitil odam boş / Savaş bitti, koynum boş." Bütün mesele bu mu hakikaten, insanın koynunun boş veya dolu olması mı?

- Değil mi yani? Bunu sembolik anlamda alabilirsiniz ama insanın koynunun boş veya dolu olması hayatımızın çerçevesidir.

YAHUDİLER DİKKATE DEĞER MİLLET

Kitaplarınızdan bilebildiğim kadarıyla, Yahudilerle herhangi bir sorununuz yok sizin.

- Bilakis, çok iyi anlaştığım Yahudiler var. Şunu düşünün ki, iki bin yıl bir davayı yürütmüş olan bir milletle karşı karşıyasınız. Böyle bir millet dikkate değer bir şey.

"Yahudi Olmamak Üzerine" takdir duygularıyla konulmuş bir isim yani...

- Kuşkusuz Yahudiler hem dinlerine, hem milliyetlerine sahip çıkmak suretiyle dünyaya çok büyük bir katkıda bulunmuşlardır. Ama benim kitabıma adını veren şiir, bir tür yakınmadır da. Bizim Türk olarak Yahudilerin performansına ne kadar uzak kaldığımızın yakınmasıdır. Ayrıca, Yahudi olup olmamak, yaşadığımız dünyayı anlayıp kavramak açısından da önem taşıyor.

KIYMETİM BİLİNDİ

Bariz olarak dillendirilmedi ama ben yazdıklarım dolayısıyla yön tayin edici olan birisiyim. Yazdıklarımın bazı çevrelerde satır satır, kelime kelime okunduğunu gayet iyi biliyorum. Bu toplum Ömer Seyfettin’in veya Mehmet Ákif’in kıymetini bilmedi ama İsmet Özel’in kıymetini bildi.

Kırk yaşıma kadar her gün intiharı düşündüm, kırktan sonra değmez dedim

Galiba ilk kez "intihara ayrılmış zamanlar"dan söz ediyorsunuz. İntiharı hiç düşündünüz mü?

- 40 yaşıma kadar hep intiharı düşündüm, ama 40 yaşımdan itibaren insanların intihar etmeye değmeyeceklerini düşünmeye başladım. Bana göre intihar, geride kalanlara yönelik ağır bir suçlamadır. Bu mesajı verebileceğin tıynette insan olmadığını düşününce de intihar etmiyorsun.

Bir tür nihilizm değil mi bu?

- Tam tersine, değer yüklediğin şey bunlar değil. Allah’tan başka hiçbir şeye değer vermemek var bunun arkasında.

40 yaşına kadar ne vardı peki?

- Aynı şey. Bir çıkış sağlayacağını umduğun bir insanla, bir imkánla karşılaşacağını düşündüğün için her gün erteliyorsun intiharını. Daha sonra da, bu çıkışı insanlardan beklemenin saçmalığını kavrayıp yine intihar etmiyorsun.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!