Güncelleme Tarihi:
Bir albüm hazırlığında olduğunuzu duyduk, yaptığınız çalışmadan biraz bahseder misiniz?
- Ünlü söz yazarımız Mehmet Teoman’la birlikte bir albüm hazırlığı içerisine girdim. Bütün sözlerin ona ait olduğu bir albüm olacak. Benim iki bestem, aranjörüm Eylem Pelit’in de iki bestesi yer alacak.
Adınızı oyunculukta duymuştuk, siz müzikle de ilgileniyor muydunuz?
- İlgilenmekten öte, Devlet Opera ve Balesi’nde müzikal oynadım. Pek çok kimse bunu bilmiyor.
Tarzınız nedir?
- Özgün bir sound olacak. Bir de akustik bir albüm olmasına özen gösteriyoruz. Yani albümde ne çalınıyorsa sahnede de o çalınacak.
Ne zaman dinleyebileceğiz?
- Yıl sonunda çıkarmayı planlıyoruz.
16 YAŞINDA AMERİKA
“Küçüklüğümden beri müzikle ilgilenirim” dediniz. Küçükken ne olmak istiyordunuz?
- Şu anda yaptığım şeyi istiyordum.
Hem oyuncu hem müzisyen olmayı yani...
- Evet...
Hiç size “Çocuğum başka bir mesleğin olsun elinde, sen yine sanatla uğraş” demediler mi?
- Hayır. Çünkü annem de bale sanatçısı olduğu için hep destek oldu...
Genelde sanatla uğraşanlar daha çok söylemez mi bunu? Kendi yaşadıkları zorlukları çocukları yaşamasın diye...
- Ben balerin olmak istiyordum ama annem müsaade etmedi. “Hayır balerin olmayacaksın, çünkü ayakların çok büyük” derdi. Ben oturup ağlardım. Buna rağmen dans geçmişim var. 10 yıl kadar dans okudum, müzikal tiyatroda dans eğitimi aldım, baleye de gittim. Yine de istediğimi yaptım aslında. Bu yüzden aileme borçluyum her şeyi. Çünkü küçüklüğümden beri bana her türlü desteği verdiler. 13 yaşındayken onlara “Amerika’ya gitmek istiyorum” dedim, 16 yaşında oradaydım.
Ne yaptınız Amerika’da?
- İki okul bitirdim orada. Önce liseyi okudum, sonra müzikal tiyatroda konservatuvar eğitimi aldım. Harvard Üniversitesi’nin Moskova Sanat Okulu’yla birlikte gerçekleştirdiği bir eğitim programında oyunculuk üzerine master yaptım. Daha sonra çalışma vizesi alamayınca ve Green Card çıkmayınca geri döndüm. 11 Eylül olaylarından dolayı birazcık da kurban gittim. Esasında hiç dönmek istemiyordum ama mecbur kaldım dönmeye...
Hiç pişman oldunuz mu peki?
- Hiç olmadım. Aksine, “İyi ki de gelmişim” diyorum. Hatta oradayken “Nasıl bana çalışma vizesi vermezler” diye dava açmıştım. Avukatım vardı. Son olarak evlenmem gerekiyordu, ben de döndüm. Sonuçta kolay olmadı, 26 yaşına kadar orada yaşadım, oranın sistemine ayak uydurdum, İngilizce okudum, İngilizce söyledim fakat burada da tırnaklarımla kazıyıp bir yerlere geldim. Üstelik şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye’deki sistem de çok hızlı gelişiyor. Şu anda beş yıl önceki sektörden çok farklı bir yerde Türkiye.
Bir yanda albüm, bir yanda dizi çekimleri varken kendinize ayırdığınız vakitlerde kafanızı dinlemek için neler yapıyorsunuz?
- Kitap okuyorum, dizi seyrediyorum, yoga ve spor yapıyorum.
En son hangi kitabı okudunuz?
- David Deida’nın “Intimate Communion” diye bir kitabını okudum. Henüz Türkçe çevirisi yok ama gerçekten okunması gereken bir kitap.
Konusu nedir?
- İlişkiler, maskulenite ve feminite üzerine yazılmış, kadınların ve erkeklerin birbirlerini ve kendilerini daha iyi anlayacakları bir kitap. Hepimizin kendi içimizde bir evrim geçirdiğimizi, ilişkilerimizde de böyle yaşadığımızı söylüyor. İlişkileri üç evreye ayırıyor ve herkesin üçüncü evreye ulaşmak için ilk iki evreyi geçirmesi gerektiğini söylüyor. İlk evre bağımlı ilişkiler yaşanan evre. Başkasına tutunup, kendimiz olmayarak yaşadığımız ilişkiler. Bunu geçenler yarı yarıya bir ilişki evresine giriyorlar. “Bugün ben çamaşır yıkıyorsam, yarın sen yıkayacaksın”, “Bugün ben hesap ödediysem, yarın sen ödeyeceksin” gibi bir paylaşıma giriliyor. Üçüncü aşamada ise sevgi var. Bir şeyi karşılığını beklemeden, mutlak sevgi içerisinde yapmalısınız...
Siz ilişki evriminizde hangi aşamadasınız?
- İkinci aşamada diyebiliriz.
30’lu yaşlarınızın başındasınız, hormonlarınız tarafından çocuk sahibi olmanız konusunda baskı altına alınmıyor musunuz?
- Alınmaz mıyım! Çok istiyorum... Hayatımdaki en büyük isteklerden biri bu. Çocuk sahibi olduktan sonra etrafa çok farklı bakacağımı düşünüyorum.
Hayata şimdi nasıl bakıyorsunuz?
- Son olarak Kosta Rika’ya tatile gittim ve orada çok şey öğrendim. En yakın arkadaşım Özlem, San Fransico’da yaşıyordu. Başarılı bir kariyeri varken mutsuz oldu, hiç bilmediği bir yere gitti ve her şeye sıfırdan başladı. Orada organik ürünlerin satıldığı bir kafe açtı. Bu bile başlı başına bir kitaba konu olabilir. Mutlu olacağımız şeyleri yapmalıyız. Hayat ertelemeye gelmiyor.
HAYATIM FİLM ŞERİDİ GİBİ GÖZLERİMİN ÖNÜNDEN GEÇTİ
Kosta Rika tatili nasıl geçti?
- Ufak bir kaza geçirdim ama bunun dışında güzeldi.
Ne kazası?
- Dalgaların hışmına uğradık.
Nasıl oldu?
- Gittiğimiz yerde volkanik kayalar var. Onların üstünde güneşlenecektik. Ben tam arkadaşıma “Hayat ne kadar güzel, maymunlar, Hindistan cevizleri, deniz...” derken çat diye arkadan bir dalga vurdu, beni kayalara yapıştırdı! Böyle hayatım film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Çok boğuştuk orada dalgalarla. Ayağımda derin bir yara açıldı, üç dikiş atıldı. Kendime pansuman yaparken “geçecek” diye telkinde bulunuyordum hep. O dalga sayesinde hayatın aslında sadece ‘bugün’den ibaret olduğunu anladım.