Köşemi manşet atar gibi yazarım

Güncelleme Tarihi:

Köşemi manşet atar gibi yazarım
Oluşturulma Tarihi: Nisan 03, 2011 00:00

Yılmaz Özdil’in 1 Nisan’da Doğan Kitap’tan çıkan ‘İsim Şehir Hayvan’ adlı kitabında, Sabah ve Hürriyet’te yayımlanmış 262 köşe yazısı bir araya geldi. Bu röportaj, kitapla sınırlı kalmadı. Onu dinlerken, gözlerken yazılarının neden bu kadar çok okunduğunu daha iyi anladım.

Haberin Devamı

Zekiydi, hazırcevaptı, alçakgönüllüydü, harbi İzmir delikanlısıydı. Olağanlaştırılan, alıştırılan hangi durum varsa, Özdil’in dilinden kaçamadı. Şıp diye yakaladı, tek cümlesiyle milyonlarca okuyucusunu sarstı. Özdil, 28 yıllık gazeteciliğinde de hep en iyi oldu; bugün de zirvede

Yazılarınızı kitap yapmaya neden gerek duydunuz?
- Okurlarım istedi. Kesip saklıyorlar, biriktiriyorlar; bu da arşivleme problemi yaratıyor. Benim niyetim yoktu. Çünkü ben günde bir yazı yazmaya bile üşenirim.
İlk bölümde köşe yazarları sizi tanımlıyor. Mesela Ertuğrul Özkök, ‘Zekâ küpündeki rengârenk akide şekeri’, Oktay Ekşi, ‘Nükleer enerjinin kâğıda emdirilmiş hali’, Ali Poyrazoğlu, ‘Aziz Nesin’in gözlük cebinden çıkmıştır’ diyor...
- Türkiye’nin en popüler gazetecileri, sanatçıları birbirlerinden habersiz önsöz yazdılar. Elbette benden bahsedeceklerdi ama bu döneme dair saptama yaptılar. Dolayısıyla benimle ilgili söyledikleriyle çok ilgilenmedim doğrusu.
Hoşunuza da gitmiştir. İnsanı okşayan şeyler çünkü. Yazılarınızda toplumcu, doğrucu da olsanız, bireysiniz ve egonuza iyi gelir böylesi övgüler.
- Benim egom cüce. Ama köşe yazarlarının egosu çok büyük. Bazen o egolar yüzünden gazete binasına giremediğimi hissederim. Gazeteyi gazete yapan haberciler geçim sıkıntısı yaşıyor. Ama köşe yazarlarına inanılmaz paralar, odalar veriyorlar. Mesela benim üç tane odam var ama ben oda kullanmam. Sekreterler, altlarına arabalar veriliyor. Köşe yazarları da, acaba ben bunu hak ediyor muyum, duygusuna kapılıyor. Bu duyguyu yenemedikleri için ‘Gazetede ne kadar çok yer kaplarsam o kadar önemli adamım diyor ve daha fazla yer kaplamaya başlıyor. Halbuki bir yazarın gazetede kapladığı yer ne kadar büyükse o kadar değersizdir. Çünkü çok laf yalansız olmaz, diye bir söz var. Sıradan vatandaş eline kalem alıp köşe yazısındaki gereksiz kelime ve cümlelerin üstünü çizip dörtte üçünü atsa, anlamın bozulmadığını görecektir. Bu dörtte üç, yazarın egosudur.

 

Haberin Devamı

GAZETECİLİK MİMARİ İNŞATTIR

Haberin Devamı

Cüce ego tamam ama köşenizdeki dil ve düşünce ustalığınızın başka nedenleri de olmalı.
- Mutfakta yetiştiğim için çok büyük olayları, bir-iki kelimeyle manşete koyma disiplinine sahibim. Köşe yazımı da manşet atar gibi yazıyorum. Çok uzun ama çok sığ, çok kısa ama çok derin yazılar okuyoruz. Vaktim varsa kısa yazıyorum. Vaktim darsa uzuyor.
Cümlelerinizle indirdiğiniz darbeler var. Sözcüklerle ustaca oynama cüretinizi, bilinciniz ve bakış açınızla birleştiriyorsunuz. Bu da okuru sarsıyor.
- Gazeteler edebiyat, hukuk, felsefe tarzı okullardan yetişen arkadaşlar tarafından yapılıyor. Türkçeye dair bir meslek sanılıyor. Oysa gazetecilik matematiktir, mimaridir. Mühendisler gazeteci olsa, Türkiye’nin gazetecilik perspektifi en az 20 çıta yükselir. Sadece Türkçeyi bilmek, edebiyata hâkim olmak analitik düşünmeye yetmiyor.
Ama dilin de matematiği var.
- Var elbet ama salt dil olarak bakarsanız beceremezsiniz. Matematikle özdeşleştirirseniz anlamı olur. Biz sadece Fatih’in, Barbaros’un değil, Nasrettin Hoca’nın, Yunus Emre’nin de torunlarıyız. Fazla uzatmamak lazım.
Geçmişteki yazılarınıza baktıkça, yazmasaymışım, dediğiniz yazılar da oluyor mu yoksa hepsinin altına yine imzanızı atar mısınız?
- Hepsinin altına imzamı atarım çünkü yazılarımı tek başıma yazmam. Yazarım, sonra bilgisini, becerisini, mesleki kariyerini, tecrübesini önemsediğim ağabeylerime, arkadaşlarıma okuturum. Benim önemsemediğim detayı onlar önemsiyorsa mutlaka değiştiririm. Çünkü kendi düşüncem doğrudur diye bir saplantım yok. Tecrübeli bir gazeteci okuduğunda rahatsız oluyorsa, demek ki yaptığım bir hata vardır.
Nasıl bir sıfır kompleks durumudur, okutup danışmak? Ben artık oldum dememek?
- Asistanımdan yanımda çalışan muhabire, Uğur Dündar’dan Hürriyet yazıişlerindeki sayfa sekreterine kadar herkes okur. Uyarıları varsa değiştiririm. Doğrusu bu. Çünkü bu bir iş. Türkiye’de üç işi herkes yapabiliyor: Müteahhitlik, politikacılık, gazetecilik. Dolayısıyla bu bir meslek değil, iş. Aileden geçen bir gelenek, işimi iyi yapmaya çalışırım. Köfte satsaydım en iyi köfteyi, tekstilci olsam en iyi gömleği yapmaya çalışırdım. Kendimize öyle büyük havalar vermemizi gerektirmiyor.
Olgunlaşma sürecinizi görüyor musunuz yazılarınıza baktıkça? Yolculuğun neresindesiniz?
- Hiç kıyaslamadım. Yazılarımı arşivlemem bile.
Kitap sizin için de iyi oldu öyleyse, Yılmaz Özdil almanağı gibi.
- İyi oldu tabii. Fena yazmamışız yani. Hepsini taradığımdan emin değilim çünkü evimde de arşivim yok. AKP’ye teşekkür borçluyum. Memleketi bu hale getirmeselerdi bu kitap çıkmazdı.
Kapak fotoğrafınızdaki melek kanatlı halinizi yadırgadım. Tarzınız değil gibi.
- Ayşe Arman röportajı için Mehmet Turgut çekti. Benim için melek ve şeytan kompozisyonu oluşturmuştu. Ying yang, iyiyle kötü gibi... Kitabın kapağındaki melek kısmı. Şeytanı yok. Kitabın kapağını tasarlayan arkadaş, inanılmaz bir makale yazmış. İki kitap yan yana geldiğinde yarım fotoğraf tamamlanıyor. Meleklinin tercih edilmesi, kapak tasarımına uygun olmasından. Üstelik, adam diyor ki “Bana oy ver, cennete git”. E din tüccarı, cennetin anahtarını satıyorsa, benim da melek olmamda sakınca yok herhalde.

 

Haberin Devamı

GAZETECİ KILIKLI SAHTEKÂRLAR

Hep muhalifsiniz ama germeden, yormadan, üzmeden. Okuyucuya kendinizi onaylatıp içinizi mi rahatlatıyorsunuz?
- Muhalif değilim. ‘Hükümetin şu uygulaması doğru ama sen sadece muhalif karakterin olduğu için buna iftira attın, yalan yazdın, karaladın, hadise senin yazdığın gibi değil’in kanıtını göstersinler; bugün mesleği bırakayım. Ama uygulama berbat olduğu, kamu adına çok vahim sonuçlara yol açtığı halde çok güzel deyip alkışlayan şerefsizler var. Bana ‘Niye muhalifsin’, deneceğine dönüp bunlara ‘Sen niye yalakasın’ demek lazım aslında. Bile bile yanlışın doğru olduğunu yazan gazeteci kılıklı sahtekârlar var.
Hep yanlışların altını çiziyorsunuz diyeyim o zaman.
- Bana diyorlar ki, madem yanlış yaptık, doğrusunu göster o zaman... Doğrusu zaten o yazılarda yazıyor. Üstelik, benim böyle bir iddiam olsa, milletvekili olurdum. Siyasete giren, milletvekili olan, çözeceğim diyen sensin.
Hep böyle gidecek mi, hiç hayal kurmaz mısınız kendi hayatınız için?
- Hayalim yok. Beş sene önce de 20 sene önce de yoktu. Üniversitede okurken çalışmam gerekiyordu. Babam Yeni Asır’da olduğu için torpil yaptı, sigortalı işe girdim. Hepsi bu. DPT’nin beş yıllık kalkınma planı gibi duyguya hiç kapılmadım, asla gazeteci olmak istememiştim. Hâlâ da istemiyorum. Yarın bırakmak beni üzmez. Gazetecilikle ilgili hedefim, amacım yok. Ama Allah’ın şanslı kuluymuşum, yazıişleri müdürü de genel yayın müdürü de oldum. Gazete de yaptım, televizyon da yönettim. Hayatımız, hesap edemediğimiz milyarlarca kesişmeden oluşuyor. Benden daha iyi eğitimli ve yetenekli arkadaşların gazetecilikte şansları olmadığı için başarısız olduklarını gördüm. Geri zekâlı arkadaşların şansı olduğu için çok iyi makamlara oturduğunu da...
Kitabınız çok satacak. İmza günleriniz de olacak. Yoksa İzmir’den mi başlayacaksınız?
- Kadınların ikinci sınıf olduğu bu ülkede, Doğan Kitap’a toplantı için gittiğimde gördüm ki üst yönetim tamamen Amazonlardan oluşuyor. Şaşırtıcı ve onur verici bir tablo. Sağ olsunlar, bana çok sahip çıkıp özendiler. İmza günleri düşünüyorlar ama ben kaçıyorum. Sanırım 17 Nisan’da İzmir Kitap Fuarı’nda olacağım.
Kitabınızın adı, çocukluğumuzun oyunu gibi: ‘İsim Şehir Hayvan’. Neden?
- İsim şehir hayvan, popüler kültürümüzün temel taşıdır. Dandik eğitim sistemimizde insanlarımızın bilgi açlığını gidermek için kendi kendine bulduğu oyundur. Türkiye’nin ruhuna uygun. Eğlenceli bir ülkede yaşıyoruz, kitabın ismi de oyun olsun dedim. Bir daha kitap yazarsam, ‘Sessiz Film’ düşünüyorum.

Haberin Devamı

Mehmet Turgut benim için melek ve şeytan kompozisyonu oluşturmuştu. Kitabın kapağındaki melek kısmı. Meleklinin tercih edilmesi, kapak tasarımına uygun olmasından. Üstelik, adam diyor ki “Bana oy ver, cennete git”. E din tüccarı, cennetin anahtarını satıyorsa, benim da melek olmamda sakınca yok herhalde

 

DÜNYANIN EN SEKSİ KENTİ İZMİR

Filler gibi ölmeye İzmir’e gitmek isterim. Ama İzmir’den hiç uzak kalmadım aslında. Sık sık giderim. Türkiye’den sıkıldığım zaman mutlaka İzmir’e giderim. İzmir’i sadece İzmirli olduğum için sevmiyorum Diyarbakırlı, Malatyalı olsam da İzmir’i severdim. İzmir dişi bir kent. İzmir’le sevgili olabilirsiniz. Kadınlar için de çok yakışıklı bir delikanlıdır İzmir... 6 bin yıllık şehirdir, dangozlar Yunanca zanneder. Aslında Smyrna Hitit prensesidir, Anadoluludur.

Haberin Devamı

HÜRRİYET ÇOK BÜYÜK BİR LOGO

Bana kaç mail, telefon geliyor, bunu söylemeye utanırım. Bu bir güçse, bu gücün kaynağı Hürriyet. Sabah’ta, Star’da yazdım ama Hürriyet çok büyük bir logo, üçüncü sayfası çok büyük bir marka. Çetin Altan, Rauf Tamer, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun bu köşede yazdı. Bu bir binaysa, benden önce gökdelen haline getirilmişti. Bana çatıya oturmak kaldı. Benden sonra üçüncü sayfada yazacak kişi, benden fazla
okunacaktır.

 

ANNEMLE BABAM KARDEŞ

Annemin kitabını yazmayı düşünüyorum. Adı ‘Şark Çıbanı’ olacak. Yanağında şark çıbanı olan dünyadaki tek Giritli herhalde benim annem. Yüzündeki izi o da biz de çok seviyoruz. Annem o izi yanağında Kaşıkçı Elması gibi taşıyor. Anneannem, mübadelede Girit’ten göçüyor. Mustafa Kemal Antep’te toprak veriyor. Annemin Bursalı babası da Diyarbakır’da, Karayolları’nda görevli. Antep’te anneannemi görüp beğeniyor. Evleniyorlar. Dedem, görevi gereği Mardin’deyken annem dünyaya geliyor. Çocukluğunda çeçe sineği ısırıyor, şark çıbanı çıkıyor. Deniz insanı oldukları için oralarda yapamıyor, İzmir’e gitmek istiyorlar. Dedemin görevi nedeniyle olmuyor, boşanıyorlar. Anneannem annemi alıp İzmir’e, Giritlilerin yanına geliyor. Babamın babası Aksaraylı, babaannemle boşanıyor, oğlunu alıp İzmir’e geliyor. Tesadüfen dedem ve anneannem, aynı mahallede oturuyorlar. “Sen dulsun kızın var, sen dulsun oğlun var. Böyle olmaz, evlenin” diyorlar. Evleniyorlar. Dolayısıyla babamla annem, bir nevi üvey kardeş. Sonra annemle babama diyorlar ki böyle olmaz, siz de evlenin. Evleniyorlar. İşte bu yüzden annem-babam kardeş!

 

POPÜLÜM ÇÜNKÜ...

Bizim milletin bir hastalığı var, bu her konuya yansır. Gazeteciliğe de yansıyor. Mesela adam köfteci açar, başka şubesi yoktur, der. Başka şubesinin olmaması sanki matahtır. Doğrusu, McDonald’s gibi dünyanın her yerine açmaktır. Ben, popüler olmaya, popüler konuları yazmaya gayret ediyorum. Bana bu yüzden ‘Sen popülistsin’ derler. E, popülüm çünkü. Bana popülist diyen geri zekâlı farkında değil ama o da popüldür aslında.

 

AFİLİ CÜMLELERLE İLGİLENMEM

Sokakta büyüdüm. Türkçe, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir dil. Pek söylemezler ama aynı zamanda konuşulduğu gibi yazılan bir dil. Bizim insanımız, gol attık demiyor da geçirdik, diyor. O nedenle köşe yazısı için oturduğumda bu bağlamda, son tahlilde gibi afili cümlelerle ilgilenmiyorum. Nasıl konuşuyorsam öyle yazıyorum. Bu yüzden Amerikalı, Rus, İsrailli okurlarım var. Onların da anladığı dilden yazıyorum!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!