Kongolu iki erkek kardeş İstanbullu iki kuzenle evlenmişti. Kongo’daki aile, İstanbul’dan gelenlerle genişliyordu giderek.(...) Aleko’nun hareketleri Tolya’yı sinirlendirmiyor, tersine güldürüyordu. O güldükçe Aleko daha fazla tahrik oluyor, daha çok söyleniyordu.Tolya, Alman Lisesindeki arkadaşlarına ‘Kongo’ya gidiyorum’ dediğinde hiçbiri inanmadı. Hatta içlerinden biri ‘Sen Afrika’ya gidiyorsan, ben de Patagonya’ya gidiyorum’ diye alay etti onunla.Çocuklar pek de haksız sayılmazlardı. Çünkü o yılların İstanbul’unda, Avrupa’ya gitmek bile önemli bir olaydı. Kongo’ya gitmek bir hayaldi. İki yıl öncesine kadar Tolya için de Kongo fazla bir anlam ifade etmiyordu. Kongo deyince, balta girmemiş ormanlar, vahşi hayvanlar, yamyamlar ve ‘Tenten Kongo’da’ adlı çizgi roman geliyordu aklına.Tolya ve ailesine Kongo kapılarını açan, ablası Anita olmuştu. Anita’nın İstanbul’da tanışıp evlendiği Zevulun Codron, Rodos asıllı, Musevi bir ailenin oğluydu. Zevulun, Kongo’da doğup büyümüştü.Anita’nın evlenip gitmesi annesini çok etkiledi, kızının özlemine dayanamıyordu. Ceni, çareyi Kongo’ya, kızının yanına göçmekte buldu. Ama eşini ikna etmekte zorlandı bir süre.‘Afrika’larda ne kaybettim ki?’ diye sitem ediyordu Sura karısına. 1923’te, henüz 13 yaşındayken Kırım’dan ailesiyle birlikte göçmüştü İstanbul’a. Yıllarca kumaş imalatıyla uğraşmıştı, üç yıldır da Amerikalıların PX mağazasında levazım kontrol müdürü olarak çalışıyordu.Zevulun, Kolwezi’de ağabeyi ile ortaklaşa işlettiği iki mağazadan birini kayınpederinin yönetmesini istiyordu. Sura, bu ısrarlar karşısında fazla dayanamadı. Kabul etti vatanı bildiği İstanbul’dan ayrılmayı. Ama önce eşi ve oğlu Tolya, Kongo’ya gidecek, oradaki koşulları görecek, Sura birkaç ay sonra katılacaktı onlara. Yoluna koyması gereken işler olduğunu söylüyordu.İSTANBUL’UN KIŞINI BIRAKTI MAYO GİYDİ Tolya, 1964 yılı şubat ayının soğuk bir kış gününde annesiyle birlikte uçağa binerken, yeni bir ülkeye gitmenin heyecanı içindeydi. Ama çok sevdiği İstanbul’dan ayrılacağı için bir burukluk hissediyordu. İstanbul, Tolya için bir kent olmaktan fazla anlam ifade ediyordu. 1947 yılında orada doğmuş büyümüş, yazları Büyükada’nın mis gibi havasını içine çekmiş, kışları Ayazpaşa’daki Giyarmati apartmanında cana yakın ve samimi komşularıyla dostluğu yaşamıştı. Güzel bir çocukluk geçirmişti Tolya.Saray lokmalarını, sucuklu tostları, Polonezköy tatilindeki o enfes kahvaltıyı, Florida gazinosundaki ilk dans müsabakasını ve tabii ilk aşkı olan yeşil gözlü Katy’yi unutamayacaktı. Aradan yıllar geçse de Aya Yorgi, Taksim, Şişli, Beyoğlu,
Balık Pazarı gibi isimler, her duyduğunda sihirli çağrışımlar yapacaktı onda. Tolya, anılarını gözlerinin önünden geçirirken Yeşilköy havalanında lapa lapa kar yağıyordu. Beyaz örtüye baktı son kez.Tolya ve annesi Ceni’nin ilk durakları Atina’ydı. Akşama kadar kenti gezdiler annesiyle. Onları Kongo’nun güney eyaletlerinden olan Katanga’nın başkenti Lubumbashi’ye götürecek Sabena uçağı geceyarısı kalkacaktı. Önce Akdeniz’in, sonra da Afrika’nın üzerinden uçtular bütün gece. Uçak, Uganda’nın Entebbe kentine indiğinde güneş, etrafı ısıtmaya başlamıştı bile. Orada bir saat kadar kaldıktan sonra bu kez asıl hedeflerine, Lubumbashi havalanına indiler. Havaalanı binası bir hangara benziyordu. Ama Tolya’yı asıl şaşırtan, alanın fakirliği değil, tanıştığı kokulardı. Ne aşina olduğu gül kokusuna, ne de Marmara’daki çamların kokusuna benziyordu tropikal bitkilerin yaydığı egzotik kokular. Ancak pasaport kulübesine doğru yürürken aniden uyandı rüyadan. Siyah askerler, ellerindeki makineli tüfekleri ve parlayan gözlerini üzerlerine doğrultmuşlardı. Bu tablo ürküttü Tolya’yı. Afrika gerçeğiyle ilk kez yüzyüze geldiğini hissetti o an. Neyse ki, eniştesi Zevulun pistin başına kadar gelmişti. Pasaport işlemleri birkaç dakikada tamamlandı. Kolwezi’ye gitmeden önce bir gece Lubumbashi’de kalacaklardı. Tolya’nın Viviane ve Janine adlarında Nişantaşılı iki kuzeni birkaç yıl önce Kongo’ya yerleşmişti. Viviane, Zevulun’un ağabeyi Lulu ile evliydi. Kısacası Kongolu iki erkek kardeş İstanbullu iki kuzenle evlenmişti. Kongo’daki aile, İstanbul’dan gelenlerle genişliyordu giderek.Tolya, Ceni ve Zevulun, kırmızı toprak yoldan yarım saat kadar süren bir yolculuk sonrasında Janine’in Lubumbashi’deki villasına ulaştı.Belçika yönetimindeki ihtişamlı dönemini kapattığı sokaklardaki köhneleşmeden farkedilen kentin, Avrupalıların yaşadığı, nispeten temiz ve düzenli bölgesindeydi Janine’in villası. Demir parmaklıklarla çevrili, yüzme havuzlu, bembeyaz ve görkemli bir yapıydı. Janine ve kocası onları bekliyorlardı. En önemlisi de sofra hazırdı. Hararetli kucaklaşma seansından sonra hemen masaya oturdular.Ertesi sabah erkenden Kolwezi’ye doğru yola koyulduklarında Tolya’nın aklı, o gün öğleden sonra havuzda geçirdiği rehavet saatlerinde kalmıştı. Hálá inanamıyordu, bir gün içerisinde İstanbul’daki kıştan uzaklaşıp, açık havada mayoyla havuza girebildiğine. Ormanlar ve tropikal bitki örtüsünün çevrelediği bozuk yolda hızlı gitmek olanaksızdı. Yöreyi çok iyi tanıyan Zevulun, hem rehberlik yaparak çevreyi tanıtıyor, hem de Tolya ile ilgili planlarını anlatıyordu. Tolya, Fransızca eğitim veren ve Avrupa’daki bütün üniversitelere sınavsız girmesine olanak sağlayacak Belçika lise diploması veren Lycée Jean XXIII adlı okula yazılacaktı.Zevulun, Fransızcanın sorun olmayacağını söylüyordu. Ne de olsa Tolya’nın kulağı aşinaydı Fransızcaya. Annesi Türkçe ve Ladino’ya iláveten sürekli Fransızca konuşurdu evde.Kolwezi’ye 50 kilometre kala yolu kesen askerlerle karşılaşana değin sürdü arabadaki sohbet. Luabala ırmağı üzerindeki köprüyü geçerken Zevulun, ‘İlerde bir baraj var’ dedi. Tolya, makineli tüfekli 10 kadar askerin yanında durunca kavradı ‘baraj’ın ne olduğunu.Alışık olduğu askerlere benzemiyordu bunlar; hırpanî kılıklı, sakallı, uykusuzluk ya da alkolden kıpkırmızı kesilmiş gözleriyle korkutucu tiplerdi. Üzerlerini aramak üzere araçtan inmelerini istediklerinde Tolya çok korktu. Zevulun ise rahattı. ‘Merak etmeyin, Kongo’da birkaç frankla yalnız baraj değil, geçemeyeceğiniz hiçbir engel yoktur’ dedi. Asileri aramakla görevli askerlerin asıl amacı para kazanmaktı zaten.Zevulun’un dediği gibi oldu, rüşvetlerini aldıktan sonra bıraktılar üzerlerini aramayı. Tam araçlarına dönerken aralarındaki subay, Tolya’yı çağırdı. Delikanlı, Zevulun’a baktı soran gözlerle. ‘Git, git korkma’ dedi eniştesi. Tolya, subaya yaklaştı korkarak. Subay, makinalı tüfeğinin namlusunu göğsüne dayayarak itti hafifçe Tolya’yı. ‘Sen simdi süt gibi bembeyazsın, ama çok yakında kapkara olacaksın’ dedi. Kıpkırmızı gözlerini tam da gözlerine dikmişti. İçi titredi Tolya’nın. ‘Hadi git’ dedi sonra.Arabaya koşarak dönüp koltuğuna büzüldü Tolya. O an müthiş bir pişmanlık ve İstanbul özlemi duydu. Güvenli caddelerde yürümek vardı şimdi. RUM TAKIMIYLA FUTBOL MAÇLARIYer yer silinmiş, ‘Kolwezi’ye hoş geldiniz’ yazılı geniş tabelanın altından geçerken Tolya, hala o subayın sözlerinin etkisindeydi. Ne demek istemişti? Ne acaip konuşmuştu öyle!Kolwezi, tek bir ana caddesi olan küçük bir kentti. Asfalt ve toprak karışımı yollar, çukurlarla doluydu. İki katlı modern bir binanın önünde durdular. Zevulun, ‘Geldik’ dedi.Anita kapıda bekliyordu onları. Anne kızın karşılaşmaları görülmeye değerdi. Dakikalarca birbirlerine sarılıp gözyaşı döktüler. İki yıldır doğru düzgün iletişim kuramamışlardı. Kolwezi-İstanbul arasında bir mektubun gidip gelmesi bazen aylar alıyordu o yıllarda. Telefonla konuşmak ise mucizevi tesadüflere bağlıydı.Tolya ise, yine çok acıkmıştı. Krallara layık ziyafet sofrasına oturur oturmaz o kocaman Afrika muzlarına dikti gözlerini. Tatlı faslına geçildiğinde saldırdı muzlara. Beş mi, on mu, sayamadı yediği muzları. Ancak bunun bedelini ağır ödeyecekti. O akşam midesi, bağırsakları alt üst oldu. Saatlerce tuvaletten çıkamadı. Elini bir daha muzlara uzatabilmesi için aradan birkaç hafta geçmesi gerekti.Ertesi gün kenti dolaşmaya çıktı Tolya. İlk olarak Zevulun ve Sadok kardeşlerin mağazalarını gezdi. Onların mağazaları da kentteki benzerleri gibi, Amerika’daki ‘general store’ mantığıyla düzenlenmişti. Kibritten konserveye kadar yüzlerce malı bir arada satıyorlardı. Kolwezi’de, bütün Katanga’da olduğu gibi Belçikalılar’dan sonra en kalabalık grup Yunanlılar’dı. Zevulun’un ailesi gibi Rodos asıllı Yahudiler de vardı aralarında. Rodoslu Yahudiler’in yaşlıları az çok Türkçe konuşuyorlardı. Bu da Tolya’nın yabancılık çekmesini önlüyordu.Onun için asıl zorluk, Jan XXIII lisesindeki dersleri, kulaktan dolma Fransızcasıyla takip edebilmekti. Bereket dönem ortasında gelmiş olmasına rağmen, lise birinci sınıfa kabul ettiler de yıl kaybetmedi.Eğitim sistemi farklıydı Kolwezi lisesinde. Belçika Milli Egitim Bakanlığı’na bağlı rahiplerin yönettigi lisenin öğretmenleri Avrupa’dan getirilmişti. Öğrencilerinin de çoğunluğu Belçikalıydı. Yüksek bir ücretle öğrenci kabul eden liseye ancak mali olanakları yüksek Kongolu ailelerin çocukları okuyabiliyordu. Onların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu.Tolya, özellikle ilk altı ayda bütün gücünü derslerine verdi. Yılmadan çalışarak, evde özel Fransızca matematik ve fizik dersleri alarak uyum sağladı okula. İlk yılın sonunda notları yükselince rahatladı. Rengárenk çiçekler ve bitki örtüsünün kapladığı çok geniş bir parkın içindeki üçer katlı altı binadan oluşuyordu lise. Öğrenciler, boş zamanlarını açık havada dolaşarak, sportif faaliyetlerle geçiriyorlardı. Tolya’nın en sevdiği sporlar, tenis ve futboldu. Haftada iki-üç kez futbol antrenmanlarına katılıyor, kalan zamanını tenis oynayarak değerlendiriyordu. Cumartesi geceleri çoğunlukla ev partileri, pazar akşamları ise kızlı erkekli gidilen sinemada
film izleyerek geçiyordu.Bazı hafta sonları arkadaÅŸlarıyla Kolwezi gölüne pikniÄŸe gidiyorlar, ama çoÄŸu hafta futbol maçı oluyordu. Tolya, Kolwezi ligindeki takımlardan biri olan College’de santrafor olarak oynuyordu. En yakın arkadaşı olan Belçikalı Pierre de aynı takımdaydı. Kolwezi liginde, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlıların oynadığı, daima ligin ilk üç sırasında yer alan Olympique adlı bir takım vardı. Bu takımla yapacakları her maçı sabırsızlıkla bekliyordu Tolya. Olympique ve College arasında ezeli bir rekabet yaÅŸanıyordu. ÇoÄŸunlukla Olympique kazanıyorlardı maçları. Türkiye’den geldiÄŸini bilen rakipleri Tolya’ya sert davranıyor, taraftarları da topu her ayağına geçiriÅŸinde ıslıklayıp, ‘Turco, Turco’ diye tempo tutuyorlardı.Hele Aleko adında Giritli, tıknaz ama çevik bir bekleri vardı ki, Tolya’yı yakın markajda tutuyordu. Tolya, sık sık yere düşürmesine raÄŸmen, yine de söylenip duruyordu Aleko.Aleko’nun hareketleri Tolya’yı sinirlendirmiyor, tersine güldürüyordu. O güldükçe Aleko daha fazla tahrik oluyor, daha çok söyleniyordu. Aleko’yu sempatik buluyordu Tolya. Maç bitince her ÅŸey sahada kalıyordu.Bir pazar sabahı yine Olympique ile College’in maçı vardı. Maçtan önceki gece Manika kulübünde futbolcular için bir balo düzenlenmiÅŸti. Olympique ile College’in oyuncuları da oradaydı. Bir ara Tolya’nın dikkatini çekti. Aleko ile takım arkadaÅŸlarının ayakta duracak hali kalmamıştı. College’in futbolcuları da eÄŸleniyordu ama hiçbiri rakipleri kadar içmiyordu. Tolya, ertesi günü düşünerek frenlerini saÄŸlam tuttu. Sabah sahaya çıkarken, formda ve hırslıydı Tolya. Olympique’in oyuncuları ise dökülüyordu. Kıpırdayacak halleri kalmamıştı. ‘Biz bu takımı bugün yenemezsek bir daha asla yenemeyiz’ diye düşündü. College’in diÄŸer oyuncuları da durumu farketmiÅŸ olacak ki, hepsi iyice coÅŸtu. Onlar koÅŸturdukça, Olympique’in oyuncuları daha çok zorlanıyordu. Hele Tolya, sahada ne zaman Aleko ile karşı karşıya kalsa kolayca sıyrılıp geçiyordu. O çevik Aleko, sahada koÅŸmuyor, sürünüyordu sanki. Topa vurmayı beceremiyordu bir türlü. Topu ıskaladıkça da Rumca ‘Asto diavolo!’ (Cehenneme git) diye söyleniyordu. Maçın sonuna doÄŸru Aleko’nun son enerji kırıntıları da tükenmiÅŸti. Ayağına gelen topu gördü görmesine ama topa vurmak üzere boÅŸluÄŸa savurduÄŸu ayağını zaptedemeyip, kendi ekseni etrafında 360 derece döndükten sonra yere kapaklandı. Komik bir görüntüydü doÄŸrusu. Tolya, koÅŸup Aleko’nun yerden kalkmasına yardım etti. Elini uzatırken, bir yandan da ‘Ne o Aleko, kötü bir gece mi geçirdin?’ diye takılıyordu. O pazar sahadan mutlu ayrıldı Tolya. 3-0 kazandıkları maçta, biri penaltıdan olmak üzere iki gol atmıştı, bir zafer günüydü College’liler için o gün...OKURA PUSULAÃœnlü Musevî profesör Ventura’nın torunuAsıl adı Anatoli Filiz. Bir Rus ismi olan Anatoli’nin kısaltılmışı Tolya. ArkadaÅŸları da onu hep öyle çağırmış. Ben de öyküde Tolya’yı yeÄŸledim.Lozan barış görüşmelerine Musevi cemaatini temsilen katılan ünlü hukukçu Ordinaryus Profesör MiÅŸon Ventura’nın torunu olan Tolya Filiz, 1967’de Kolwezi’de liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi Güney Afrika’da okudu. Ä°srail’de master yaptı. 1976’da Bornova’da askerliÄŸini yapan Tolya Filiz’in mesleÄŸi özel bankacılık danışmanlığı. Ä°sviçre ve Lüksemburg’ta uluslararası bankalarda çalışan Tolya Filiz, 1994’ten beri Lüksemburg vatandaşı. Hálá kendisini ‘Türk’ olarak tanımlayan Tolya, yaÅŸam öyküsünün hemen her satırında Ä°stanbul özlemini dile getiriyor. Aradan yıllar geçmiÅŸ, uzaklarda kalmış ama bu ülkeyi seviyor, daha önemlisi içinde duyuyor Tolya. YaÅŸam öykünüzü bekliyoruzFax: (312) 428 53 18e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/AnkaraWeb sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsamGELECEK ÖYKÃœ O BENÄ° KIZIMA BAÄžIÅžLADIÂ
button