‘’Dışarıda bir haftadır fırtına, iki metre de kar vardı. Hiçbir şey yapamadık, yerimizden kımıldayamadık. Annemin kanaması durdurulamadı, kardeşimi doğururken, onu kaybettik. O gün, her ne olursa olsun Macahel’den kurtulmaya ve okumaya karar verdim.’’Borçka’yı Camili köyüne bağlayan bozuk yol, yükselerek 1850 metredeki Macahel Geçidi’yle buluştuğunda, turistin gözüne alabildiğine egzotik gelen bu bakir doğanın, zamanı geldiğinde, kendi insanına ne kadar vahşi davranabileceğini görebiliyorum. Zirvesi 3500 metredeki Karçhal dağının bir uzantısı olan bu geçidi aşıp, Gürcistan’a açılan vadide yer alan köylere varınca, Laz ve Hemşin kültürü geride kalıyor. Burada artık Gürcüce konuşuluyor, Gürcü yemekleri yapılıyor, Gürcü şarkıları söyleniyor. Gürcistan sınırının tam üzerindeki Camili köyünün girişinde, 1990 öncesine ait, ‘’Yasak Bölge Girilmez’’ uyarısının geçerliliği yok artık. Geçen yıla kadar, Genelkurmay’dan izin almadan, dışarıdan gelen herkese bu bölge yasaktı.Hasan Yavuz, annesiz geçirdiği yılların ardından terk ettiği köyünde o günden beri hiçbir şeyin değişmediğini fark edince, yeniden sahiplenmek için dönmüş. Kendisine ‘’köylü Hasan’’ diyor ama Macahel için yüklendiği sorumluluklar sıfatını aşıyor. Parçalanan Sovyetler Birliği’nin ardından, Türkiye ve Gürcistan arasındaki Sarp sınır kapısı açılınca, Türkiye’ye turizm ya da bavul ticareti amaçlı girenlerin olması, Macahel’in mücadelesinin de başlangıcı oluyor. Macahel köylerinde yaşayanlar, zorunlu durumlarda, omuz omuza yaşadıkları komşu Gürcistan üzerinden geçiş yapabilmek için haklarını arıyorlar. Çünkü o güne kadar, Macahel’i en yakın hastanenin bulunduğu Borçka’ya bağlayan ve kışın geçit vermeyen 50 kilometrelik yolda, analarını, babalarını, çocuklarını kaybetmişler. Oysa hemen burunlarının dibindeki Gürcistan sınırından geçip Batum’a oradan da Sarp kapısından hastanenin bulunduğu en yakın Karadeniz kentine ulaşmak çok daha kolay. İnsani amaçlı geçişlere izin verilmesinin ardından, ilk defa 1992’de Macahel muhtarının öncülüğünde bir grup, hasta götürmek üzere geçiş yapıyor.YALNIZ OLUNAMAYACAK KADAR SERT BİR DOĞAHasan Bey karlı yolları çokça arşınlamış; ‘’Altı köyden adama
haber salar, 70- 80 kişi toplanır, ayağımıza hedikleri takar, patika aça aça, altı-yedi saatte, sedyeyle, kızakla hastayı Borçka’ya taşırdık. Bu durumda kimse boşveremez, çünkü herkes bilir ki bir gün kendisinin de ihtiyacı olabilir. Ne kadar mücadeleci ruha sahip olursanız olun, böyle sert bir doğada tek başınıza yaşayamazsınız.’’ Doğu Karadeniz emek istiyor, sabır bekliyor. Dağları aşmak, kavuşmak için geceyi gündüze katmak, yaşına bakmadan kilometrelerce yürümek, bel sızısına aldırmadan yüklenmek, tarlaları ayılarla paylaşmak gerekiyor. Hızına ayak uydurulmaz Çoruh Nehri’nin bir yakasından diğerine derme çatma, ahşap, asma köprüler, yük ya da insan taşımak için teleferikler uzanıyor. Kolaya kaçmanın imkansız olduğu topraklar bunlar. Artvin’den belli değil mi? Kent merkezine ulaşmak için, üç kilometre boyunca, hiç bitmeyecekmiş gibi zikzak çizen, keskin virajlı bir yoldan yukarı tırmanmak gerekiyor. Hatta bundan dört yıl öncesine kadar, İskebe mahallesindeki futbol sahasında, oyun sırasında, top stadın dışına fırladığında, ta Çoruh Nehri’ne kadar gidermiş. Şimdi yeni yerleşimler topu durduruyor. Karahan Otel’in sahibi Yavuz Karahan’ın önerisiyle, bir Artvin düğününe katılıyorum. Gece Artvin’in sokakları ıssız. Düğün salonundaysa, Karadeniz’in bütün ezgileri çalınıyor, kızlar erkekler kol kola dans ediyor, horon tepiyorlar. Sırada, Artvin’in simgesi haline gelen ‘’Atabarı’’ var. Hikayesini dinlemiştim; 1936 yılında İstanbul’da yapılan yerel danslar festivaline, Türkiye’yi Balkanlar’da temsil etmiş olan Artvin ekibi de katılıyor. Ekip, Beylerbeyi Sarayı’nda,
Atatürk’ün huzurunda ‘’Artvin Barı’’ olarak adlandırılan gösteriyi sunarken, Atatürk, dansın coşkusuna dayanamayıp oyuncuların arasına katılıyor. Artvin’le özdeşleşen bu yöresel dans, o günden beri, ‘’Atabarı’’ olarak anılıyor ve bugün hálá Artvinliler şu dizeleri mırıldanıyorlar: ‘’Bahçesi var, bağı var/ Ayvası var, narı var/ Atamızdan yadigar/ Bizde atabarı var.’’ Gerçekten de insanın yerinde durmasını zorlaştıran, kıpır kıpır bir oyun. Artvin’deki evlilik geleneklerinden birine göre, gelin kaynanasının evine girdikten sonra bir süre oturmaz, dikilirmiş. Ta ki evin büyüklerinden bir ya da birkaçı oturması için kendisine bir meyve ağacı ya da damızlık hayvan armağan edinceye dek. Bu tür gelenekler bugün hálá geçerliliğini koruyor mu bilmiyorum ama Artvin’deki düğün salonlarına ya da haftasonları meydandaki Atabarı Restaurant’ta düzenlenen atabarı partilerine bakılırsa, Artvinliler’in kültürel miraslarından tamamıyla vazgeçmemek için çaba sarfettiklerini görebiliyor insan. KAVGA İÇİN DEĞİLBARIŞ İÇİN GÜREŞArtvinliler’in kültüründe ilk günkü gibi kalmış bir başka renkse
boÄŸa güreÅŸleri ya da bugünkü adıyla Kafkasör Festivali. Bu festival, Anadolu’nun otantikliÄŸini kaybetmemiÅŸ ender ÅŸenliklerinden. Eskiden, köylüler hayvanlarını Kafkasör yaylasına otlatmaya getirdiklerinde, zamanla, güreÅŸen boÄŸalarının etrafına kalabalık bir grup izleyici toplandığını fark etmiÅŸler. 24 yıldır, temmuzun ilk haftasonu yapılan ve üç gün süren boÄŸa güreÅŸleri böyle baÅŸlamış. Festivale yaklaşık 20 bin kiÅŸi katılıyor, yaylada yüzlerce çadır kuruluyor. Artvinliler, güreşçi ruhun, bazı boÄŸaların genlerinde olduÄŸuna inanıyorlar. Bu yüzden ırkını takip ediyor, soyunun sürmesi saÄŸlıyorlar.Kafkasör yaylasında Köy- Kent adlı bir kır lokantasının sahibi olan Enis Güneri, her yıl, canlılık getirsin diye festivale birkaç boÄŸayla katılıyor. Asıl mesleÄŸi kasaplık olan Enis Bey, yenilen boÄŸaları festivalin ardından kesiyor, birinci olanı ise bir sonraki festival için hazırlamaya hevesli birine satıyor. Hayvan hakları savunucularına Enis Bey’in bir açıklaması var: ‘’Bu, Türk toplumunun en eski geleneklerinden biri. Yerli ırkın dövüşü, hiçbir deÄŸiÅŸime uÄŸramadan süregelmiÅŸ. Yaylaya çıkmadan önce bütün boÄŸalar düz bir arazide güreÅŸtirilir. Hepsi birbirini tanır ve barışır. Festivalde ise ne insan ne de hayvan zarar görmez, yaralanmaz bile. Bu kavga için deÄŸil, barış için yapılır.’’Enis Bey’in, 20 yıldır kasaplık yapması bir yana, o, dünyanın ve Artvin’in geleceÄŸine kafa yoranlardan. Kafkasör yaylasının çevresinde altın ve bakır madeni olduÄŸunun ortaya çıkarılması, sahip olduÄŸu en büyük sermayeyi doÄŸası olarak gören birçok Artvinli gibi onu da tedirgin etmiÅŸ. Ä°lk günden beri, TEMA ve YeÅŸil Artvin DerneÄŸi birlikte buna karşı koyuyorlar. Bir de yapımına baÅŸlanan yedi baraj var. Aslında bu topraklarda bir çeliÅŸki yaÅŸanıyor. Artvin, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri, okuryazar oranıyla Türkiye’nin ilk 10 kenti arasındaki yerini koruyor. EÄŸitimli gençlerin hep göç etmesinden ÅŸikayetçi olan Artvin halkının aklını, bir taraftan da barajlarla birlikte doÄŸacak iÅŸ imkanları çeliyor. YUSUFELİ’YE EN MERAKLI MÄ°LLET Ä°SRAÄ°LLÄ°LEREnis Bey’se olaya baÅŸka türlü bakıyor; ‘’Zaten Artvin’de doÄŸanın okumaktan baÅŸka çaresi yoktur. Ancak bir taraftan da biz birçok ÅŸeyi okuması yazması olmayan bilge insanlarımızdan öğrendik. Hatırlıyorum, yaylada çok az insanın katıldığı bir cenazeye gitmiÅŸtim, 60 yaşında bir çoban, ’iÅŸte böyledir’ demiÅŸti, bir zenginin namussuzluÄŸu bir de fakirin ölümü duyulmaz.’’ Bölgenin turizm merkezi Yusufeli su altında kalır mı diye merak ediyor herkes. Son 25 yıldır barajın yarattığı belirsizlik sürüyor. Kimsenin yatırım yapmaya eli varmıyor. Geçim kaynağı sorulduÄŸunda ‘’gurbetçilik’’ diyorlar. EÄŸer baraj yapılırsa, Çoruh Nehri üzerindeki, dünyaca ünlü rafting parkurlarından birinin de en heyecanlı etabı yok olacak. Yeryüzünde, Yusufeli’ne en meraklı millet, Ä°srailliler. Kaçkar DaÄŸları’nda trekking yapmak için, ekmek karpuz yeme pahasına, buraya geliyorlar. Barhal Pansiyon’da karşılaÅŸtığım Roy, dergilerden belgesellere, Kaçkarlar’ın Ä°srail’de çok meÅŸhur olduÄŸunu söylüyor. Dokuz gün tek başına yürümüş, bir kere siste kaybolmuÅŸ, köylüler yardım etmiÅŸler. Roy, ‘’Bizde de yeÅŸillik var ama bu kadar su yok’’ diyor. Çoruh’un tepesindeki Çar’ın eski yazlığı Artvin’de, Rus evleri yok denecek kadar azalmış. 50’lerde her evde en az bir kiÅŸi akordeon çalarmış. Åžimdi o da pek yok. Kafkasör yaylasının serin sessizliÄŸinde, şöminesinin başında akordeon çalan Enis Bey’i dinliyorum; ‘’Aynı topraktan geldik/ Biz bize benzeriz/ Sevdalıklar dururken/ Neden kavga ederiz?’’...DoÄŸu Karadeniz emek istiyor, sabır bekliyor. DaÄŸları aÅŸmak, kavuÅŸmak için geceyi gündüze katmak, yaşına bakmadan kilometrelerce yürümek, bel sızısına aldırmadan yüklenmek, tarlaları ayılarla paylaÅŸmak gerekiyor. Hızına ayak uydurulmaz Çoruh Nehri’nin bir yakasından diÄŸerine derme çatma, ahÅŸap, asma köprüler, yük ya da insan taşımak için teleferikler uzanıyor. Kolaya kaçmanın imkansız olduÄŸu topraklar bunlar. Artvin’den belli deÄŸil mi? Kent merkezine ulaÅŸmak için, hiç bitmeyecekmiÅŸ gibi zikzak çizen bir yoldan yukarı tırmanmak gerekiyor.BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMDoÄŸu Karadeniz’in engebeli yollarında Macahel Gürcü YaÅŸlılar Korosu’nu dinlemekÅžavÅŸat’ın rakip tanımayan çayırlarında, yaylalarında oksijen depolamak Macahel’in yaÄŸmur ormanlarında yürümekÇoruh’ta rafting, Kaçkar DaÄŸları’nda trekking yapmakKafkasör yaylasındaki kır lokantalarında, bölgenin meÅŸhur beyaz patatesini tatmakCehennem Kanyonu’nda, kendinizi eski zaman define avcıları gibi hissetmek Artvin’in Efkar Tepesi’nden, Çoruh Nehri’ne bakarak rakı içmekYusufeli civarındaki Gürcü kiliselerini kaçırmamakMacahel’de bir kütük evde konaklamak ve Hacer Hanım’ın Gürcü yemeklerini tatmak Â
button