Güncelleme Tarihi:
Bu arada, Taha Bey meslektaşımın geliştirdiği muhteşem komplo teorilerini ‘farklı bir gözle’ de olsa, okuya okuya, yeni yetme Da Vinçi Şifrecileri gibi, ben de bu işe fena halde sardım.
Her yazısında ‘gizli’ bir mesaj, bir şifre aramaya başladım.
Mesela, 22 mayıs pazartesi günkü ‘MÜTHİŞ BENZERLİKLER’ yazısını ele alalım.
Niye bu yazıdaki şu 8 kelimenin altı (incecik) çiziliydi?
“yaptı, okudum, paylaştı, ‘Dehşetengiz Hile’, hatırlatayım, haberi, şöyle”
‘8’ rakamının ezoterik anlamını okudum saatlerce, bir bağ kuramadım konuyla. Tevrat’lara, Kabala’lara daldım. Nümeroloji de bir işe yaramadı.
Sonra, söz konusu sekiz kelimenin çeşitli dizilişlerini denedim, bir anlam çıkaramadım. En azından benim gibi ‘tekrissiz’ bir faninin anlayacağı bir gizli ve gizemli mesaj felan...
Sonunda usta bir Scrabble oyuncusundan yardım isteyerek bu sekiz kelimeyi oluşturan 55 harfi bir şekle sokmaya çalıştım, yine olmadı...“Belli ki, Taha Kıvanç, benim aklımın basmayacağı derinliklerde yüzüyor” diye tam vazgeçmek üzereyken (iyi uçtuğuan göre, iyi de dalabilir) Yani Şafak’taki eski yazılarına da bir göz atmak geldi aklıma.
Üstadın son 5 günlük yazısını taradım, büsbütün aklım karıştı.
Hiçbirinde o ‘enigmatik’ alt çizgiler yoktu...
Olmaması da ‘bazı yerlere’ gönderilen ‘başka bir şifre’ olabilir miydi?
Sadece belli durumlar ve belli konularda mı mesaj gönderiliyordu?Bu kozmolojik bir takvime bağlı olabilir miydi?
Aman tanrım, hayatıma mal olabililecek ‘derin bir bilgi’nin eşiğindeydim galiba.
Bilmemem gereken bir bilginin...
Yıllarca demediğini bırakmadığı, ‘esrarengiz’ bulduğu, ‘Dünya Hükümeti’ diye tanımladığ, gidenleri kakaladığı Bildirberg Toplantısı’na katılmaya hazırlanan birinin ‘şifresini’ çözmek üzereydim... Yok, o Fehmi Koru’ydu karıştırdım! <ı>(Sabah, 29 mayıs)
ı>
Ellerimin titrediğini, yanaklarımın pembe pembe olduğunu gören Bülent M. (adını vermiyorum ki onun da başı CİYA veya MOSSAD’la belaya girmesin!) yanıma gelmiş ve omzumun üzerinden yazdıklarımı okurmuş meğer...“Aman be Serdar abiiii” deyince yerimden zıpladım.“Aman be abi, Allah iyiliğini versin! Ben sana o altı çizili kelimelerin sırrını açıklayayım.”Yerimden fırlayıp ağzını kapattım Bülent’in. “Gel benimle!” diye başımla işaret ederek, bizi kimselerin duymayacağı, pencereden uzak (alnımın ortasında küçük bir kırmızı nokta görür gibi oldum bir ara) bir köşeye çektim.“Bildiğini çabuk söyle” dedim endişeyle, hani filmlerde tam ‘Beni vuran...’ derken hık diye gider ya son görgü şahidi...“Çabuk, çabuk anlat. Nedir o altı çizgili kelimelerin sırrı?”
“Abi, belli ki Taha Kıvanç yazılarını doğrudan bilgisayarda yazıyor ve kimi konularda ‘link’ veriyor. Bilirsin, yazıda verdiğin linkler ekranda altı çizili görülür. Herhalde yazılarını gazeteye basarken, bu çizgiler editörlerin gözünden kaçıyor...”Baktım, dediği doğruşmuş, internet sayfasında o kelimeler birer link...Bütün hayallerim çökmüş ama (görünüşte) rahat bir nefes almıştım. Demek ki ulaşmak üzere olduğum ölümcül bir bilgi yoktu. ‘Akbaba’nın Üç Günü’ filmindeki gibi, bir takım siyah elbiseli, kara gözlüklü tiplerin bir gece ansızın evi basıp, çocuk çocuk bizi kurşuna dizmesi tehlikesi yoktu.
“Vallahi Allah senden razı olsun Bülent” dedim, “Beni paranoyak bir korkudan kurtardın!”
Bülent gülerek uzaklaşırken kendi kendime söylendim:
“Bu da uluslararası kompoya dahil galiba! Beni uyutacaklarını sanıyorlar. İnanmış gibi davranmakta fayda var...”